Çidem Ayözger Ergüvenç
RADYO
Radyo uzun yıllar Türkiye’nin en önemli bilgi ve eğlence kaynağı olmuştur. Televizyon ülkemize geldikten sonra sinema, tiyatro, konser gibi birçok sanatsal etkinliğin itibar yitirmiş olması gibi radyonun da geçmişe gömülmüş olduğunu düşünenlerden değilim. En azından araba yolculuklarında insanları en çok oyalayan şey radyodur.
Benim çocukluğumda cumartesi günleri öğleden sonra “Çocuk Radyosu” diye bir program vardı. Çocuk temsilleri, çocuk korosu, çocuklara yönelik bilmeceler falan yer alırdı. Bazı okul arkadaşlarımın bu programlarda görev aldıklarını anımsıyorum. Ne yazık ki beni çok mutlandıran bu programdan sonra “İnce Saz” programı başlardı; bu bana pek hüzünlü ve anlamsız gelen bir programdı. Saz eserlerini de hiç sevmezdim. Ama Zeki Müren’in, Safiye Ayla’nın, Hamiyet Yüceses’in, Müzeyyen Senar’ın ve daha birçok ses sanatçısının yorumladığı Türk Sanat Müziği ve bazen de Türk Halk Müziği parçaları evimizde çokça ve hepimiz tarafından keyifle dinlenirdi. Saniye Can, Zehra Bilir gibi Türk Halk Müziği sanatçılarını bugün bile zevkle izliyorum.
Çocukluğumdan başlayıp yetişkin bir insan olduktan, hatta evlendikten sonra bile sürüp giden “Radyo Tiyatrosu” çok güzel bir programdı. Cumartesi günleri öğle saatlerinde “Uğurlugiller Ailesi” yayınlanırdı. Yıldız Kenter, Müşfik Kenter, Şükran Güngör, Çolpan İlhan, dadı rolünde Tevfik Gelenbe diziyi çok çekici kılarlardı. Büyüyüp de Cumartesi günleri öğleden sonra arkadaşlarımla buluşmak üzere hazırlanırken kendi odamızdaki radyodan bu programı sevgiyle izlerdim.
Çocukluğumda her akşam mı yoksa arada bir mi anımsamıyorum haberlerden sonra “Tarihten Bir Yaprak” programı olurdu. Acaba yanılıyor muyum? Suat Taşer seslendirirdi diye aklımda kalmış; yine de korkarım yanılıyorum. Haberler başlamadan hemen önce memleket saat ayarını bildirmek amacıyla “Gonga saat tam...da vurulacak” denirdi. Uzun süre “Gonga”nın kim olduğunu merak edip neden vurulacağını anlamaya çalıştım.
O yıllarda bana en monoton ve sıkıcı gelen program “Vatan Cephesi” programıydı. Programda, bazen de fazla abartarak Demokrat Parti’ye üye olanların isimleri sayılırdı. Programı dinlemezdik ama hakkında çıkan söylentilere ailece pek gülerdik.
1960 Devrimi’nden sonra TRT kuruldu. Ülkenin en ücra köşelerine kadar Türkçe yayını gerçekleştirildi. Bu vesileyle yerel dilleri kullanan insanlar Türkçe ile tanıştı. Çok kaliteli ve aydınlatıcı programlar dinlemeye başladık. Bilgi yarışmaları falan o kadar kaliteliydi ki şimdi gençler dinlese, sıradan insanların verdikleri doğru yanıtları duyunca, bunların her biri ordinaryüs profesör olmalı diye düşünürler. Siz anlayın Türkiye’de eğitime nasıl kıyım yapıldığını.
İlk başlarda TRT 1, TRT2, TRT 3 gibi çeşitli programlar yoktu ama bir İl Radyosu vardı ki tadından yenmez. Günün belirli saatlerinde “Klasik Batı Müziği” programları olurdu; benim çok zevkle dinlediğim programlar. Biz klasik batı müziği sevenler, hani bize pek dokunmayan matem günlerini çok severdik çünkü o günlerde sürekli klasik müzik yayını olurdu. Örneğin ABD Başkanı Kennedy öldürüldüğünde on beş gün art arda klasik müzik yayını yapılmıştı. Matemdeydik ya…
Bir de Salı ve Cuma akşamları “Dilek Pınarı” programı vardı. Süreyya Arın sunardı. Önceleri yalnızca Cuma günleri yayınlanırken gördüğü ilgi üzerine Salı günleri de yayınlanmaya başladı. Kendimize şarkı tutardık. Günün en popüler parçaları çalınırdı.
Biraz da radyoların kendisinden söz edelim. Manuel olarak kanallar ayarlanan, içinde ışık yanan, biraz da hantalca cihazlardı. Küçükken o ışıklara gözümü dayayarak bakar ve içinde konuşmakta olan küçücük insanları görmeğe çalışırdım. İşin komik tarafı, basma eteklikli başında arkadan bağlanmış başörtüsü ile bir kızı gördüğüme inandığımı bile anımsıyorum.
Sonraları transistörlü radyolar çıktı; pille çalışırlardı. Sapından tuttunuz mu beraberinizde radyo dinleyerek dolaşabilirdiniz. Sokaklarda daha çok “Almancılar” denilen kesimin elinde olurdu. Doğrusu pek işlevseldi ama yayını alması için yön saptamanız gerekirdi. En sevdiğim şey yatarken bu radyolardan evimizde olanı yatağıma alıp dinleyerek uyumaktı ama ne yazık ki uyku arasında sıklıkla yere düşürüp hem ev halkını hem de alt katta oturan komşularımızı rahatsız ederdim.
Reklâm programları olurdu, bazıları gerçekten de çekiciydi ama benim en çok dikkatimi çeken, aynı zamanda da yadırgadığım bir reklâmda dinleyicilere bir soru sorulur ve doğru yanıtlayanlar arasında yapılacak ad çekmede doğru yanıtı bilen iki yarışmacıdan birine kol saati, öbürüne ise bir paket dudak çikleti armağan edilirdi. Bu eşitsiz armağanlar beni hep şaşırtmıştır.
Sonra televizyon geldi… Yine de radyonun yeri başkadır. O günlerde de sansür olayı sürüp giderdi, doğruları söyleyenler zaman, zaman gadre uğrardı ama bugünkü kadar değil.
Sevgili büyük ablam, kalben ve işlevsel olarak bir radyo kahramanı Beldan Kabalak’ın anısına…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.