ŞÛLE’NİN KIZILCIK ŞERBETİ
Kerime Yıldız'ın yeni yazısı...
Show tv’nin reytingi yüksek dizisi Kızılcık Şerbeti, kadına şiddeti ve baskıyı teşvik ettiği gerekçesiyle RTÜK’ten cezâ aldı. Daha feci sahnelerin yer aldığı dizilere dokunmayan RTÜK’ün, mezkûr dizideki “gelinin camdan itilmesi” sahnesini bu kadar ciddiye alması, anlaşılabilir bir şey değil.
Zaman zaman dizi eleştirileri yapıyorum. Fakat ilk birkaç bölüm sonrasında, “Nerem doğru ki? diyen dizilere tahammül edemediğim için devam edemiyorum.
Murat Soner’in dizi eleştiri videolarını bilmiyordum. Çocuklardan öğrendim. Mübtelâsı oldum. Dizilerdeki saçmalıklarla çok güzel dalga geçiyor. Fakat kimin umûrunda? Senaristler, ne seyrediliyorsa onu yazıyorlar. Seyirciler, ne yazılıyorsa onu seyrediyorlar. İki taraf, birbirini besliyor. Akıl mantık dışı olması önemli değil.
Soner’in Kızılcık Şerbeti eleştirisi varken kalem oynatmaya gerek yok. Yine de esas maksadıma geçmeden evvel RTÜK’ün cezâ verdiği “gelinin camdan atılması” sahnesi dâhil, birkaç eleştirim olacak. Sahne, bana hiç inandırıcı gelmedi. Pencerenin önündeki puf, perdenin açık olması ve tülün de iki kanatlı olması ne demek? Gelin camdan atlamak isterse kolaylık olsun diye mi? Nitekim gelin hanım, sanki daha evvelden prova etmiş gibi pencereyi açıp, “atlarım” diye tehdit etti. “Deli misin? İn oradan!” diyen dâmâdın, geline yaklaşınca niye ittiğini anlayamadım. Bana göre gelinin, yediği tokat veya yumrukla yere düşüp başını çarpması daha inandırıcı olurdu ama “pornografi hissi öldürür” kuralı gereği, artık öyle bir sahne bizi kesmez. Yere çakılan gelin, daha bir çekici. Nitekim bu acemice itme sahnesi gündem oldu. Yâhû bu kız yere çakıldı yere! Yüzünde bir yara bere olmaz mı?
Nursemâ’nın her iki âileyle yüzleşme sahnesi, Sadâkatsiz dizisinden kopye olmasa daha iyi olurdu. İçindekileri döktükten sonra arkasını dönüp kapıya doğru giderken eşarbını düzelten Nursemâ’da, saçını düzelten Doktor Asya’yı gördüm. Yine de “oh!” dedirtti.
Klasik sanatlarımıza yer veren dizilerde, konuyla alâkalı birine danışılmalı. Nursemâ’nın bir hocadan ders almadan hattat olması, çerçeveye götürdüğü tezhibsiz hatların çerçevelenince tezhibli olması, 2023’de çekilen bir dizide ayıptır.
Gelelim asıl maksadıma. Diziye kesilen cezâyı eleştiren yazılardan birisi, çok dikkatimi çekti. Nihal Bengisu Karaca, nefis bir tahlilden sonra RTÜK’ün, “Nursemâ'ların hikâyesindeki hakikatlerle” neden baş edemediğini şöyle açıklamış:
“Sebep, senaryonun, ‘Başörtülü dindar kadınları, sâdece laikçi rejim ezmiştir. Oysa biz, o kadınlarımızı pamuklara sarmıştık’ anlatısına, ‘Âbi öyle de ama bak kendi kendinize kaldığınızda siz de bu kadınları ezmişsiniz’ parantezi açmasıdır. Dahası, ‘muhâfazakâr âilelerde bir huzur vardır, öyle bir huzurdur ki tadından yenmez’ mitine çomak sokmasıdır.”
Bir arkadaşım, “Yaa Amerika’da okumuş kız, bu kadar pasif ve ezik olur mu?” diye itiraz ettiğinde, “haklısın” dedim. Fakat sonra aklıma, siyâsette yükselen Nursemâların liderlerine kayıtsız şartsız itaati ve muhâfazakâr mahallenin en büyük aktivisti Şûle Yüksel’in, kendi mahallesinde mâruz kaldığı şiddete karşı suskunluğu geldi. İktidara, yasaklara, askere kafa tutan, hapse girmeyi göze alan Şûle, Huzur Sokağı’nda her iki eşinden de şiddet gördü. Neredeyse konuşulması yasak olan bu şiddet, Demet Tezcan cesâret edip yazana kadar yokmuş gibi davranıldı. Sorgulanmadı, cezâlandırılmadı. Şûle Yüksel, kocalar şiddetine, dâvâ zarar görmesin diye susmanın bedelini çok ağır ödedi. Hâlet-i rûhiyyesi bozuldu.
İşte bu şiddet, Nihal Bengisu Karaca’nın sözlerini vaktiyle haklı çıkarmış; “Başörtülü kadın, başımızın tâcıdır” anlatısını, yerle bir etmişti zâten. Dizide, bununla tekrar yüzleştik. Daha doğrusu yüzleşmeye korktuk.
Hakkında yapılan bir sürü belgeselde yaşadığı şiddetten bahsedilmeyen Şûle Yüksel’in hayâtını dürüstçe anlatan bir dizi film yapılırsa neler olacağını çok merak ediyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.