Çidem Ayözger Ergüvenç
SEBZELERİN DÜNYASI
Beslenmemizin ana unsurlarından biri vitamin kaynağımız sebzelerdir. Ama biz insanlar her zaman onların değerini tam olarak anlayamıyoruz. Örneğin kabak.
Benim o kadar çok yemeğimi yaparlar ki; kızartırlar, böreklerde kullanırlar, çeşitli yemeklerimi yaparlar. Çiçeğim hem çok güzel hem de bir o kadar lezzetlidir. Örneğin zeytinyağlı dolması çok nadide bir mezedir. Bir de farklı bir akrabam var. Külkedisi’nin olmazsa olmaz arabası… Yalnız o mu, çocukların dünyasında şekilden şekle sokarlar zavallıyı. Tatlısına doyum olmaz ama çorbası da bir o kadar lezzetli olur. İnsanlar bizi yiyip dururlar beni ama övgüye gelince sıfır. Birbirlerine hakaret olsun diye saçı azalmış birine kabak kafalı deyiverirler. Biri herhangi bir konuyu fazla mı diline doladı yorum hazır “kabak tadı verdi!” Arkadaşım patlıcan da bazen horlanır ama benden daha şanslı olduğunu kabul etmem gerekir.
Kabak yanılıyor. Ben de onunla aynı kaderi paylaşıyorum insanların hakaretlerine uğrama konusunda. Örneğin büyük ve şekilsiz bir burnu olan insanlara, “patlıcan burunlu” derler. Benim biraz tombiş bir kardeşim var, topak patlıcan, o da çok lezzetlidir. Biz ikimizin de pek çok yemekleri yapılır. Kebabımız bile vardır. Salatalarımızın çeşitleri hiçbir sebzede olmadığı kadar çoktur. Ancak kabul etmem gerekir ki düzden pişirilirsek biraz sası olabiliriz. Ama bizleri kızgın yağlarda kızartır ya da kor ateşlerde közlerseniz yapacağınız yemeklerin tadına doyum olmaz. Ne acı ki nankör insanlar kardeşime de bulaşmaktan çekinmez. Kısa boylu, şişman bir hanım gördüler mi iftiraları hazır: “bacaklara bak topak patlıcan gibi”. İnsanlar istedikleri kadar bizi aşağılamaya çalışsınlar, turşumuzdan reçelimize kadar yapmadıkları yemeğimiz yoktur.
Soğan olmaktan yana bir sıkıntım yok. Hemen, hemen her yemeğin, birçok salatanın vazgeçilmeziyim. Başlı başına bir dolmam bile vardır ki herkes bayılır. Çorbamın tadına doyamazsınız. İnsanlar benim doğal antibiyotik olduğumu söylüyorlar. Hatta soğuk algınlığı olanlar başuçlarına beni kesip koyuyorlar güya rengim koyulaşıp hastayı iyileştirecekmişim! Palavra, ama antibiyotik taşıdığıma tıbben inanıyorlar sanırım. Beni ilgilendirmez. Ben lezzetime ve zengin çeşitlerime bakarım. Yeşil uzun saplı olanım var, kırmızı olanım var, bembeyaz olanım bile var. Zenginlik benim adım. İnanmıyorsanız kesin dörde, göbeğimi kuru fasulye ve pilavla yiyin; illâki bana hak vereceksiniz. Yalnız bu aralar pek pahalandım; bu keyfi sık, sık yapmaya gücünüzün yetmeyeceğinden korkuyorum.
Biz soğanla hasım mıyız, hısım mıyız bilemedim ama nedense hep birlikte anılırız. Ben de onun gibi keskin kokuluyumdur. Hem ondan da daha keskin; fazla yerseniz bir gün sonra bile kokum geçmez. Birçok salataya, mezeye, cacığa hatta bazı yemeklere özel bir tat getiririm. Baharda tazelerim çıktığı zaman insanlar beni kapışır, yemeğe doyamaz. Ben hem insanların tansiyonlarını düşürürüm, hem de soğandan daha güçlü bir antibiyotik taşıdığıma inanıyorum. Gözünüzde arpacık çıkarken beni ikiye bölün gözünüze sürün, çok yanar ama arpacık çoğu zaman geçer. Kastamonu’da yetişenlerim pek makbuldür ama herhalde paramız çok ki yurt dışından akrabalarımı getirtmeye başladılar. Sarımsağın kokusu mutlak çıkar derken insanlara hak vermemek elde değil. Ama pastırmayı bensiz yapın da görelim.
Sarımsak lâfa atlayınca ben kenara çekildim. Pazara gidin mutlak beni soğanla yan yana göreceksiniz. Sokak satıcıları hiçbir zaman “Soğan var, sarımsak var” diye bağırmazlar; beni anmadan geçemezler ama nedense ismimi kibarlaştırıp “Soğan, patetiiiz” derler bağırırlarken. Ben tıbbî yönüm ne kadar güçlüdür bilemem; yalnız kaynak yapanlar yanlışlıkla gözlük takmayı ihmal ederlerse gözlerine bir avuç kum dökülmüş gibi yanarlar. İşte o zaman beni ikiye böler, içlerimi gözlerine bağlarlar; yarım saat kadar sonra rahatladıklarında bir bakarım bütün vücudum kara, kara beneklerle dolmuş, gözlerdeki yabancı maddeleri olduğu gibi emmişim. Kızartmam çok ünlüdür; özellikle çocukların vazgeçilmeziyim. Şimdilerde daha sağlıklı pişirilebilmem için beni kabuklarımla dilimleyip az bir yağ sürdükten sonra, yağlı kâğıtta fırında pişiriyorlar. İnsanlar sonunda akıl ettiler beni kabuğumla tüketmeyi. Çeşitlerim diğer sebzeler gibi çok değildir. Bir tek pembe olanım vardır. Bir de cevizden biraz büyük cüce patatesler olur ama onlar benim özürlü hâlim herhalde. Anlamadığım bir şey ver; benim gibi kaprissiz, kolay yetişen bir sebzeyi neden ithal ettiler ki?
İnsanlar bana imrenerek “Lâhana gibi kat, kat giyindim” derler ama ne kadar giyinseler benim yapraklarım kadar çok katlı olamazlar. Kapuskam, dolmalarım, çorbam çok güzel olur. Salatamı yaparlar, turşuma doyum olmaz. Bana imrenen bir sebze var ona kırmızılâhana diyorlar ama benim gibi gösterişli değil. Tıkız mı tıkız, hem onun yalnızca salatası olur. Bir de modern hanımlar onu doğrayıp et suyuyla, içine elma koyup pişiriyorlar. Etlerin balıkların falan yanında servis yapılıyor. Uyduruk bir yemek. Ayrıca kavruk kalmış bir akrabam da var; beğenmedikleri için ülkelerinden atmışlar, onlar da bize sığınmış, Brüksel lâhanası. Bunların hiç biri benim elime su dökemezler.
Ben arkadaşlarımdan daha kadersiz bir sebzeyim. Yatılı okulda okuyan insanlar koca, koca adamlar olduktan sonra bile beni yemezler. Çocuklar içinde beni sevene rastlamadım. Çorbam, salatam, yemeklerim, hele ki portakalla pişirilmiş zeytinyağlım nefis olur. Aslında beni sevmek belirli bir olgunluk gerektirir. Anladınız sanırım; ben kerevizim.
Lezzetim, taşıdığım vitaminler ve mineraller saymakla bitmez. Çok da lezzetliyimdir. Birçok yemeğe lezzet katmam için eklenirim ama salatamın tadı bir başka güzeldir. Turşum da yapılır. Ayrıca çocukların dostuyum, bir şey canlandırmaları kendilerinden beklendiğinde genellikle havuç kılığına bürünürler. Bir de kardan adamlar ben olmasam burunsuz kalırlardı.
Ben ıspanağım, güç kaynağıyım, masal kahramanıyım, ama çok da kadersizim. Doğduğumdan ölene kadar hep yerlerde sürüklenirim. Sonra beni topladıklarında hanımlar öyle çok yıkarlar ki içim dışıma çıkar. Bununla da yetinmezler uzun süre suda bekletirler; kaç kez boğulma tehlikesi atlattım. Zavallı semizotu da benimle kader birliği yapmış sanırım, onu da yemeden önce epey hırpalarlar. Boşuna dememişler “Tabak sevdiği deriyi yerden yere vurur” diye.
Enginar olmak bir ayrıcalıktır. Çok nazlı yetişirim, ömrüm oldukça kısadır. Boşuna dememişler güzeller şanssız olur diye. Yetişmemin nazlı olduğu gibi pişirilmem de biraz zahmetlidir. Şimdi yapraklarımı maket bıçağı ile kesiyorlar ama büyük hata, çünkü yapraklarımın kökleri de çok lezzetli olur. Bir tek kusurum karnımdaki tüyler. Onları hiç sevmiyorum. Neyse ki pişirilmeden önce onlarda kurtuluyorum ama bazı beceriksiz hanımlar tüylerimi temizledikten sonra beni boş yere bekletince sinirimden morarıyorum.
Sebzelere bir cesaret geldi sanırım dilleri açıldı, istenmedik bir şey söyleyip malûm merciler onları susturmadan önce ben yazımı sonlandırayım. Belki çok ısrar ederlerse başka bir yazımda da geri kalanların sözcüsü olurum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.