Şiir ile kavga, aynı satıra sığmaz
Kerime Yıldız'ın yeni yazısı...
Google’a, “Kudüs şâiri” yazınca Nûri Pakdil çıkıyor. Ömrünü Kudüs dâvâsına adamış, Kudüs’ü “kol saati gibi taşıyan”, Kudüs’e ayarlanmamış vakti boş sayan şâir. Ona göre, Kudüs sevilmeden insanlığa girilemez. Gençlik yıllarında, havadan çekilmiş 23X82 Kudüs posterini yanından ayırmayan bu dâvâ adamının Kudüs’e hiç gitmediğini, âhir ömründe 81 yaşında TİKA tarafından götürüldüğünü öğrendiğimde çok şaşırdım. Paris’e bile gidebilmiş ama Kudüs’e gidememiş.
Bunun sebebi ne olabilir? Memuriyet alışkanlığı mı? Yâni, “Devlet göndersin” alışkanlığı mı? Belki de romantizm. Hani kavuşunca aşk bitermiş ya. Her neyse birileri, bu hasreti fark edip vuslata sebep olmuş.
İşte bizim mahallenin en Kudüs sevdâlısı böyle. Kola dökenlerin, kahvecileri basanların, Amerikan traşı yapmayan kot pantolonlu berberlerin kusuruna bakmamak lâzım. Dâvâdan anladıkları bu. Ermeni tasarısı ABD kongresinde görüşüleceği zaman Yavuz Ağıralioğlu’nun ABD’yi nasıl tehdit ettiğini hatırlıyor musunuz? “Çocuklarımıza Enver, Talat, Cemal isimlerin koyarız ha!” Kongre üyeleri, katıla katıla gülmüştür.
Bir aydan fazladır İsrâil’in ödünü patlatan protestolara baktıkça canım o kadar sıkıldı ki yazma iştahım kayboldu. Sessiz kalmayı bile İsrâil taraftarlığına yoracak kadar azgınlaşanlardan biri, “Madonna kadar, Angelina Joli kadar haysiyetiniz yok mu?” diye yazmış. Oğlum, sende gram akıl yok mu? Onlar, kurtla yiyip kuzuyla ağlıyorlar. Dâvâyı, ağzına sakız etmişsin, “Nazar etme ne olur, çiğna senin de olur” diyerek bizi de yoldan çıkarmaya çalışıyorsun.
Birkaç gün evvel kapım çalındı. Karşımda 8 veya 9 yaşlarında iki çocuk, ellerinde bir kutu. Birini tanıyorum. İyice bir âilenin çocuğu. “Gazze için para topluyoruz.” dedi, tebessüm ederek. Kutunun üzerinde de öyle yazıyor. Açıp baktım. Kâğıt ve bozuk paralar var.
“Çocuklar bunu yapmanızı kim istedi?”
“Öğretmenimiz.”
Şu öğretmene bakar mısınız? Bayram şekeri toplamaya çıkan çocukların geriye gelmediği bir ülkede çocuklara, “Kapı kapı gezip para toplayın” diyor. Açtım ağzımı, yumdum gözümü:
“Size bunu söyleyen öğretmeniniz suç işliyor. Böyle kapı kapı dolaşıp para toplayamazsınız. Bu tip şeyler kurumsal yapılır. Nasıl göndereceksiniz bu parayı? Kime vereceksiniz?”
Doğru dürüst cevap alamadım. Benim uyarılarım arttıkça çocuklar, korkmaya başladı. Zaten korksunlar, bir daha yapmasınlar istiyorum. Devam ettim:
“Sizin böyle para topladığınızı gören bir uyanık, tutsa aynı şekilde para toplasa veya elinizden alsa ne yapacaksınız? Başınıza bir şey gelse öğretmeniniz ne yapacak?”
Çocukların nutku tutuldu, dinliyorlar.
“Bâzı şeyler, böyle başlar çocuklar. Yarın bir gün bu para toplama biçimi, hoşunuza gider, başka şey için de yaparsınız. Çete kurarsınız. Okulda arkadaşlarınızı korkutursunuz. Sonra hukuka, devlete kafa tutarsınız.”
Çocuklar, alı al moru mor gittiler.
Sonra deprem bölgesindeki öğretmen arkadaşımı arayıp anlattım. “Asla Milli Eğitim’in böyle bir yönlendirmesi yok. Öğretmen, çocukları tehlikeye atmış.” dedi ve ekledi. “Biz unutulduk. Gazze’nin kaç katı yıkıldık.”
O öğretmen, kendi çocuklarına bunu yaptırmaz. Elin evladı, ele kolay geliyor.
Sultanahmet’teki Filistin nöbetine katılan ağlak bir yazar anlatıyor. Nöbetteki hanımlar, “Bıçak kemiğe dayandı. Ne yapacağız?” diyorlarmış. “Gazze orada!” desek Yahudiperest oluyoruz. Gazze’de şehid olmak isteyen bir romantik, aynen böyle demişti.
Sultanahmet’e giden genç kızlar, yağmurun altında ağlayarak imzâ toplamışlar. İçlerinden biri, “Bu topladığımız imzâları nereye vereceğiz?' diye sormuş. Yazar, sessizce göklere bakmış. Kızın yüzü aydınlanmış. “Anladım. Biz, Gazze'nin dilekçesini, meleklere teslim edeceğiz.” demiş.
Kızım niye meleklere teslim ediyorsunuz? İlgili makamlara göndersenize! Ne yiyip içip eyleme gidiyorsunuz?
Yazarımız ağlayarak soruyor:
“Peki başka ne yapacağız? Duâdan ve boykottan başka ne yapabiliriz?”
Aşkolsun bu nasıl bir soru? O eşi benzeri görülmemiş büyük eylemi, nasıl es geçersiniz? Toplayın artistleri şarkıcıları, defli dümbelekli bir ziyâret yapın, Gazze sınırına. Moral verin!
Bir başkası tvitırdan soruyor:
“Gerçekten mi kapatamıyoruz limanlarımızı ve hava sahamızı, bu insanlık düşmanı soysuz terör örgütü İsrâil'e? Cidden mi yapamıyoruz bunu? Anlamıyorum neyi beklediğimizi? Cidden anlamıyorum.”
Cevâbını bildiğiniz soruyu niye soruyorsunuz? Netanyahu, “İktidarını korumak isteyen, sesini kessin!” demedi mi? Aynı Mavi Marmara gibi. Sizler de Mavi Marmara dâvâsı satılırken köşelerinizi korumak için sesinizi kesmediniz mi?
Bizim romantik İslâmcıların boykottan anladığı bu işte! Yağamayacaklarını bildiklerinden gürlüyorlar.
Savaşı bitirecek en büyük boykotu, sona sakladım.
Nuri Pakdil, Kudüs’e gittiği zaman yanındaki gazetecilere ne demiş biliyor musunuz?
“Bu Siyonist askerlere sert bakın! Ben öyle yapıyorum, sert bakıyorum."
Şiir ile kavga, aynı satıra sığmazmış. Sığdırmaya kalkan, arada sıkışır kalırmış. İşte şâirin izinden giden romantik Gazzeciler de böyle bir sıkışmışlığın esiri.
Sorun şu ki bu sıkışmışlığı kahramanlık olarak yutmamızı istiyorlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.