Çidem Ayözger Ergüvenç

Çidem Ayözger Ergüvenç

ŞUNDAN BUNDAN

2020 yılında “Ngazete”de yayınlanmış olan köşe yazılarımı “Şundan Bundan” adlı kitabımda toparlamış ve İlgi Otizm Derneği yararına yayınlamıştım. Bu kez içeriği nedeniyle bu köşe yazıma da aynı ismi verdim. Bakarsınız bir sonraki kitabımda yeni yazılarım bir araya gelir, “Şundan Bundan 2” yine aynı amaca hizmet amacıyla yayınlanır; kim bilir?

Rahmetli teyzem nazara çok inanan bir insandı; biraz da yaşını gizlemeyi severdi, öylesine ki seksen yaşına yaklaşırken yaşı sorulduğunda altmış sekiz yaşında olduğunu söyleyecek kadar. Yaşı doksanlarına yaklaşıp kalça protezi nedeniyle yürüteç kullandığı dönemde teyzemle yemeğe çıktık. Çok da duyarlı olduğundan kuşku duyduğum bir arkadaşım, devletin en önemli bankasında çeşitli görevler almış, aklı başı fevkalâde yerinde teyzeciğimi görünce yanaklarını öpüp, “Ah! Canım ne güzel de yürüyorsunuz, maşallah yemeğe falan gelebiliyorsunuz” gibi yersiz iltifatlardan sonra bana dönüp teyzemin kaç yaşında olduğunu sordu. Sinir oldum ve “Aslında kırk dört yaşında ama erken çöktü.” diye yanıtladım.

1984 ya da 1989 yılıydı, tam olarak anımsayamıyorum. Bizim Kolej’den mezuniyetimizin yirminci ya da yirmi beşinci yıldönümü. Ankara Bilkent oteli Balo Salonunda mezuniyet yıl dönümüzü kutluyoruz. Sağımızdaki masa 1947, solumuz 1989 mezunları, biz ortalarında kalmışız. Yaş ve kuşak itibariye bir yerleştirme planı ayarlanmamış; tam anlamıyla bir karmaşa. O günlerde yanılarak sevmiş olduğumuz Özdemir Erdoğan müzik yapıyor. Balo bitti, sıra Kolej Marşımızın okunmasına geldi. Ne güfte bilen var ne beste! Orkestra güfteyi öğrenmeye zahmet etmemiş. Böyle özel bir gecede bu kadar önemli bir marşı öğrenmeden gelmelerini fevkalâde kınadım. “Erdoğan” ise her zamanki gibi saçmalayarak güfte niyetine abuk sabuk bir şeyler söylenince yerimden fırladım sevgili arkadaşım İpek de aynı isyanı duyumsadığı için benimle kalktı. Ankara Koleji Mezunlar Derneği Dönem Başkanının masasında soluğu aldık ve aldım sazı elime. “Ben ve eşim de bir sosyal derneğinin dönem başkanı ve eşiyiz. Böylesi gecelerde biz insanları bir araya getirirken yaş faktörüne dikkat ederiz. Ayrıca yerimizde oturup içki içip sefa sürmeyiz. Bütün gelenler bizim konuklarımızdır. Onları mutlu edebilmek için sırtımızdan ter damlar; tabanlarımız su toplarken biz gülücükler içinde herkese hizmet etmeğe çalışırız. Siz oturup, yemeklerinizi yiyerek eğleniyorsunuz. Böyle bir lüksünüz yok, hele ki Kolej Marşımız yalan yanlış okunurken” dedim. Küçük okuldaşımız, Başkan yerinden fırladı ve biz ablaları ile marşı birlikte yeniden okumamızı önerdi. Okuduk ama artık iş işten geçmişti.

Yıllar önce, “Bakara-Makara” Bakanımız öğle vakti Ankara’da bir restorana makam aracı ile geldi. Şeytanın kör taşı ben de aynı yerde arkadaşlarımla yemek yiyeceğim. Bakan korumaları ve ekibi ile birlikte araçtan indi, valeler seferber oldu, ben arabamla kala kaldım. Hemen valelere seslendim, benim daha önce geldiğimi belirterek arabamı çekmelerini istedim. Vale, Bakan ve şürekâsı şaşırdılar sonra ben makaracıya dönüp, “Önce Millet sonra Vekili” deyince akan sular durdu.

Bir, iki ay önce ara sokaklardan geçerek ana yola çıkmağa çalışırken elinde koltuk değneği ile bir dilenci yolumu kesti. Elinde sakladığı bir ilaç kutusunu göstererek, “Bu ilacı almam lâzım ama param yok, lütfen yardım edin” diye ricada bulundu. Hemen telefonumu çıkardım, kutunun fotoğrafını çektim, “İlâcınızın kaç para olduğunu ikimiz de bilmiyoruz; size eksik ödeme yaparsam işinize yaramaz. Bu sokaktan hemen sağa saparsanız orada bir eczane var. Şimdi ben oraya gidiyor, sizin ilacınızın fotoğrafını gösteriyorum. Parasını ödeyeceğim ve siz kutuyu gösterince ilacınızı alacaksınız” dedim. Adam, “Tamam abla kalsın” diye yanıtladı. Eh, cin olmadan çarpmaya kalmış ama sert duvara vurmuştu.

İnsanlar birilerini avutmak isterlerken o insanın başına gelen acıklı şeylere bin bir ekleme yapıp benzeri durumları yaşayan insanların ya da kendilerinin öykülerini anlatmaya başlar. Ne acıdır ki bu yaşanmışlıkların hiç biri mutlu sonla bitmez. Avuttuklarını sanırlarken zavallı dertlilerin yaralarına tuz serpeler.

Otizm konusunda katıldığım pek çok toplantıdan birinde Aile Bakanlığı üst düzey görevlilerinden biri de bizlerle birlikteydi. Kendisi konumu gereği fazlasıyla itibar görüyordu. Bizim taleplerimizi dile getirdiğimizi ve denetleme hakkımızı korumak istediğimizi belirttim. Görevlimiz o zaman, “Ben sizlerin istediklerinizi dikkate alıyorum ama siz de unutmayın ki talepleriniz benim kararıma bağlı; yani ben parayı vereceğim siz ise denetleme hakkı mı talep edeceksiniz” doğrultusunda bir söylem geliştirdi. “Bizim vergilerimiz üzerinden toplanan ve hepimizin üzerinde hak sahibi olduğumuz devlet birikimi ile ilgili olarak tabii ki denetleme hakkı talep ediyoruz” demek zorunda kaldım. Bu yorumum bazı çevrelerce alkışlandı bazıları ise devlete yaranmak ilkesini sığındı.

Bir litre su mu ağırdır, bir litre sudan oluşan buz mu; kuşkusuz ikisi de aynı ağırlıktadır ama ayağınıza bir litre su dökerseniz ferahlarsınız oysa bir litrelik buz kalıbını düşürürseniz, ne olabileceğini söylemek istemiyorum. Bu bağlamda ben sade vatandaş olarak kendimi okumadığım bir üniversiteden mezun gösterebilirim ayağımı bir litre su ile arındırmış varsayabilirim kendimi, ama sade vatandaş olmayan biri böyle bir yalan söyleyecek olursa ve de yalanını herkes biliyorsa, ayağına bir litrelik kalıp su düşmüş gibi olur. Tarih, ah tarih; yazdıklarının ortaya çıkması gecikebilir ama silmeyi beceremez.

Gün olur, devran döner; yalanlar yalanları, iftiralar iftiraları kovalar; ama kim bilir insanların vicdanında ve ilâhi adalet önünde kimler yargılanır, kimler aklanır.

Hak edilmiş aklanmalar, ülkeme yaraşan yargılanmalar dileğimiz hiç bitmesin!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.