Aşkım Tan
RİSK(!)
Cumhuriyet tarihinin en acı doğal afetlerinden biri olan Erzincan Depremi'nde yaşanan bir olay, o dönemde insanların takdirini toplamıştı ve o olay bizlere bugün de umut verebilir.
27 Aralık 1939'da, yani 81 yıl önce Erzincan'da 7,2 büyüklüğünde bir deprem olur.
Depremde 30 binden fazla insan hayatını kaybeder, 100 binden fazla insan yaralanır ve şehir neredeyse tamamen yıkılır.
Bu deprem, dünya tarihinin en ağır bedel ödenen depremlerinden biri olarak kayıtlara geçer.
Deprem Aralık ayında gerçekleştiğinden ısınmak için kullanılan sobaların ve mangalların devrilmesi sebebi ile yangınlar çıkar.
Depremde 100 binden fazla ev yıkılır ve kış şartlarında dış dünya ile bağlantısı kesilen Erzincan'da can pazarı yaşanır.
Evlerin çoğu kerpiçten olduğu ve fazla destekli yapılmadığı için yıkılır.
Hem kış şartları hem de iletişim ağlarının kopması nedeni ile bu zorlu coğrafyaya gerektiği gibi yardımlar vaktinde gönderilemez.
Şehirde neredeyse ayakta kalan hiçbir yapı yokken tahmin edebileceğiniz gibi cezaevi binası da ağır hasar görür ve mahkûmlar açıkta kalır.
Sabıkasında adam öldürme, gasp, hırsızlık, kaçakçılık gibi suçlar olan mahkûmlara ne kadar güvenebilirsiniz?
Toplumun önemli bir kesimi o insanlara güvenilmemesi gerektiğini düşünebilir fakat bu düşünce her zaman doğru olmayabilir.
İnsanların hata yapmaya meyilli olduğu, tecrübelerle öğrendikleri ve yaptıkları hatalardan ders çıkararak geliştikleri bilinmektedir.
Dönemin Erzincan Cumhuriyet Savcısı İzzet Akçal, mahkûmları toplar ve onlara şu tarihi cümleleri söyler: “Sizi şimdi kurtarma çalışmalarında görev almak üzere serbest bırakacağım. Aranızda civar köylerden olanlar varsa iki günlüğüne köylerine gidip, ailelerini görebilirler. Ancak bir koşulum var; hiçbiriniz kaçmayacaksınız. Canla başla çalışacaksınız. İşimiz bitince cezaevine döneceksiniz.”
Mahkûmlar her sabah depremin yaralarını sarmak için çıkar, akşam tekrar döner ve Savcı tarafından her akşam cezaevinde sayım yapılır.
Deprem bölgesine özel bir trenle hareket eden dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü de bu özverili çalışmaya tanık olur.
Erzincan yakınlarındaki köyde bir mahkûm trene binmek ister ancak muhafızlar mahkûmu trene bindirmezler, bu sırada çıkan kargaşa sebebiyle İnönü olay yerine gelir.
Mahkûm İnönü’ye yaklaşarak: “Efendim, ben Savcı Bey’e kaçmama sözü verdim. Erzincan’a dönüp, kurtarma çalışmalarına katılmak istiyorum. Beni de trene alın.” demesi üzerine İnönü olaydan etkilenir ve mahkûmu trene alır.
Dördüncü Umumi Müfettişlik çektiği telgrafta, mahkûmların bin kişiyi kurtardığını yazar.Mahkûmların bu iyi niyeti ve fedakarlığı sebebi ile TBMM'ye bir kanun teklifi verilir ve bu, özel bir af kanununu içerir.
Görüşmeler sırasında Erzincan Milletvekili Abdülhak Fırat şöyle der: “Biliyorsunuz ki, bu insanlar hakikaten hayatlarında bazı günahlar işlemiş, hatta can acıtmışlardır, fakat buna mukabil yüzlerce can kurtarmak suretiyle yararlıklar ve fedakârlıklar, ahlâkî birçok vasıflar da göstermişlerdir.”
26 Nisan 1940'da özel af kanunu Resmi Gazete'de yayımlanır ve yürürlüğe girer.
Bu af kanununa göre aralarında adam öldürme, hırsızlık, gasp, kız kaçırmaya teşebbüs, tütün kaçakçılığı gibi suçları bulunan 241 mahkûmun, mahkûmiyet sürelerinin beşte dördü affedilir.
Gelelim günümüze…
Gaziantep Asri Mezarlığı ve Yeşilkent Mezarlığı'nda bulunan sahipsiz mezarlar, “Denetimli Serbestlik Yasası”ndan faydalanan 40 mahkûma emanet edildi ve bu mahkûmlar sahipsiz mezarların her türlü bakımını yapıyor.
Mahkeme kararı ile kamu hizmeti yapma cezası alan 40 kişi, Gaziantep Denetimli Serbestlik Müdürlüğü ve Büyükşehir Belediyesi arasında yapılan anlaşma ile mezarlıklarda temizlik ve bakım çalışması yapıyor.
Üstünde toprak kalmayan mezarlara el arabaları ile toprak taşınıp düzeltilirken, devrilen mezar taşları da büyük bir titizlikle yeniden yerlerine yerleştiriliyor.
Mezarların etrafındaki yabani otları da temizleyen mahkûmlar, çiçekleri sulayıp ağaçların bakımını yapıyor.
Bir örnek daha…
Fethiye’de bir dönem Belediye Başkanlığı yapan ve bugün aramızda bulunmayan Özer Olgun da farklı bir projenin altına imzasını atmıştı.
Belediye tarafından açılan bir ekmek fırınında Fethiye Cezaevinde yatan yüz kızartıcı suçlar nedeni ile ceza almamış olan mahkûmları gardiyan denetiminde çalıştırmıştı.
Yine aynı belediye başkanı, ruhsatsız silah bulundurmaktan ceza almış bir mahkûmu sadece mesai saatlerinde olmak üzere makam şoförü olarak görevlendirilmişti.
Ya bugün?
Giresun, sel ve heyelana yol açan şiddetli Ağustos yağışı ile büyük yara aldı.
Kentte çok sayıda dere taştı ve en büyük hasar Dereli ilçesinde oluştu.
Dereli’de yaşanan sel felaketi sonucunda, iki yüzden fazla jandarmanın temizlik çalışmalarına katıldığı haber oldu.
Kuşkusuz askerimiz her sıkıntıya kendini nefer eder ve bu millet askerimize minnettardır.
“Hükümlüler, kurum dışında, Ceza İnfaz Kurumlarındaki Hükümlülerin Cezaevi Dışındaki İşyerlerinde çalıştırılması Hakkında Yönetmelik hükümlerine göre çalıştırılırlar.
Adalet Bakanlığı, tarım, deniz ve su ürünleri avcılığı, inşaat, yol, madenci, orman gibi iş alanlarında çalışma ekipleri kurabilir.
İşçi çalıştıran kamu kuruluşları da sahip oldukları iş alanlarında hükümlü çalıştırmak zorundadırlar.
Ekip halindeki bu çalışmalara, açık ve yarı açık ceza infaz kurumu hükümlüleriyle kapalı ceza infaz kurumlarında hükümlülük süresinin en az dörtte birini iyi halle geçiren hükümlüler katılırlar.”
(Kaynak: Ceza İnfaz Kurumları İle Tevkifevlerinin Yönetimine Ve Cezaların İnfazına Dair Tüzük)
Hal böyle olunca, Dereli gibi –ısrarla afet bölgesi ilan edilmeyen- bölgelerde neden mahkûmlardan yardım alınmadığı sorusu geliyor akla ister istemez.
Yoksa günümüz yönetimi bu alanda ciddi bir güven sorunu mu yaşıyor dersiniz?
Riski göze alarak krizleri başarı ile yöneten ve bu günlerde bize umut veren dönemin Cumhuriyet Savcısını, mahkûmları, milletvekillerini ve belediye başkanlarını minnetle anıyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.