PROF. DR. ANIL ÇEÇEN YAZDI: BİRLEŞMİŞ MİLLETLER YENİDEN KURULMALIDIR
Dünyada her geçen gün; küresel sermayenin yeryüzü imparatorluğu oluşturma doğrultusundaki zorlamalar, baskılar, saldırılar, tehditler ve işgaller yüzünden sıcak çatışmalara hızla sürüklenirken, evrensel barış ortamı giderek ortadan kalkmaktadır.
İnsanlık iki büyük dünya savaşı macerasından sonra üçüncü bir büyük savaş tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktadır. Birinci Dünya Savaşı’nın çok kanlı geçmesi nedeniyle, insanlığı temsil eden büyük devletlerin öncülüğünde yirminci yüzyılın başlarında Milletler Cemiyeti adı altında bir uluslararası örgüt kurulmuş ve bu doğrultuda ikinci bir dünya savaşı çıkmasını engellemek üzere insanlık seferber olmuştur. Ne var ki, bütün çabalara rağmen Milletler Cemiyeti örgütü zayıf kalmış ve Hitler üzerinden geliştirilen yeni bir proje ile dünya ikinci dünyü savaşına sürüklenmiştir. İki büyük dünya savaşı Avrupa topraklarında cereyan edince batılılar, üçüncü kez bir dünya savaşı ile karşılaşmamak üzere, Milletler Cemiyeti deneyinden yararlanarak daha ciddi ve güçlü bir uluslararası örgüt olarak Birleşmiş Milletleri kurmuşlardır. ABD İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya jandarmalığına soyunurken, bu konumunu bütün devletlere kabul ettirebilmek üzere Birleşmiş Milletler örgütlenmesini kullanmış ve bu uluslararası kuruluş üzerinden dünyayı yönlendirme politikalarını geliştirmeye başlamıştır. Böylesine bir evrensel örgütün kurulmasına giden yolda, Hitler Almanya’sı öncülüğünde geliştirilen faşist cepheye karşı, bir Atlantik inisiyatifi, İkinci Dünya Savaşı’nın tam ortalarında İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’nin bir araya gelerek Atlantik bildirisini ilan etmeleri ilk adım olmuş daha sonra da Çin ve Rusya’nın öncülüğünde imzalanan Moskova Bildirisi, dünya uluslarının evrensel bir örgütün çatısı altında bir araya gelmelerini sağlayan ikinci adımı oluşturmuştur.
İkinci Dünya Savaşı’nın son yılında önce bir Amerikan kentinde daha sonra da Rusya’nın Kırım yarımadasında bir araya gelen büyük devletler, aralarında anlaşmaya vardıktan sonra 26 Haziran 1945 tarihinde Birleşmiş Milletler örgütünü kuran, uluslararası antlaşmayı imzalayarak, insanlığın ortak bir çatı altında bir araya gelebilmelerini sağlayan resmi gelişmeyi tamamlamışlardır. Bu örgütün öncüsü olan dört büyük ülke olarak ABD, İngiltere, Rusya ve Çin aralarına beşinci büyük ülke olarak Fransa’yı da alarak Birleşmiş Milletler örgütünün üst yönetim organı olan Güvenlik Konseyinin beş sürekli üyesi olmuşlardır. Birleşmiş Milletler, resmi adında ulusların birliği olarak adlandırılmasına karşılık, antlaşmanın giriş bölümünde halkların birliği olarak tanımlanmakta ama gerçek olitik yaşamda bir devletler birliği olarak hareket etmekte ve her devleti de kendi hükümeti bu örgütün çatısı altında temsil etmektedir. Başlangıçta elli ülkenin katılması ile kurulan bu uluslar arası örgüt daha sonra bağımsızlığını elde eden eski sömürgelerin devlet olarak başvurmasıyla ve bazı devletlerin bölünmesinden sonra ortaya çıkan yeni devletlerin başvurmasıyla günümüzde 220 devletten oluşan bir uluslararası kuruluş konumuna gelmiştir. Avrupa sömürgelerinin bağımsız devletler haline gelmesi, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında ortaya çıkan yeni devletlerin de Birleşmiş Milletler üyesi statüsü kazanmalarıyla beraber bu örgüt neredeyse bütün dünyayı kucaklayan ve her devleti çatısı altında toplayarak bir anlamda dünya devletlerinin bağlı olduğu bir çeşit üst dünya devleti konumuna gelmiştir. Uluslararası alanda bir dünya düzenin kurulması, Birleşmiş Milletlere bağlı örgütler aracılığı ile çeşitli alanlarda düzenlemeler yapılarak ve uluslararası protokoller hazırlanarak evrensel bir hukuk düzeni yaratılmak istenmiştir. Örgütün genel kurulu, güvenlik konseyi ve bağlı kuruluşların üst yönetimlerinin aldığı kararlar üzerinden küresel bir dayanışma ortamı sağlanmağa çalışılmış ve bu doğrultuda uluslar arası bir inisiyatif geliştirilerek ülkeler ve milletler arasındaki çekişmelere ve problemlere çözümler bulunmağa çalışılmıştır.
Birleşmiş Milletler çatısı altında çeşitli uluslararası kuruluşlar oluşturulmuş ve Birleşmiş Milletlerin öncülüğünde bu kuruluşların kendi alanlarında etkin çalışmalar yapmaları sağlanmıştır. Uluslararası çalışma örgütü, Uluslararası eğitim, bilim ve kültür örgütü, Dünya Sağlık örgütü, Uluslar arası kalkınma birliği, uluslar arası imar ve kalkınma bankası, Dünya fikri mülkiyet örgütü, Uluslar arası atom ajansı, Dünya posta birliği, Dünya gıda örgütü, uluslar arası yerleşim birimi, Çevre sorunları örgütü, Uluslar arası kalkınma programı, Mülteciler Yüksek Konseyi, Uluslar arası insan hakları yüksek konseyi, Uluslararası maliye örgütü, Uluslar arası denizcilik kurumu gibi kuruluşlar, Birleşmiş Milletlere bağlı olarak bu örgütün aldığı kararlar ve yönlendirmesi doğrultusunda çalışmalarını sürdürerek bir dünya düzeninin oluşumuna kendi alanlarındaki etkinlikleri ile katkıda bulunmağa çalışmaktadırlar. Uzmanlık kuruluşları aynı zamanda kendi alanlarının sorumlusu olarak da Birleşmiş Milletlerin gereksinme duyduğu konularda çalışmalar yaparak örgütün etkinliğinin artmasına ciddi katkılarda bulunmaktadırlar. Otuzdan fazla uluslar arası kuruluşu çatısı altında örgütleyen Birleşmiş Milletler bir anlamda dünya devleti boşluğunu doldurmakta ve yerkürede yaşayan yedi milyar insan ile 220 devleti ortak bir yönetime doğru götürerek küresel barış ortamının istikrarlı bir doğrultuda sürdürülmesine sağlamaktadır. Çalışmalar sırasında bazı yeni alanlarda boşluk görülürse, Birleşmiş Milletler örgütü genel kurul kararı ile kendisine bağlı olarak çalışacak yeni uluslar arası kuruluşlar örgütleyebilmektedir.
Bütün üye devletlerin tek bir temsilci ve oy ile temsil edildiği genel kurul örgütün hem tartışma hem de karar organıdır. Dünya kamuoyunu ilgilendiren bütün konular ilgili devletler ya da uluslar arası kuruluşlar aracılığı ile Birleşmiş Milletler çatısı altına getirilerek her yönü ile tartışılmaktadır. Belirli gündem ile yapılan genel kurul toplantılarında dünya kamuoyunu yakından ilgilendiren bütün uluslar arası meselelerde tartışmalar yapılır ve ilgili tarafların görüşleri alındıktan sonra sorunların çözümü doğrultusunda genel kurul kararları alınır. Normal koşullarda devletler için alınan kararlar tavsiye niteliğindedir ama kritik ve acil konularda Birleşmiş Milletler genel kurulu kesin bağlayıcı kararlar alarak, tehlikeli ve zarar verebilecek durumların önlenebilmesi doğrultusunda hareket edebilir. Genel sekreterliği bağlı olarak görev yapan çeşitli komisyonlar uzman kişilerden oluşturularak sorunların incelenmesi ve komisyon raporları ile beraber genel kurula getirilmeleri sağlanmağa çalışılır. Evrensel barışın korunması ve örgütün üst düzeyde yönetilmesini sağlayan Birleşmiş Milletler Güvenlik konseyidir. On beş üyeden oluşan bu konseyin beş sürekli üyesi, öncü beş büyük devlet olarak belirlenmiş ve on üyelik de iki yıl için seçilen geçici devlet temsilcilerinden oluşturulmuştur. Beş kurucu sürekli üyenin veto hakkının bulunması zaman zaman güvenlik konseyini karar veremez durumlara getirmiştir ama gene de örgütün ağırlığı sorunların çözüme kavuşturulmasında etkili olarak, uluslar arası ihtilafların örgüt çatısı altında sonuçlandırılmaları sağlanabilmiştir. Sosyalist blok zamanında Sovyetler Birliğinin sürekli veto mekanizmasını kullanması nedeniyle güvenlik konseyinden karar alınamaz gibi durumlar ortaya çıkmıştır. Soğuk savaş döneminin sona ermesinden sonra, Güvenlik konseyi daha rahat çalışma olanağı bulmuştur ama gene de büyük devletlerin birbirlerinden ayrılan politikaları yüzünden konsey karar alamaz durumlara düşmüştür. Güvenlik konseyinden ayrı olarak vesayet yönetiminin yürütüldüğü ülkeler için bir vesayet konseyi ve dünya ülkelerinin gereksinmelerinin karşılanabilmesi için de ekonomik ve sosyal konsey Birleşiş Milletlerin çalışmalarında önde gelen hizmetler yapan ilgili birimlerdir. Uyuşmazlıkların ya da çeşitli ihtilafların barışçı çözüme kavuşturulması genel kurul ya da güvenlik konseyi kararları ile sağlanmağa çalışılmış, üye devletlerin dikkatli çalışmaları ve hoşgörülü tutumları sayesinde barışçı sonuçlar elde edilebilmiştir.
Barışa karşı tehdit ya da normal barış ortamının bozulması gibi durumlarda Birleşmiş Milletler örgütü otomatikman dereye girerek, Güvenlik Konseyi kararları doğrultusunda çeşitli önlemleri ya da yaptırımları devreye sokarak yeniden barış ortamına dönüşü sağlamağa çalışmaktadır. Konsey, uluslar arası hukuka aykırı bir doğrultuda saldırı ya da tehdit durumlarını belirlerse o zaman devreye girerek taraflara önce tavsiyelerde bulunur, taraflar bunlara uymazsa o zaman çeşitli yaptırımlar gene konsey kararı doğrultusunda devreye sokulabilir. Gelişmekte olan ülkelere her türlü yardımın yapılması, bu ülkelerdeki devlet ve hükümet yapılanmalarının geliştirilmesi, bütün dünya ülkelerinin ortak insanlık ortamına kazanılabilmesi için Birleşmiş Milletler örgütü üzerine düşen görevleri yerine getirmeğe çalışmaktadır. Özellikle insan hakları alanında çeşitli mağduriyetlerin giderilmesi için yetkili uzmanlar aracılığı ile hukuksal altyapının kurulabilmesi doğrultusunda hukuk yardımları da düzenli olarak yapılmaktadır. Her türlü sorunun aşılabilmesi ve çeşitli sorunlarda etkili çözümler üretilebilmesi için Birleşmiş Milletler özel fonu kullanılmakta, Birleşmiş Milletler kalkınma konferansları aracılığı ile de geri kalmış ülkelerin hızla dış dünyaya açılabilmeleri ve ileri ülkeler seviyelerine gelebilmeleri için çeşitli uluslar arası girişimler planlı ve düzenli olarak yürütülmektedir. Bu gibi çalışmaları ile Birleşmiş Milletler bir anlamda bütün dünya ülkeleri için ve özellikle geri kalmış devletler açısından bir can idi ya da kurtarıcı konumundadır. Yirmi birinci yüzyılda yedi milyarlık dünyada birçok sıcak sorun bulunmasına rağmen, insanlığın yoluna gene de barış ortamında devam edebilmesi Birleşmiş Milletlerin varlığı sayesinde mümkün olabilmektedir. Dünyanın birçok yerinde sıcak çatışmaya dönüşen yerel ya da bölgesel sorunların bir büyük dünya savaşına dönüşmesi Birleşmiş Milletler aracılığı ile önlenerek üçüncü dünya savaşına giden yolun önü şimdilik kesilebilmektedir. Ne var ki, büyük devletlerin ve güç merkezlerinin asılmaları ve de zorlamaları yüzünden zaman zaman Birleşmiş Milletlerin gücü de sınırlı kalabilmekte ve bu uluslar arası kuruluşun otoritesi güçler arası çekişmelerin çatışmalara dönüşmesini önlemekte yetersiz kalabilmektedir.
Birleşmiş Milletler, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulduktan sonra yirminci yüzyıl içerisinde yarım yüzyıllık bir çalışma dönemini geride bırakarak üçüncü bin yıla girerken bir milenyum bildirisi yayınlamıştır. Daha zengin, barışçı ve adil bir dünya için açıklanan bu bildiride insan onuru, eşitlik ve haklılık ilkelerine sahip çıkılmış, daha adil bir dünyada sürekli barış ortamında ve bütün insanlığın refah ortamının getirdiği zenginliklerden yararlanabilmeleri açıkça bir dilek olarak ifade edilmiştir. Devletlerin eşit egemenliği, toprak bütünlüğü, sınırlarının dokunulmazlığı, bağımsız statüleri resmen tanınmış, insan haklarına saygı ile beraber devletlerin iç işlerine karışılmaması, uluslar arası işbirliği çerçevesinde bütün sorunların adil çözümlere kavuşturulması kabul edilmiştir. İnsanlığın ortak geleceği için sürekli çaba göstermek gerektiği vurgulanırken, bütün dünya halklarının daha iyi bir durumda olabilmeleri için küreselleşmenin önemi üzerinde durulmuştur. Özgürlük, eşitlik, hoşgörü, dayanışma, doğaya saygı ilkeleri doğrultusunda bütün insanlığın ortak sorumluluğu bulunduğu ve bunun dünya devletleri tarafından paylaşılması gerektiği dile getirilmiştir. İnsan kitlelerinin yok edecek silahlardan kurtulmak, bu doğrultuda yürütülecek silahsızlanma girişimleri ile uluslar arası barışın güvenlik altına alınması gerektiği belirtilmiştir. Anlaşmazlıkların barışçı yollardan önlenmesi, silahlı çatışmalara meydan verilmemesi, silahların denetimiyle beraber silahsızlanmanın desteklenmesi, uluslararası terörizm, kaçakçılık ve uyuşturucu sorunlarının çözümü için güçlü bir işbirliğinin sağlanması önerilmiştir. Nükleer silahların sınırlandırılması, uluslar arası kuruluşların denetimi altına alınması. Birleşmiş Milletlerin bu konuda öncü girişimlerde bulunması gerektiği açıkça savunulmuştur. Yoksulluk, yolsuzluk ve işsizlikle ciddi plan ve programlar doğrultusunda mücadele edilmesi gerektiği, kalkınma ve daha iyi bir yaşam düzenine sahip olmanın herkes için bir hak olduğu ifade edilirken, en az gelişmiş ülkeler için Birleşmiş Milletlerin özel bir konferans örgütlenmesine gideceği ilan edilmiştir. Geri kalmış ülkelerin borçlarının silinmesi ya da uzun vadeli ödeme programlarına bağlanması, kalkınma yardımlarından olabildiğince fazla düzeyde yararlandırılmaları, bazı ülkeler için sahip oldukları özel koşullar nedeniyle farklı kalkınma programlarından yararlandırılmaları gerekliliği, herkese ulaşılabilir temiz suyun ve gıdalar ile ilaçların sağlanması, salgın hastalıklar ile uluslar arası alanda güçlü programlar doğrultusunda mücadele edilmesi, iletişim ve teknoloji alanında meydana gelen hızlı değişimlerden halk kitlelerinin olabildiğince yararlandırılmaları, ortak çevrenin elbirliği ile korunması, ormanların ve yeşil alanların doğal yapılarının korunması, kuraklık ve çölleşme ile mücadele edilmesi, demokrasi ve insan haklarının her açıdan korunması ve desteklenmesi, her türlü ayırımcılığın önlenmesi, kadınların, çocukların ve zayıf insanların korunmaları, sivil toplum kuruluşlarıyla beraber halkların ve göçmenlerin de korunmaları, Afrika kıtasının geri kalmış koşullarının dikkate alınarak Afrika ülkeleri için özel koruma ve destek programlarının geliştirilmeleri gerektiği üçüncü bin yılın başında genel kurul kararı ile ilan edilen milenyum bildirisinde açıkça ifade edilmiştir.
Birleşmiş Milletlerin, gerektiği gibi çalışabilmesi ve kendisinden beklenen kamu hizmetlerini yerine getirebilmesi için güçlendirilmesi gerektiği Milenyum bildirisinin son kısmında dile getirilmiştir. Birleşmiş Milletler genel kurulu kararı ile bu bildiri dünyaya açıklanırken örgütün amaçları ve fonksiyonlarının gerçekleşebilmesi doğrultusunda her türlü çabanın gösterileceği ve hiçbir özveriden çekinilmeyeceği insanlığa bir söz verilme biçiminde açıklanmıştır. Merkezi organ olarak genel kurulu daha güçlü bir konuma getirmek, güvenlik konseyinde her açıdan kapsamlı bir reformun yapılması, ekonomik ve sosyal konseyin ana sözleşmede belirtilen görevlerini yerine getirebilmesi için güçlendirilmesi ve uluslararası işlerde adaleti ve yasa egemenliğini sağlayabilmek için uluslararası adalet divanın konumunun güçlendirilmesi, görev ve sorumlulukların daha etkili bir biçimde yerine getirilebilmesi için Birleşmiş Milletlerin esas organlarında danışma ve eşgüdüm yöntemlerinin geliştirilmesi ve bütünüyle Birleşmiş Milletler örgütünün güçlendirilmesi için gerekli olan maddi kaynakların bütün üye ülkelerin katkıları ile sağlanması zorunluluğu, sekreterlik makamının bütün örgütün işleyişini sağlayacak düzeyde güçlendirilmesi ve Birleşmiş Milletlere bağlı olan uzmanlık kuruluşlarıyla beraber diğer uluslararası kuruluşlar arasında daha düzenli ve etkili bir çalışma düzeninin kurulması gerektiği, bütün uluslararası kuruluşlar arasında barış ve güvenliğe dayanan daha istikrarlı bir çalışma ortamının yaratılmasının yararlı olacağı, insanlık ailesinin gelecekte daha gelişmiş ve insan onuruna yaraşan bir yaşam düzenine sahip olabilmesi için ve evrensel barış ile işbirliğinin süreklilik kazanabilmesi açısından Birleşmiş Milletlerin vazgeçilemez bir uluslararası örgüt olduğu ve bu bildiride geleceğe dönük olarak belirtilen hedefler doğrultusunda örgütün çalışıp çalışmadığının genel sekreter raporları ve genel kurul kararları ile belirlenmesi gerektiği, üçüncü binyıl bildirisinin son kısmında belirtilerek, genel kurul üyelerinin bu bildiride dile getirilen bütün yenilikler için kesintisiz destek vereceği dünya kamuoyuna karşı bir söz olarak verilmiştir. 8 Eylül 2000 tarihinde resmen ilan edilen üçüncü bin yıl bildirgesi doğrultusunda Birleşmiş Milletler örgütü ele alındığında, bu uluslar arası örgütün geleceği açısından çok ciddi bir reform gereksinmesi bulunduğu bizzat örgütün üyeleri ve yönetim organları tarafından resmen ilan edilmiştir. Ne var ki aradan on yıldan fazla bir zaman dilimi geçmesine rağmen Birleşmiş Milletlerde milenyum bildirisinde belirtilen hedefler doğrultusunda yeniden yapılanmağa dönük olarak herhangi bir adımın atılamadığı anlaşılmıştır. Bu büyük uluslararası örgütün hem ana yapısında hem de çalışma düzeninde köklü reformlar gerekirken, üye devletlerin özellikle de güvenlik konseyinin sürekli üyesi olan öncü beş büyük devletin aralarında anlaşamamaları yüzünden Birleşmiş Milletler de reform girişimleri bir türlü sonuç vermemiştir. Her geçen gün artan çalışma temposunun getirdiği gereksinmeler giderek tırmanırken, bir türlü yeniden yapılanmaya yönelik yeni adımların atılamadığı görülmüştür. İkiyiz aşkın üye devletin temsilcileri genel kurul salonunda çeşitli dünya sorunları için bir araya gelebilmelerine rağmen, bu birlikteliklerden ya da genel kurul toplantılarından Birleşmiş Milletler örgütünü yeniden yapılandıracak yenilikçi girişimlerin, güvenlik konseyi üyesi büyük devletlerin bir türlü anlaşamamaları nedeniyle gerçekleşemediği anlaşılmaktadır. Ayrıca geçen zaman içerisinde bazı ülkelerin güçlenerek öne çıkmaları, diğerlerinin güç kaybederek gerilemeleri dünya dengelerini değiştirdiği için gelinen yeni aşamada farklı bir uluslar arası konjonktür Birleşmiş milletleri etkilemekte ve bu örgütün çalışmalarının yetersiz kalmasına neden olmaktadır. Yıllardır yaşanan sorunların çözümsüz kalması ve zaman içerisinde bunlara yenilerinin eklenmesiyle bazen Birleşmiş Milletler gibi büyük bir örgütten istenen çalışmaların ya da kararların çıkmadığı görülmekte ve bu durumdan da bütün dünya ülkeleri zarar görmektedir.
Birleşmiş Milletler örgütü soğuk savaş döneminde canla başla çalışarak üçüncü dünya savaşını engellemekte başarılı olmuştur. Ne var ki, küreselleşme dönemine geçilmesiyle beraber Dünya Ticaret Örgütü adı altında yeni bir uluslar arası kuruluşun ABD öncülüğünde küresel sermaye ve bu yapıya bağlı uluslar arası tekelci şirketlerin desteği ile devreye girmesi üzerine Birleşmiş Milletlerin çalışma düzeni bozulmuş ve özellikle ekonomik ve sosyal açıdan engellenmiştir. GATT adı altında eskiden çalışmalarını sürdüren Dünya Gümrük Tarifeleri Birliği Uruguay Raund görüşmelerinin sonunda Merakeş Deklarasyonun ilanı üzerine kurulmuş olan Dünya Ticaret Örgütü ekonomiye ticaret üzerinden el koyarak Birleşmiş Milletlerin ekonomik ve sosyal fonksiyonuna karşı çıkan ve bunu sınırlayan bir karşı mekanizmayı devreye sokmuştur. İkinci dünya savaşı sonrasında ABD merkezli yenidünya düzeni içerisinde Uluslar arası Para Fonu ile Dünya Bankası Bretton -Woods Antlaşması doğrultusunda ABD’ye bağlı bir çalışma düzeni içerisinde olmuşlar ve Amerikan devleti bu kendine bağlı uluslar arası kuruluşlar aracılığı ile ekonomik ilişkiler üzerinden bir dünya hegemonya düzeni oluşturabilmiştir. Birleşmiş Milletlerin hem öncüsü hem de kurucusu olan ABD’nin bu uluslar arası kuruluşun dışında ve kendi kontrolü altında böylesine emperyal bir uygulamaya girmesinden hem bütün dünya ülkeleri hem de evrensel bir dünya devleti boşluğunu doldurmağa çaba harcayan Birleşmiş Milletler örgütü çok ciddi boyutlarda zarar görmüştür. ABD Uluslar arası Para Fonu aracılığı ile dünya ülkelerini borç batağına sürükleyerek ve düşürerek bunların çökmesine ve iflas etmesine yol açmış ve ondan sonraki aşamada sömürgeciliğe yönelerek yeni bir tür süper emperyalizmi küreselleşme görünümü altında beş kıtaya yaymağa çalışmıştır. Dünya Bankası programlarını da İMF reçeteleri ile beraber devreye sokan ABD, İsrail destekli Siyonist lobiler aracılığı ile bir tür süper emperyalizmi örgütlerken Birleşmiş Milletleri görmezden gelmiş ve bu büyük uluslararası kuruluşun kararlarını hiçe sayabilmiştir. Soğuk savaş sonrasında ABD’nin öncülüğünde ve dayatmasıyla küreselleşme aşamasına geçilirken, küresel sermaye ABD’nin koruması altında bütün dünyaya egemen olabilmenin yollarını arıyordu. Ticaret ve ekonomi üzerinden Dünya Ticaret Örgütü yeni dönemde dünyanın merkezi konumuna getirilirken, Birleşmiş Milletler örgütü by-pas ediliyordu. Uzun yıllar dünyanın ekonomik sorunları Birleşmiş Milletler çatısı altında ele alınmıştır. Bu örgüt özel olarak kendi çatısı altında ekonomik ve sosyal konseyi kurarak her türlü ekonomik soruna sosyal boyutları ile yaklaşım geliştirmeğe çalışırken, Dünya Ticaret Örgütü uluslar arası tekelci şirketlerin oluşturduğu bir finans kapital yapılanması doğrultusunda öne çıkıyor ve küresel alanda yeni bir örgütlenmeyi kapitalist enternasyonal olarak yapıyordu. Böylesine bir süreç içinde Amerikan devleti Amerikan halkının insiyatifinin dışına çıkarak, Federal Rezerv denilen küresel sermayenin kontrolü altına giriyor ve finans kapitalin çıkar düzenini bütün dünya ülkelerine askeri, siyasi ve ekonomik gücü ile dayatıyordu. Birleşmiş Milletler çatısı altında eşitlikçi ve dengeli bir dünya devleti arayan halk kitleleri ve devletler, Dünya Ticaret Örgütü üzerinden böylesine büyük bir emperyal kıskaç ve saldırı ile karşı karşıya kalınca ne yapacaklarını şaşırıyorlardı.
Soğuk savaş sonrasında küresel sermayenin küreselleşmeyi bir süper emperyalizm olarak bütün dünya ülkelerine dayatması üzerine, Birleşmiş Milletlerin yeniden güçlendirilerek devreye girmesi, bozulan dengelerin eskisinden güçlü olarak tekrar tesisi için acil ve zorunlu görünmektedir. Dünya Ticaret Örgütünü küresel sermaye ve tekelci şirketlerin kontrolu altına alan para babaları, ne Birleşmiş Milletleri ne de uluslar arası hukuku takmamakta sadece kendi çıkarları doğrultusunda bir küresel imparatorluğu bir an önce oluşturabilme doğrultusunda Dünya Bankası ve Uluslar arası Para Fonunu da Dünya Ticaret Örgütü ile beraber kullanmaktadırlar. Dünya kıtalarının altındaki yer altı zenginliklerini ele geçirmeyi kafalarına koyan para babaları, dünya devletleri ile beraber halklarını devre dışı bırakırken, bunların Birleşmiş Milletler çatısı altında bir araya gelerek oluşturdukları uluslar arası hukuku tanımayarak, küresel emperyalizmin gündeme getirdiği emperyal ekonomik kuralları dünya uluslarına karşı dayatabilmektedirler. Neredeyse, iki bin yıldır insanlığın sahip olduğu uygarlık birikimi ile beraber, Birleşmiş Milletler örgütünün yarım yüzyılı aşkın bir süredir yeryüzünde uyguladığı uluslar arası hukuku hiçe sayan bir emperyal saldırganlık, giderek hukuk tanımayan bir yüzsüzlük olarak insanlığa saldırmaktadır. Küresel sermayenin ferman dinlemeyen saldırganlığı, Amerikan devletinin öncüsü ve kurucusu olduğu uluslar arası hukuk düzenini dinlemeyerek hukuk kurallarını açıkça çiğnemeye doğru yönlendirdiği açıkça görülmektedir. Asgari maliyet ile beraber azami kazanç peşinde koşan uluslar arası tekelci şirketler, Dünya Ticaret Örgütü çatısı altında bir araya gelerek tüm insanlığa karşı saldırgan bir emperyalizme geçerlerken, Birleşmiş Milletlerin üçüncü binyıl bildirisinde dile getirdiği insancıl hedefleri, insan onurunu ve daha adil ve eşitlikçi kalkınma sorununu görmezden gelebilmektedirler. Amerikan devleti ile beraber ordusu da, dolar milyarderlerinin emrinde bir sömürge düzenine yönelmekte ve bütün dünya devletleri ile karşı karşıya gelerek evrensel barışı tehdit eden bir olumsuz durum yaratmaktadır.
Yeni gelinen bu aşamada öncelikle yapılması gereken iş, Bileşmiş milletlerin daha güçlü bir yapıda yeniden kurulması olacaktır. Milenyum bildirisinde ifade edildiği gibi daha adil, daha eşitlikçi, güvenli ve barışçı bir dünya düzenine kavuşabilmek için, yokluğu hissedilen dünya devleti yapılanmasının yeniden Birleşmiş Milletler örgütü çatısı altında örgütlenmesi gerekliliği her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır. Bu doğrultuda daha güçlü bir Birleşmiş Milletler yaratılabilmesi için örgüte üye olan dünya devletlerinin olabildiğince fazla bir maddi kaynağı bu örgüte aktarabilmesi gerekmektedir. Para babalarının aşırı zenginliğini tırmandırarak her ülkeden dolar milyarderleri çıkartan Dünya Ticaret Örgütünün yerine, uluslar arası ekonomi ve kalkınma işlerinin yeniden Birleşmiş Milletler ekonomik ve sosyal konseyinin yönetimine bırakılması, daha adil ve eşitlikçi bir kalkınma ve refah düzenine bütün dünya ülkelerinin sahip olabilmesi açısından zorunlu görünmektedir. Özgürlükçülük görünümü altında palazlanan ve pazarlanan ekonomik serbesiyetçilik tam anlamıyla sömürgeci bir düzenin kurulmasına yol açmıştır. Dünya Bankası ve Uluslar arası Para Fonu programları da bu doğrultuda ABD zorlamalarıyla uygulamaya aktarılınca küresel şirketler devleşmiş, dünya ülkeleri ise iflas ederek dağılma ve parçalanma sürecine sürüklenmişlerdir. Böylesine sömürgeci ve istismarcı bir çıkmazdan dünya ülkelerini ancak Birleşmiş Milletler gibi bir uluslar arası kuruluş kurtarabilir. Birleşmiş Milletler genel kurulu bu aşamada kesin bir karar alarak Dünya Ticaret Örgütü ile beraber Dünya Bankası’nı ve Uluslar arası Para Fonunu kendisine bağlamalı ve böylece Amerikan devleti üzerinden küresel sermayenin bu uluslar arası kuruluşları dünya ülkelerini sömürmek üzere kullanmalarına bir son vermelidir. Diğer uluslar arası kuruluşlar gibi Birleşmiş milletlere bağlanacak bu kuruluşları artık Amerika’da yuvalanmış olan para babaları ya da finans kapitalin patronları değil ama dünya ülkelerinin ve uluslarının temsilcilerinin eşit koşullarda yer aldığı Birleşmiş Milletler genel kurulu yönlendirecektir. BM çatısı altında kabul edilen ve uluslar arası alanda bütün devletler tarafından resmen benimsenen protokoller doğrultusunda çalışacak bu üç ekonomik kuruluş, artık dünya sömürgeciliğinin ana örgütleri olmaktan çıkarak BM amaç ve hedefleri doğrultusunda dünya halklarının eşit kalkınmalarını sağlayacak kuruluşlar olacaklardır. Son zamanlarda küresel sermayenin jandarması konumuna getirilen NATO örgütü bir güvenlik kuruluşu olmaktan çıkarak, küresel sermayenin bekçiliğine soyunmuştur. Tekelci şirketlerin yer altı kaynaklarına göz koyduğu ülkelere saldırı için kullanılan bu askeri örgüt bir güvenlik kuruluşu olmaktan çıkarak, tekelci şirketlerin çıkarları doğrultusunda dünya ülkelerine saldıran bir lejyoner birliğine dönüşmüştür. Bu durumun da acilen önlenebilmesi için NATO örgütünün Birleşmiş Milletlere bağlanması ve acilen bir Dünya Ordusuna dönüştürülmesi gerekmektedir. Ancak bu yoldan bu büyük güvenlik örgütünün emperyalist sömürü doğrultusunda işgal ordusuna dönüşmesi önlenebilecek ve Birleşmiş Milletlerin dünya barışı hedefleri doğrultusunda görev yapacak bir acil müdahale birliği misyonu ile dünya ordusu olarak evrensel barışın sağlanmasını gerçekleştirecektir. NATO’nun ABD üzerinden küresel sermaye ve Siyonist lobilerin çıkarları doğrultusunda kullanılmasının önlenebilmesi ancak Birleşmiş Milletler çatısı altında alınacak kararlar ve uygulamalar sayesinde mümkün olabilecektir.
Birleşmiş Milletlerin, milenyum bildirisinde belirtildiği gibi güçlenebilmesi için genel kurulunun, güvenlik konseyinin ve genel sekreterliğin yeniden düzenlenmesi zorunlu görünmektedir. Genel sekreterlik icranın başı olarak daha güçlü yetkiler ile donatılmalıdır. Genel kurul başkanlığı ise daha güçlü bir temsil ve denetim organı konumuna sahip kılınmalıdır. Genel kurula katılım zorunla hale getirilmeli, kurul karalarının bağlayıcılığı ise artırılarak yaptırıma bağlanmalıdır. Örgütün öncüsü olan ABD ile BM kararı ile kurulmuş olan İsrail gibi ülkelerin sürekli olarak Birleşmiş Milletler kararlarına uymaması dikkate alınarak, kararlara uymayan ülkelere karşı daha büyük ve etkili yaptırımların devreye sokulması gerekmektedir. Kararlara üç kez uymayan üye devletlerin örgütten ihraç edilmesi ve yalnız bırakılması ya da ambargo gibi olumsuz uygulamalar ile karşı karşıya bırakılması genel kurul kararlarının hem ağırlığını hem de bağlayıcılığını artıracaktır. Ayrıca, güvenlik konseyinin de yeniden düzenlenmesi değişen koşullar dikkate alındığında zorunlu görünmektedir. İkinci dünya savaşı sonrası durumun getirdiği konjonktür doğrultusunda belirlenen güvenlik konseyinin yapısının hemen değiştirilerek, çok kutuplu dünyanın yeni kutup merkezlerinin de bu üst organda daimi üyelik statüsünde temsil edilmeleri sağlanmalıdır. İkinci dünya savaşının iki karşı ülkesi olan Almanya ve Japonya dünyanın en büyük ekonomik güçleri olarak daimi üye olma hakkına sahip görünmektedirler. Ayrıca, Hindistan, Brezilya, Avustralya, Nijerya, Güney Afrika, Mısır, Türkiye, İran gibi ülkelere sürekli üyelik hakkı verilerek, güvenlik konseyindeki daimi üye sayısı onbeşe çıkarılmalı, geçici üye sayısı da on beşe çıkarılarak bu üst organ da yeni bir denge oluşturulmalıdır. ABD’nin G-20 ülkeleri arasına alarak Rusya ve Çin iki büyük dev ülkeyi çokluluk çerisinde kontrol etme girişimi de bu on ülkenin güvenlik konseyinde daimi üye olarak yer almaları gerektiğini ortaya koymaktadır. G-20 ülkeleri gruplamasıyla yeni kutup başı ülkeleri kontrol edemeyen ABD, bu gibi geçici uygulamaları bir yana bırakarak, güvenlik konseyinde on daimi üyeliği G-20 arasına aldığı büyük ülkelere verebilirse, o zaman çokluluk içerisinde denge ve kontrolü Birleşmiş Milletler çatısı altında yapabilecek ve böylece güvenlik konseyinin yeni yapılanmasıyla daha etkili bir güvenlik üretimi söz konusu olabilecektir. Güvenlik konseyi ile beraber genel kurulu da güçlenecek bir Birleşmiş Milletler, gerçek anlamda uluslar arası hukuka uygun bir küreselleşmenin merkezi olabilecek ve bu uluslar arası örgüt zaman içerisinde gerçek bir Dünya Devletine dönüşme şansına sahip olabilecektir. O zaman da Dünya Ticaret Örgütü üzerinden emperyalist ve sömürücü bir yanlış küreselleşme süreci sona erecek, yerine daha adil ve eşitlikçi bir dayanışmacı küreselleşme bütün dünya devletlerinin ve uluslarının bir araya gelmeleriyle mümkün olabilecektir. Merkezi coğrafyada batılı gizli servislerin başlattığı, terör ve karışıklıkların bir üçüncü dünya savaşına dönüşmesi tehlikesi ancak böylesine güçlü bir Birleşmiş Milletler örgütünün duruma müdahale etmesiyle mümkün olabilecektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.