Çidem Ayözger Ergüvenç
TAKSİLER
Taksiler olmasaydı kuşkusuz yaşamımız daha güç olurdu. Hele Türkiye’de olduğu gibi elinizi kaldırınca taksi bulabilmek gerçekten büyük lüks. Lüks olmasına lüks de şoförün düzgününe rastlayacaksınız. Önünüzde durduğunda nereye gideceğinizi sormadan sizi kabul etmeli. “Evime gidiyorum, sizin yolunuz çok ters”, “Değişim saatimiz, arabayı teslim edeceğim; yakın bir yere gidiyor olsaydınız ne âlâ ama sizi alamam”, “Ben bu yörenin taksisiyim oralara gidemem” diyerek gazlayanlara sinir oluyorum. Bir tanesini trafik polisine şikâyet ettim, yanıt harikaydı: “Ne yapalım hanımefendi, kulağından tutup zorla mı bindirelim sizi!”
Havaalanlarına transfer yapan anlaşmalı taksiler bazen insana uçağı kaçırtıyor. Böyle bir araçla anlaştım, sabah yedide gelip beni alacak. Yediyi on geçti ortada yok, bir arayayım dedim. Uykulu bir ses telefonunu açtı, nerede kaldığını sorunca uyuya kalmış olduğunu, hemen çıkacağını söyledi. On beş, yirmi dakika daha geçti gelen giden yok. Tekrar aradım, “Sizin sokaktayım, evinizi bulamıyorum yokuşun altında mı üst tarafında mısınız” diye sordu. Oturduğumuz sokağın iki tarafı beşer binadan ibaret. Meğer isim benzerliği nedeniyle yanlış sokağa gitmiş. Saat ilerliyor, taksilerin zor bulunduğu işe gidiş saatleri gelmiş, başka bir araç seçme hakkım yok. En sonunda zor şer gelebilen arabaya binerken birlikte yolculuk yapacağım arkadaşlarım havalimanından arayıp nerede kaldığımı sordu. Onlar bekleme salonuna çoktan alınmışlar neredeyse uçağa çağırılacaklar, ben evin önündeyim. Uçağa çağırıldıklarında binmelerini, benim şansımı bir deneyeceğimi söyledim. Uçağımı kaçıracağım besbelli, alanda bir çare bulurum umuduyla ulaşım aracına bindim. Şoförüm sorumsuzluk yaptığını, kendisini şikâyet edeceğimi söyleyince “alt tarafı bir uçak kaçırıyorsunuz; bunun için ekmeğimle ne hakla oynuyorsunuz” demez mi. Elime verseler gözümü kırpmadan öldüreceğim! Başladı gazlamaya. Sanırsınız Emerson Fittipaldi, uçuyoruz. Ben başladım yalvarmaya “tamam uçak kaçarsa kaçsın ikimizi de öldüreceksiniz!” Hiç oralı değil. Gazladıkça gazlıyor. Sonunda ucu ucuna uçağa yetiştirdi ama ben yine de kendisini şikâyet ettim. İşin en tuhafı ben inerken “Sizin gibiler yüzünden mesleğimden nefret edeceğim” demez mi!
İstanbul’da Suadiye’den Nişantaşı’na gideceğim. Konuğu olduğum yakının korsan taksi ayarlamış, bindim. Bağdat caddesinden Çevre yoluna çıktık, “Hanımefendi kusura bakmayın sizi burada bırakacağım, bir taksiye binersiniz artık” deyiverdi! O saatte, o dağın başında taksi bulmama olanak olmadığını, beni asla indiremeyeceğini söyledim. Yakıtı bitiyormuş, o yüzden gidemezmiş. Bir sürü benzin istasyonu var onlardan birinden yakıtını almasını önerdim. “LPG kullanıyorum, buralarda bulunmaz, en yakın istasyon Çamlıca’da” dedi. “Çamlıca’ya falan gitmeyeceğiz, yakıtınız bitene kadar yola devam edin. Biterse bir şeyler düşünürüz” diye yanıtladım. İkimiz de sinir içindeyiz. Yola devam ederken ben dört göz Çamlıca sapağını gözlüyorum; bir oldubittiye getirip saparsa diye de korku içindeyim. Sapağı geçince rahatladım. Köprüyü geçtik ilerliyoruz, yakıtın bittiği falan yok. Köprü çıkışında Tarabya’da bir müşterisine bir paket götürmesi gerektiğini, önce Tarabya’ya uğrayıp sonra beni bırakıp bırakamayacağını sordu. Yakıt meselesi anlaşılmıştı. “Şimdi arkadan senin gırtlağına sarılacağım; pişkinliğin bu kadarı olur” diye tersledim. Korktu mu bilemem ama sonunda Yıldız yokuşunu inerken “Sizi burada bırakabilir miyim çok acele bir işim var” demez mi? İyi tarafıma geldi, “Bulunduğumuz yerden Nişantaşı’na kadarki taksi ücretini kesip paranızı öyle vereceğim” dedim. Benden kurtulduğu için öylesine sevinmiş ki para almamakta ısrarcı oldu ama ben yine ödememi yaptım tabii ki.
Taksi sürücülerinin mutlaka çalıştıkları kenti çok iyi bilmeleri gerekir. Londra’daki taksi şoförleri bütün şehri tam olarak bilmeleri gereken bir sınavdan geçerler ve de bunu başaranlar “Lordlar Kamarası” üyelerinden bile daha saygın olarak benimsenir. Bizde durum çok farklı. Taksiye binersiniz, gideceğiniz yerin tam adresini verme lüksünüz yoktur, çünkü genellikle bilinmez. Yakınlardaki önemli bir caddenin ismini söylersiniz, alacağınız cevap genellikle, “Siz tarif edin” olur.
Taksiye bindiğiniz zaman ön koltuğun arkada oturan yolcunun burnunun dibine girmesi konusunu daha önce irdelemiştim bu nedenle şimdi bu konuya değinmeyeceğim; ama bazı taksilerin içindeki gül suyu, ter ya da ayak kokusundan da söz etmesem olmaz. Bir sorun da yıkanma alışkanlığı olmayan sürücülerin kötü kokulu deodoran(t) (bu sözcük aslında Fransızca kullanışıyla Türkçeye girmiştir, şimdilerde illâki sonuna bir “t” ekleniyor; tıpkı “restoran” sözcüğünün bilinçsizce “restorant” olarak kullanılması gibi. Farklı bir yolculuğa çıktım; insanlar “şarj” yerine “sarj” diyorlar; en kötüsü de “risk” sözcüğünün “riks” olarak dillendirilmesi”) ya da tıraş losyonu kullanmaları nedeniyle aracın içini kaplayan dayanılmaz derecedeki kötü kokular. Ne var ki araçlarını pırıl, pırıl tutan, gideceği yeri bilen tertemiz olan az rastlanır taksi şoförlerini burada tenzih etmem gerekir.
Arabanızla giderken yolunuzu şaşırdığınızda en yakın taksi durağına gider yol sorarsınız. Ender olarak doğru tarif veren çıkar. Çoğunlukla bilmediklerini söylemekten çekinip sizi olmayacak yerlere yönlendirirler.
Taksilerden yakındığım bir konu da olur olmaz kornaya basmaları. Kaldırımda gidersinin, yoldan gecen taksi yavaşlar ve küçük bir “bip” sesi, yolcuysan atla anlamına gelir. Öndeki araç sinyal vermeden sapar bu kez uzun “biiip”. Tanıdık taksi yanından geçer, “bip, bip”, selâmlaşıyorlardır. Trafik ışığı sarıya dönünce yine bir “bi, biip”, hadisene neden gitmiyorsun demek için. Aslında bunlardan birincisi dışında diğer tümünü diğer sürücüler de yapıyor. Gürültü kirliliği gırla!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.