Gülçin K. İNCEİPLİK
SURİYE KRİZİ, EKONOMİK KRİZ VE TOPLUMSAL KRİZ: ÜÇÜ BİR ARADA!
Son yaşanan İdlib saldırısı sonucunda mülteci ve göçmen krizinin toplumsal tepkileri büyüyor. Görsel ve yazılı medyada yayınlanan sınır kapılarındaki ve batı kıyılarındaki mülteci çocukların içler acısı görüntülerine bırakın duyarsız kalınmasını, çocuklara yardım götürenler bile sosyal medyada lince uğruyor. AHBAP'ın kurucusu Haluk LEVENT sınırdaki mülteci bebekler ve çocuklar için yaptıkları yardımlara gelen tepkiler üzerine açıklama yapmak zorunda kaldı. Hükümet yetkilileri ise toplumsal tepkinin büyümesinden belli ki çekindikleri için sürekli olarak sayılarla kaç bin Suriyeli’nin ülkeden ayrıldığını güncelleyip duruyorlar. Şu an son sayımız seksen binden fazla, yani her yüz kişiden ikisi Türkiye’den ayrılmış durumda. Ancak bu ayrılık dalgası kayıtlı dört milyona, kayıtsız beş milyona yakın mülteci ve göçmen nüfusunun onda birini bile karşılamıyor. Dokuz yılda Suriyeli mülteci ve göçmenler için otuz beş milyar dolar kaynak aktarıldı. Önümüzdeki günlerde beş milyona yakın insan sınır dışı edilemeyeceğine göre, yine baş başa kalacağız.
İşte sorun da burada başlıyor. Göçmen karşıtlığını ilk yıllarda kültürel uyumsuzluk tetiklese de, son yıllarda artan toplumsal tepkilerin şiddetini Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu ağır koşullar derinleştirdi. Perşembe akşamı yaşanan İdlib saldırısı ve onlarca şehit haberleri ile birlikte aslında bir sosyo-ekonomik gerçeğimiz de açığa çıkmış oldu. Nedir bu?.. Hem vatani görevin kutsallığı hem de mevcut ekonomik koşulların çaresizliği gençleri sözleşmeli askerliğe itiyor. Çoğu yeni evlenmiş, ailesine bakmak zorunda kalan gencecik çocuklar. Bizim insanımız konu ekmek parası olduğunda gözü karadır. Evine bir lokma ekmek götürmek için yerin on kat altına da iner, çatışmada göğsünü siper de eder. Tabii burada mevzuya vatani bir görev de girince, daha da gözü kara olunuyor. Öte yandan, bu savaşın Türkiye dışı topraklarda gerçekleşmesi nedeniyle birçok insan gibi bu görevin kutsallığını tartışmak durumunda da kalıyoruz. Aslında anlatmak istediğim mevcut durumun sonucuna değil, nedenlerine bakmak. Cumartesi günkü Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İstanbul’da milletvekillerine yönelik yaptığı konuşma epey tartışma konusu oldu. Duygusal ve yaraları sarıcı bir konuşma yapması beklenirken silah sanayiine ve turizm gelirlerine değinmesi tepkilere yol açtı. Aslında, AKP tabanındaki Suriye karşıtlığının temelinde kültürel uyumsuzluktan öte ekonomik sonuçlar yer alıyor. Erdoğan da, ekonominin iyiye gittiğinden dem vurarak kendi tabanındaki tepkileri hafifletmek istemiş gibi görünüyor. Bir açıdan konunun ekonomiye gelmesi yanlış değildi, işin ucu oraya dayanıyor zaten. Toplum, "Suriye topraklarında ne işimiz var" ve "elbette orada olacağız" şeklinde ikiye bölünse de, toplumun Suriye meselesinde fikir birliği yaşadığı tek nokta işin ekonomik boyutundan geçiyor. İktisadi sorunların ivedilikle çözüm beklediği bir ortamda ekonomik bir yük olarak görülen beş milyona yakın insanın topraklarından gelen her bir şehit haberimiz vatandaşı derinden üzmekle beraber kanayan ekonomi yarasına da tuz basıyor.
Sonuç olarak, bu soruna sadece bir güvenlik meselesi olarak bakamayız. İşin en önemli ve ülke geleceğini etkileyebilecek kısmı daha çok sosyo-ekonomik boyutta. Ekonomik kriz özellikle gençler üzerinde işsizlik boyutunda kendini gösterirken, sınır dışımızda gencecik canlarımız yitip giderken, Türkiye’nin kapıları açmasıyla birlikte Suriyeli gençlerin “Türkiye’de hayat şartları zor,”diyerek Avrupa kapılarına koşması toplumu kaçınılmaz bir şekilde nefret söylemi çıkmazına sokuyor. Haliyle bu toplumsal tepki on binlerce Suriyeli'nin sınır dışı edilmesiyle dinmez. Suriye krizi ve beraberinde gelen sorunlar ülkenin içinde bulunduğu özellikle ekonomik sorunlarla içiçe geçmiş durumda, bu yönde yapılması gereken kalıcı çözümler üretmekten ve toplumsal krizi daha da fazla derinleştirmeyecek ortak akıl siyasetini uygulamaktan geçiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.