Cüneyt Şaşmaz

Cüneyt Şaşmaz

ŞAHİKA'daki TÜRK, ATATÜRK!

Geçmiş'ten her şey alınır, bugün'ün sorun'ları için kopya çözüm alınmaz!
Bugün'ün sorunlarını çözmek için çağ'ın ruhu'na uygun düşen stratejik akıl şart.
 
Mustafa Kemal'in Türkiyesi, İslam'ın emrettiği hiçbir evrensel değer'le uğraşmadı, hurafeleri içinden ayıkladı.
 
Mustafa Kemal'in Cumhuriyet'i, Laiklik'e içinde yaşadığımız dünya'nın gözü ile "ulusal" bir pencere açtı.
 
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Türkçülük'ü de laik'tir, milli'dir, aynı zamanda yereldir.
Günümüz kavramı üzerinden söyleyecek olursak, "Global"dir.
 
Hem global hem de yerel!
 
Mustafa Kemal Atatürk her daim "Ultra Plus"!
 
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, II. Dünya Savaşı öncesinde "enformasyon zehirlenmesi"ne maruz kaldı, yanlış yönlendirildi.
 
Hitler ve Mussolini'yi doğru okudu ama Avrupa'nın içindeki sert çekişme'yi yanlış değerlendirdi.
 
Olmaz denilen ne varsa oldu.
 
İngiliz & Fransız statükosu'ndan yana saf tutan Gazi, 1940'ın bir parmak öncesinde öldü.
 
Mareşal Mustafa Kemal Atatürk, hiçbir zaman "süperman" olmadı.
 
Ne teorisyen ne de akademisyen, realist pragmatik pratisyen.
 
Geçmişi olmayan fani.
 
1776, 1789 real politik'i üzerinden yükseldi, hiçbir zaman romantik politik olmadı.
 
II. Dünya Savaşı'nda Avrupa içindeki hikaye'yi doğru okuyabilmiş olsaydı, 57 yaş'ında aramızdan ayrılmazdı.
 
Mustafa Kemal Atatürk bugün hayat'ta olsaydı, dün nasıl yaptı ise bugün de aynısını yapar, çağ'ın ruhu'na hitap edip sorun'u (Gordion Düğümü'nü) ilmek ilmek çözerdi.
 
Batılı partner'i ile tango yapardı, halay'a durmazdı.
Zeybek oynardı.
 
Düşman kazık'ı yoktur, dost kazık'ı vardır.
 
Kimi zaman ne’yin söylendiği önemlidir, kimi zaman kim’in söylediği, kimi zaman da kimin neyi söylediği vb.
 
Atatürk, Misak-ı Milli sınırları içerisinde, batı tipi bir ulus devlet ile cumhuriyet rejimini birlikte ilan etmiştir.
 
Atatürk ilkeleri olarak adlandırılan "altı ok"un üçü Rus devriminden, üçü de Fransız devriminden alınırken, Türkiye’ye özgü sentezci bir yaklaşım ile ulusal cumhuriyet yapılanmasına gidildi.
 
Ne var ki, ulus devlet kurulmasına rağmen sadece milliyetçilik ilkesi ile yetinilmiyor ve aynı zamanda halkçılık ilkesine de temel prensipler içinde yer verilerek farklı alt kimliklerden gelen Anadolu ve Trakya halkının aynı ulus devlet çatısı altında halkçılık politikası çizgisinde bir araya gelmelerine giden yol açılıyordu.
 
Anadolu halkının büyük çoğunluğunun Müslüman kökenli olmasına rağmen, yeni kurulan devletin laikliği esas alması da farklı din ve mezhep anlayışından gelen insanların ortak bir çatı altında bir araya gelmelerini hedefleyen ve İslam dünyasında ilk kez ortaya çıkan farklı bir siyasal yapılanmanın sonucu olarak öne çıkıyordu.
 
Böylece farklı din ve etnik kökenden gelen insanların beraberce aynı devletin çatısı altında bir araya gelerek yaşamaları mümkün hale getiriliyordu.
 
"Devrim" yapan "kurucu liderler"; insanlığa kazandırdıkları değerlerle, "Devrim Kanunları"yla, getirdikleri "ilkeler"le anılırlar.
 
Önderlik ettikleri toplumun içinde neyi değiştirmişler, insanları hangi yöne sevk etmişler, isimlerini hangi "mücevher taş"a yazdırmışlar, ona bakılır.
 
Bu açıdan bakıldığında, Mustafa Kemal bizim için dilimiz, dinimiz, bayrağımız, el sanatlarımız, ünlü yazarlarımız, kompozitörlerimiz, şarkıcılarımız, milli sporcularımız gibi bir "değer" değildir; Kurucu İrade’dir.
 
Bu irade, laiklik ilkesiyle bütün İslam alemini aydınlatarak ümmet kültürü yerine yurttaş kavramını getirmiş, modern ulus-devlet düşüncesini Müslümanların kafasına nakşetmiştir (emperyalizm bu yüzden hala onunla uğraşıyor!).
 
Bu "Aydınlanma" dün olduğu gibi gelecekte de bütün İslam alemini dönüştürmeye devam edecektir.
 
"Devrim Kanunları" konjonktürel değil, yapısaldır; bu ülkenin kemiklerine işlemiştir.
 
Bugüne kadar etnik ve dini boğazlaşmalar içinde bu ülke parçalanmadıysa, bunu "Devrim Kanunları"na, özellikle de laiklik ilkesine borçluyuz.
 
Çanakkale’de ortaya çıkan Mustafa Kemal imgesinin nasıl oluştuğunu anlamak için, orada nelerin yapıldığını ve neler yaşandığını bilmek gerekir.
 
Çanakkale Savaşları ile ilgili açıklamalar yaptığı Ruşen Eşref’e imzalayarak verdiği (24 Mayıs 1918) fotoğrafın arkasına;
"Her şeye karşın kuşkusuz ki bir aydınlığa doğru yürümekteyiz.
Bende bu inancı yaşatan güç, yalnız sevgili ülkeme ve ulusuma duyduğum sınırsız sevgim değil, bugünün karanlıkları içinde, yalnızca yurt ve gerçek sevgisiyle ışık saçmaya ve aramaya çalışan bir gençlik gördüğümdendir..."
diye yazmıştı.
 
Sabaha karşı çıkartmaya başlayan düşmanın, Conkbayırı’ndan tepeye doğru ilerlediğini gördüğünde, ana çıkarmanın yapılmakta olduğunu anladı ve hemen harekete geçti.
 
Conkbayırı’nın önemini biliyordu.
 
Fransız Tarihçi Benoit Mechin’in daha sonra yazdığı gibi, "İstanbul’un kilidi Çanakkale Boğazı, Çanakkale Boğazı’nın kilidi ise Conkbayırı’ydı; burayı ele geçiren, İstanbul’u ele geçirecekti".
 
25 Nisan’da başlayan ve 16 Mayıs’a dek 21 gün süren Conkbayırı savunması, tarihin gördüğü en kanlı savaşlardan biridir.
 

Saldırının ilk günü; düşman durdurulmuş, Kabatepe çıkarması başarısız kılınmış ve düşmana ağır yitikler verdirilmişti.

 
Saldırıyı gerçekleştiren Kolordu Komutanı General Birdwood, 25 Nisan akşamı İngiliz Kuvvetler Komutanı General Hamilton’a başvurmuş ve çıkartmanın durdurularak "bütün askerlerin geri çekilmesini" istemişti.
 
Komuta yeteneği ve ortaya konan direnme gücü bakımından olağanüstü bir gün olan 25 Nisan 1915 için, Ruşen Eşref’e şunları anlatır:
 
"Yirmi dört saatten beri aralıksız süren savaş, askeri çok yormuştu.
Verdiğim bir emirle saldırıyı kestim.
Ancak vatanı kurtarmak için, kazanılmış olan hattı güçlendirmekten ve ne olursa olsun bırakmamaktan başka çare yoktu.
Bu nedenle gereken şu emri verdim:
Benimle birlikte burada savaşan bütün askerler bilmelidirler ki, bize verilmiş olan namus görevimizi tümüyle yerine getirmek için, bir adım geri gitmek yoktur.
Rahatlık uykusu aramanın, yalnız kendimizin değil, bütün milletin sonsuza kadar rahattan yoksun kalmasına neden olacağını, hepinize hatırlatırım".
 
Bir yıl önce, Balkan Savaşı’nda, "bir nefeste bir vilayeti bırakıp dağılan" bir ordu yerine, dünyanın en büyük askeri gücüne karşı, "savunduğu toprağın bir karışı için, bir taburunun kanını bir nefeste kurban eden" bir orduyla karşılaşmışlardı.
 
"Herkes, bulunduğu taşa, toprağa; elleri, ayaklarıyla sarılmış, ölüyor ama tutunduğu yeri bırakmıyordu".
 
Gözleriyle gördükleri büyük değişim, "bir komuta mucizesi mi, yoksa anlaşılması olanaksız bir bilinmezlik miydi?!"
 
İki savaş arasında orduda görülen direnç gücü ve savaşkanlık ayrımı, birçok insan için, anlaşılması olanaksız boyuttaydı.
 
Türk halkında varlığını her zaman sürdüren yurt savunma güdüsü, yönetim yeteneği yüksek, bilinçli ve atılgan komutanlık iradesiyle buluşunca, Çanakkale’deki direnişi ortaya çıkarmıştı.
 
Aynı sonuç, dört yıl sonra yapılamaz denilen Anadolu direnişinde alınacak; Kurtuluş Savaşı'yla büyük güçlerin Türkiye’ye yönelik plan ve uygulamaları, Çanakkale’de olduğu gibi geçersiz kılınacaktır.
 
Türk'üz, tarihte yaşayan Atatürk'lerin emanet'inin bekçisi'yiz!
 
Atatürk, başı dumanlı doruklarda yüce bir dağ tepesidir.
Siz ona yaklaştıkça, o yükselir ve aranızdaki mesafe sonsuza kadar baki kalır.
 
Kafası karışık okur'a düz, en basit cümleler ile yazsan da anlamıyor, birçok eklenti'den oluşan metin sunsan da okumuyor.
 
Kişisel doğum günleri bir yana, bu Vatan'ın bölünmez bütünlüğü ve laik rejim'i adına 29 Ekim, 23 Nisan ortak doğum günümüz!
 
İçinden geçiyoruz zaman'ın...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.