TÜRKİYE’NİN ÇOCUKLARI
TÜRKİYE’NİN ÇOCUKLARI
Zor günlerden geçiyoruz ama bugün Türkiye için büyük bir gün!
Saltanat makamının sona erdirilerek milli egemenliğimizin ilan edildiği, Büyük Millet Meclisi’nin kurulduğu gün bugün.
Bu büyük günü evlerimizden ve klavyelerimizden kutlamak zorunda kaldık, hem de 100. yılında.
Günümüzde çoğumuza çok normal gelen temsili demokrasinin temelleri savaştan bitap düşmüş, demokrasi bilinci henüz oluşmamış bir toplumda, ışığıyla yolumuzu aydınlatan bir lider tarafından atıldı.
Üstelik bu lider bugünü küçük hanımlara ve küçük beylere armağan etti. Çünkü onları geleceğin yıldızları olarak görüyordu.
O çocuklar çoktan büyüdü ve bazıları bu ülkeye ışık oldu; bugün yüzyılın küresel salgını ile mücadele ederek canları pahasına bizlerin canlarını kurtarıyorlar.
Belki bu güzel günü coşkuyla sokaklarda kutlayamıyoruz fakat son günlerde yaşadıklarımız bizlere bir kez daha şunu gösterdi ki; ihtiyaç duyduğumuz milli egemenlik ruhu bugün de bilimin ve aklın öncülüğünde bir anlayış ile yaşatılmalıdır.
Peki bu ruhu yaşatabilmek için ne yapacağız?
100 yıl önce çıktığımız modernleşme yolcuğumuzda, bugün hala düşünsel boyutta geleneksel-teokratik tutum ile pozitivist-laik dünya görüşü arasında, siyasal boyutta ise geleneksel otorite ile demokrasi kültürü arasında kalmış ikili bir toplum yapısı gösteriyoruz.
Bu ikili yapı arasında yaşanan değerler çatışmasının merkezinde siyasi güçlerini kullananlar da toplumsal entegrasyonu gün geçtikçe geciktirmektedir.
Biz bu çatışma sürecinde boğulurken dünya çok hızlı gelişiyor ve tüketim hızımıza sahip olduğumuz tek dünya yetmiyor. Korona hayatımızdan çıkacak olsa bile uzun yıllar daha yeni salgınlar, yeni doğal afetler gibi karmaşık sorunlarla küresel boyutta mücadele etmek zorunda kalacağız.
Bu mücadelede ihtiyacımız olan sonu gelmez siyasi kutuplaşmalardan kafamızı kaldırıp insana, bilime, teknolojiye ve inovasyona yatırım yapmak.
Bunu bugünlerde bizleri yaşatmak için Korona ile mücadele eden ve hayatını kaybeden doktor ve sağlık çalışanlarımızın çocukları için de yapmalıyız.
Geçtiğimiz günlerde Kovid-19 nedeniyle anne ve babasını kaybeden, yine aynı sebepten hastalanan Doktor Yavuz Kalaycı’nın ‘Kızlarım küçük, sahip çıkarsınız değil mi?’ sözleri ile hayata veda etmesi hepimizin yüreğini acıttı.
Şimdi o çocuklar bizlere emanet ve onlara sahip çıkma zamanı!
Kalaycı’nın meslektaşları ile birlikte, birçok sivil toplum kuruluşu ve inisiyatif müthiş geri dönüşler yaptı ama YETMEZ.
Bir başka tarafta ise bu mücadelede hayatta kalabilen doktor ve sağlık çalışanlarının uzun zamandır ailelerinden uzakta kaldığını da biliyoruz. Bu yüzden 23 Nisan’ı anne ve babalarından ayrı geçirecek olan birçok çocuğumuz var.
Yani balkonlarımızdan İstiklal Marşı’nı okuyalım ama o da YETMEZ.
Asıl bu çocuklar için yarın ne yapacağız, önemli olan o!
Her ne kadar salgınla “sağlık” alanındaki mücadelede başarılı görünsek de eğitim sıralamasında 137 ülke arasında 99. sırada, teknolojik ilerlemede 82 ülke arasında 49.sırada yer almamızı, AR-GE ve patent gibi konularda ise listeye dahi giremediğimizi övünerek baktığımız inşaatlarımızla açıklayamayız.
Eğitime, bilime, teknolojiye, AR-GE’ye yatırım yaparak hastanelerimizi, eğitim ve araştırma merkezlerimizi dört duvarlı beton yapılar olmaktan çıkarıp tüketim eğilimli değil nitelikli ve üretken bireylerle doldurmalıyız. Ancak bu şekilde Türkiye’nin de kendine özgü modernleşme sürecini nasıl işler hale getirdiğini ve yeni ortak değerler üretebildiğini göstermiş oluruz.
Sözün kısası, bu topraklarda bilim ve akıl yolunu Atatürk başlattı, bizler de Türkiye’nin çocukları için bu yolu devam ettirmeliyiz. Nice 100 yıllara sözümüz bu olsun!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.