Saat
Çidem Ergüvenç”in yeni yazısı...
Saat hem bir ölçek, hem de tüm evrenin en değerli şeyi olan zamanı ölçen bir kavramdır.
Zamanın bu kadar önemli olmasının asıl nedeni ise biz ölümlülerin kucağımıza belirli miktarda bırakılmış olması ve kullanma tarihinin ne zaman bitireceğini bilmemiz olsa gerek. Bu gerçeğe karşın zamana karşı yaklaşımımız zikzaklar çizer. Mutlu bir ânımızın asla bitmemesini dilerken, heyecanla bir şeyi beklediğimizde dakikaların saatler gibi uzadığından yakınır, bir an önce vaktin dolmasını ve beklentimize kavuşmayı gözleriz. Beklentilerimizi kovalarken bize armağan edilmiş olan saatlerin pek de kıymetini bilemeyiz. Yaşlılar, “gençken insanlara günler kısa yıllar uzun gelirken yaşlılıkta günler uzun yıllar kısa gelir” derken pek de haksız sayılmaz.
Okula başlarsınız hafta sonları ve yarıyıl tatilleri kovalanır, derken başlar bir üst sınıfa geçme telâşı. Öyle böyle, yaşamı kovalayarak eğitim yılları gerilerde kalmıştı; bir bakarsınız orta yaşa gelmişsiniz bile. Evlilik, çoluk çocuk telâşı, eğer şanslıysanız ve anne-babanız hayattaysa onlara koşuşturmalar üstüne çalışma hayatı sizi yorgun düşürür. “Şöyle hafiften bir üşütsem de yatıp dinlensem” diyecek hale gelirsiniz; ne var ki bu dönem hiç de sandığınız gibi rahat geçmez ve bu kez de biran önce iyileşmek için saatleri kovalarsınız.
Otuzlu yaşlarımdayken ve eşim genellikle Ankara dışında olduğundan çocuğum, ev sorumluluğu, çalışma hayatı ve sosyal yaşamım beni öylesine sıkıştırıyordu ki, günler yirmi dört saat yerine otuz iki saat olsa hayatım ne kadar kolaylaşır diye düşünürdüm.
Gelelim zaman ölçüm aleti olarak saatlere. İlkokuldayken en imrendiğim şeylerden biri de bazı arkadaşlarımın kolunda gördüğüm saatlerdi. Kol saatleri değerine göre çeşitli markalarda olduğu gibi kızlar ve erkekler için olanları birbirinden farklılık gösterirdi. İlk kol saatim olduğunda yaşadığım gururu anlatamam. Ama hem hareketli bir çocuk hem de solak olduğum için, sol kolum her dakika ortalarda olur ve hiç istemediğim halde saatimi oraya buraya vurarak çabucak bozardım. Çareyi sağ koluma takmakta buldum ve o gün bu gündür saatimi orada taşırım.
Çocukluğumda hemen hemen her evde duvar saatleri olurdu. Kimileri çok şık, antika değeri taşıyan, kimileri daha sade. Çoğunun içinden çıkan bir kuş saat başlarını gösterirdi. Bazılarının içindeki bir sarkaç her saat başı gonga vururdu. (Çocukluğumda radyodan memleket saat ayarı verilirken “Gonga saat tam …de vurulacak” denirdi; besbelli birisi gonga vuracak. Oysa ben gongu gonga diye bir cisim gibi algılar, nasıl bir şey olduğunu merak ederek ne muzırlık yapıyor acaba ki her saat başı gongayı dövüyorlar diye merak ederdim.) Çocuklar duvar saatlerine pek meraklı oldukları için onlar harekete geçince hemen altına gelir hayran hayran bakarlardı.
Masa saatleri de vardı. Pek çoğunda çalar saat bulunurdu. Cam fanuslar içinde gösterişli saatler misafir odalarında süs eşyası olarak kullanılır; zaman zaman da pillerinin değiştirilmesi ihmal edildiğinden genellikle işlevini yapamazlardı.
Çalar saatler şimdiki cep telefonu saatleri gibi üst üste kurulmaz, bir kez çalar susardı. Bütün öğrencilerin en büyük kâbusu olduklarından kuşkum yok. Ben genellikle saati durdurur beş dakika sonra mutlak kalkarım nasıl olsa diye düşünerek uykuma devam ederdim. Neden sonra uyanırdım; tabii ya gideceğim yere gecikir, ya da daha da beteri çalışmam gereken dersi çalışmaya vaktim olmadığı için kendime kızardım. Pinokyo gibiydim, pişman olurdum olmasına ama bir sonraki gün yine aynı şeyi yinelerdim. Benim için uyku baldan tatlıydı.
Bir ramazan günü, Şeker Bayramının hemen öncesinde, beni ve sahur yemeğe kalkmayacak olan birçok kişiyi acımasızca uyandıran davulcu kapıya gelip bahşiş isteyince koşarak içeri gittim. Çalar saatim elimde geri döndüğümde istersem bununla uyanabileceğimi, ama kimsenin uykuya ihtiyacı olan hastaları, yaşlıları ya da bebekleri dindarlık kisvesine bürünerek rahatsız etmeğe hakkının olmadığını söyledim; talep ettiği bahşişi de vermedim. Herkesin dindarlık anlayışı kendine; hiç kimse bana, kendisinin bu dünyadaki en iyi mümin olduğu biçiminde bir iddiada bulunmaya kalkışsa asla kabul etmem; böyle bir iddiayı da asla kanıtlanamaz. Din çığırtkanlığına hiçbir zaman hoşgörüm yoktur.
Ankara’da Kızılay Meydanında bir saat kulesi vardı. Gençlik yıllarında elimize kurumuş çiçeklerden oluşan bir demet ile orada bekler, erkek arkadaşımız gelene kadar çiçeklerin solduğunu anlatmaya çalışırken çok eğlenirdik ama aslında bizden başka kimse bizi fark etmezdi bile!
Dolmabahçe’deki Sokak Saati gerçek bir sanat eseridir. İzmir’in saat kulesi de turistlere her zaman çekici gelmiştir. Sokak saatleri sanırım kol saatlerinin çok yaygınlaşmadığı dönemde insanları bilgilendirmek için dikilirdi.
Bugün artık yediden yetmişe herkesin iyi, kötü bir cep telefonu var; birçok işe yaradığı gibi zamanı da bildiriyor. Öyleleri gelişti ki saat gibi kolunuza takıyorsunuz.
Zaman çok değerli. Boşa harcanmaması gerekir. Hele ülkelerin böyle bir lüksü asla olamaz. Güneydoğudaki savaş yanlış politikalar yüzünden yıllardır sürüyor; nice eve ateş düştü, askerlikten sahte belgelerle kaçanlar dışındaki gençlerimiz telef olup gidiyor. Zamanında gerekli önlemlerin alınmamış olmasının bedelini onlar ödüyorlar. Zamanın iyi değerlendirilmesi gerektiğinin yalnızca bir örneği.
Zamanında tarım ve hayvancılık yanı sıra endüstriyel yatırımlarla donatılmış ülkemizde hem tarım ve hayvancılık yalnızca ölmekle kalmayıp sanki yerin yedi kat dibine gömüldü hem de sanayi yatırımlarımız telef oldu gitti; bazıları zaman çok kötüye harcadı. Sonuç, en azından işsizlik sorunu.
Her harcanan şeyin telâfisi mümkün olabilir ama zamanın asla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.