Prof. Kozanoğlu: Umut Yok, Kriz Daha da Derinleşecek
Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, var olan zihniyet ve ekonomi politika anlayışı devam ettiği sürece Türkiye’nin nefes almasının mümkün olmadığını söyledi.
Kozanoğlu, ekonomide umut verici söylemin zor olduğunu vurgulayarak, “Dolar 6.20 TL’ye çıkmışsa belki yarın çok daha büyük bir sıçrama göstermeyebilir, faizler bulunduğu yerde kalabilir ama bu bile bir ekonominin yavaş yavaş bulunduğu yerde çürümesi için yeterli bir neden.
Türkiye’de en endişe veren göstergenin işsizliğin yükselmesi olduğunu dile getiren Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu ile İstanbul seçimin yenilenmesi ekonomiye etkisini, krizi ve çıkış yollarını konuştuk
İstanbul seçiminin tekrarlanması krizdeki Türkiye ekonomisi açısından ne anlama geliyor?
23 Haziran’a giderken ekonomide hiçbir gösterge 31 Mart’tan daha iyi olmayacak. Türkiye’de en endişe veren gösterge işsizliğin yükselmesidir.
Ocak 2019’da işsizlik oranı yüzde 14.7’ye çıktı, gelecek dönemlerde yüzde 15’in üzerinde gelecek.
Bu zaman zarfında da merak ediyorum geçim sıkıntısı çeken kesime AK Parti nasıl bir mesaj verecek. Türkiye’de zaten işgücü piyasasında yapısal bir bozukluk var.
İşgücüne katılım yüzde 50 seviyesinde, bu, yüzde 15’in işsiz kalması demek, 100 kişiden 43’ünün çalışması demek.
Çalışacak insanların yarısı bile işgücüne katılamıyorsa o toplumun üretken bir toplum olması beklenemez. Türkiye ne yazık ki bu eşiğin altına düşmüş durumda.
Bu kadar yüksek işsizliğin sonu nereye varır?
İspanya gibi ülkelerde gençlere yeni yetenekler ve beceriler kazandırmak için çabalar var. Ama Türkiye’de işsizliğin getirdiği karamsarlık, dışlanma duygusu, şiddete yatkınlık gibi psikolojik sorunlarla karşılaşmaları daha yaygın.
Türkiye’de ne bir işte ne eğitimde olan gençlerin oranı yüzde 25’lerin üzerinde. Dünyanın değişik coğrafyalarında kapitalist küreselleşmenin getirdği gelir ve servet dağılımı bozuklukları ve insanların üretimden dışlanmasına karşı çok ciddi bir tepki oluşmuş durumda. Bir anlamda küresel kapitalizmin sonuna geldik.
Nefes almak yok
Ekonomi için umutlu olabilme imkânı var mı, her şey güzel olabilecek mi?
Ekonomik göstergelerde 23 Haziran’da da daha sonraki dönemde de var olan zihniyet ve ekonomik politika anlayışı devam ettiği sürece Türkiye’nin bir nefes alması mümkün değil.
Aslında 2008-2009 krizinde farklı olarak gözlemlediğimiz 2 tane çok ciddi tehlike var. Birincisi borçların azaltılması çabası.
Türkiye’nin dış borçları 2018’in birinci çeyreğinde 467 milyar dolarken şu anda 448 milyar dolara düşmüş. Bu borçların üretkenliği verimliliği artıracak alanlara yönelmemiş.
Borçların hızlı şekilde azaltılması daha büyük bir tehlikeyi getirir. Ekonomi durgunlukta. Mal ve hizmet üreten şirketlerin kapasiteleri artmıyor. Nakit akışları durmuş vaziyette.
Tüm kaynaklarını borçlarını ödemeye ayırmaları demek üretimlerini daha da düşürmek demek. Bu da işçi çıkarmak anlamına gelir. Bu bir anlamda ekonominin damarlarından kanın çekilmesini gösterir.
İkinci tehlike kredi kıtlığı. Krediler neredeyse dondu. Faizlerin enflasyonun yüksek olduğu bir ortamda kredilerin enflasyon oranında artması gerekiyor. Böyle bir ekonominin çıkış yakalama dinamiği kaybolur.
Olduğu yerde debelenmeye başlar. Zaten bu kriz ortamının başından beri Türkiye’nin geçmişte karşılaştığı krizlerden farklı olarak günbegün hafta ve hafta akut etkilerinin görülmesinden öte, çok uzun süreli, yavaş yavaş insanın bataklığa batmasına benzer bir tablo izliyor.
Dolar 6.20 TL’ye çıkmışsa belki yarın büyük bir sıçrama göstermeyebilir, faizler bulunduğu yerde kalabilir ama bu bile bir ekonominin yavaş yavaş bulunduğu yerde çürümesi için yeterli bir neden.
Bir programla çıkış önermem
Çıkışı nerede görüyorsunuz, IMF’ye gidilme ihtimali var mı?
Türkiye için bir ekonomi programı çerçevesinde çıkış yolunu önermiyorum. Türkiye’nin öncelikle daha demokratik daha özgürlükçü, bilime ve kurumsallaşmaya önem veren bir anlayışla yönetilmesi gerekiyor.
Böyle bir dönüşüm olmadan ekonomik performanstan fazla bir şey beklenmemeli. IMF’nin Türkiye benzeri ülkelere önerdiği reçetelerin de fazla hayır getirdiğini düşünmüyorum.
Bugün IMF ile bir anlaşma yolu aransa burada ABD’nin onayı gerekiyor. ABD ile S-400 sorunu varken onaylanacağını beklemiyorum.
Diyelim ki sorunlar aşıldı ve IMF ile bir anlaşma yapılacak, hiçbir hesabın verilmediği harcamaların kısıtlanması gerekiyor, bu bir anlamda Cumhurbaşkanı’na mali yetkiler veren sistemin tıkanması anlamına geliyor.
Bu açıdan da IMF ile anlaşma yapmak kolay görünmüyor. Ben IMF temelli bir kemer sıkma politikasını desteklemem.
Ama hükümetin Bakan Berat Albayrak’ın niyetlendiği hamleleri yapabilmesi de kendi iç kaynaklarıyla mümkün değil. Böyle büyük bir enjeksiyona ihtiyaç var.
Kamu üretimde daha etkin olmalı
Ekonominin önünde 3 seçenekten söz edebiliriz:
1- Kamunun ekonomide üretim bağlamında da daha etkin olması gerekiyor. Tanzim satışlarında bunu tekrar hatırladık.
Devlet her şeyi üretmez ama onun düzenleyici rolü çok önemlidir. Kamuculuğun, planlamacığın tekrar ihya edildiği bir anlayış gerekiyor. Ama böyle bir iktidardan bunu beklememiz söz konusu değil.
2- Bunu pek temenni etmem ama kendi parametreleri içinde bir çözüm olabilecek piyasacı bir yaklaşım. 2001 ve 1994 krizindeki gibi yine büyük fatura emekçilere kesilecektir.
3- Tehditlere, korkutmalara, sopa sallamalara dayanarak insanların hizaya geleceği, ekonominin bu şekilde yoluna gireceği anlayışı terk edilmeli.
Eğer bu yöntemden vazgeçilmezse Türkiye ekonomisi debelenmeye devam eder.
Yurttaş için zor dönem
Yılın ikinci yarısında ekonomide bir düzelme beklentisi söz konusuydu, siz neler öngörüyorsunuz?
Ekonomide düzelmeye dönük bir potansiyelin bulunduğunu düşünmüyorum. Özellikle 31 Mart seçimi ve sonrasında hükümetin ekonomide durumun vahametini kavrayamadığını görüyorum.
Bu da manzaranın daha ürkütücü bir hal almasına yol açtı. Mart ayı dolar kuru ortalaması 5.40 TL iken şu anda 6.20 TL’ye sıçlarış durumda. İki yıllık hazine bonolarının faizi de yüzde 25’i aştı.
Firmaların TL cinsinden kredilerinin faizi çok yükseldi, döviz cinsinden borçlarının da kur oynamasından dolayı maliyeti arttı. Kurun artması şirketlerin yüklerini artırıyor.
Firmaların bunun altından kalkması hem çok zor olacak hem de firmaların 2011 krizinden de 1994 krizinden de tanık olduğumuz gibi işçi çıkartma, işçilerin ücretini geç ödeme, eksik ödeme, işten çıkartıkları çalışanların yerine kalanları daha uzun mesailere bırakma gibi koşulları önlerine koyacaklar.
Sade yurttaş bir taraftan istihdam olanaklarınının daralmasıyla bir taraftan da hayat pahalılılığıyla karşı karşıya kalacak.
Cumhurbaşkanı “gaz sıkışması”ndan bahsetti, asıl enflasyonda bir gaz sıkışması olduğu düşünüyorum.
Enflasyon rakamlarında üretici fiyatlarıyla tüketici fiyatları arasındaki fark 10 puanın üzerine çıktı.
Bu da gelecek dönemlerde tüketici fiyatlarına yansıyacak. Kurdaki artış da fiyatları daha yukarıya taşıyacak. İnsanların satın alma gücü geriledikçe giderek en zaruri ürünlere yöneliyorlar.
Oylara sahip çıkmak önemli
Ekonomide dip nokta göründü mü, çürüme, batış nereye kadar gider?
En iyimser tahminciler bile seçimlerin dip olacağını ondan sonra yükselişin başlayacağını düşünüyorlardı.
Hiçbir analitik değerlendirme yapmadan ekonomi yönetimi de 2008-2009’da V şeklinde krizden dönüşe güveniyorlardı ama şu anda o zamanın potansiyelinin olmadığının farkında değiller.
O dönemde IMF’den büyük kaynak geldi. Dünya likitideye boğuldu. Petkim, Tüpraş, Erdemir gibi büyük kuruluşlar elden çıkartıldı.
Şimdi öyle bir potansiyel yok. Dünya ekonomisi uygun değil. Şu anda Türkiye’nin imajı da dibe vurmuş durumda.
Ekonomide umut verici şeyler söylemek çok zor. Ekonomiyle ilgili umut verici mesajların da ancak siyasi dönüşümden sonra verileceğine inanıyorum. İnsanların oylarına sahip çıkması çok önemli.
Liyakat yoksa yenilik olmaz
Hükümet bu krizi öngörmedi mi, hangi noktadan itibaren yanlış yapmaya başladı, bu kadar seçimin yapılması mı ekonomiyi bu hale getirdi?
Buna aşama aşama bakmak lazım. Türkiye kapitalist küreselleşmeyle ülkenin dinamiklerini göz önüne almadan gözü kapalı bir bütünleşme süreci izledi. Türkiye sıcak para dediğimiz anında vurup kaçan akımlara çok açık bir ülke.
Kendi kaynaklarınızın ötesinde geçici bir refah yaşanmasına neden oldu. 2012’de yabancıların borsadaki yatırımları ve devlet iç borçlanma senetlerine park ettimleri para miktarı 140 milar dolardan giderek krizin en şiddetli yaşandığı ağustos - eylül döneminde 40 milyar dolara düşmüştü.
İkinci aşama eneji ve inşaat gibi döviz üretmeyen üretkenlik seviyesi düşük sektörlere hapsolundu.
Bu da bir taraftan borçların geri ödenmesini zorlaştırdı. Üçüncü aşama ise başkanlık sistemine geçilmesi.
Şimdi Türkiye’de liyakat mekanizmanının tıkandığı, tüm yetkilerin yandaşlık, cemaat, tarikat bağları çerçevesinde verildiği bir sisteme geçildi. Bilimin olmadığı, liyakate değer verilmeyen bir sistemde yenilik de inovasyon da olmaz.
Şehriban Kıraç/Cumhuriyet
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.