Yağmur Olmak
Çidem Ergüvenç'in yeni yazısı...
Yağmur olmak ne hacıya ne hocaya yaranamamak demektir. Arkadaşım kar da kolay, kolay kimselere yaranamaz ama bunun haklı bir nedeni olabilir asalında, çok iyi niyetli olmasına rağmen kendisi ne de olsa soğuk bir tiptir. İnsanlar biz ikimizi hem sever hem bizden bıkıverir.
Biz yağmurlar az yağarız başlarlar yakınmaya, yok susuz kaldık, barajlarımız kurudu, ekinler mahvoldu. Çok yağarız bu kez insanlar doğa olaylarına karşı önlem almayı beceremedikleri için yollardan deli gibi sularımız akar, heba olur. Alt yapı hizmetlerinin karşılanmamış olduğu ya da hatalı yapıldığı semtlerde evlerin bodrum katlarını su basar. Tüm bunların yanı sıra dere yataklarına yapıldığı için bizim yüzümüzden yıkıldığı varsayılan koca, koca binalar, Karadeniz gibi sert iklime sahip bir yerde hesapsızca yapılan ve bizim yüzümüzden telef olduğuna inanılan milyon dolarlık sahil yolu ve daha neler, neler onları kızdırır da hiç suçu kendilerinde aramak akıllarına gelmez.
Hiç yağmadığımız mevsimler vardır; ilkbahar olur yağmayız, yaz gelir geçer bir damlamız düşmez. Sonbahar yağış mevsimidir mutlak yağmamız beklenir, bu kez de bulutların inadı tutar bir türlü kavga edip birbirlerine girmezler, doğal olarak da biz onların öfkelerinden korkarak ağlamaya başlamayız. Hele ki kış gelip biz de arkadaşımız da hâlâ sessizliğimizi koruyorsak değmeyin insanların paniklemesine. O kadar ki yaşlı başlı adamlar kırlık alanlara çıkıp sırf biz yüzümüzü gösterelim diye dua etmeye başlar.
Gün gelir bulutlar birbirlerine girer biz de akıtırız gözyaşlarımızı. Kavgaları şiddetlenince biz de coşarız. Bu kez yakınmalar başlar. Bu kadar çok yağmak olur mu, falan filan. Yağsanız bir türlü, yağmasanız ayrı dert. İnsanları mutlu etmek kolay değil.
Bizim ne zaman yağıp ne zaman duracağımız hakkında da bir takvim ayarlamışlar kafalarında. Kışın bizim yerimize arkadaşımın yağmasını yeğlerler. Emredersiniz! Kış yağmurları toprak kaymasını körüklermiş. Siz yol yapacağız, bina dikeceğiz, paraları cukkalayacağız diye toprağı koruyan ormanları kesin, sonra biz erozyon suçlusu olalım.
Nisan yağmurları ekinlerin dostuymuş, Haziran yağmurları ekinlere zarar verirmiş. Biz değiştirdik doğanın dengesini, biz deldik ozon tabakasını, küresel ısınma bizim suçumuz sanki. Dünyayı yaratılış değerleriyle saklasaydınız da bunlar olmasaydı. Aç gözlülüğünüz yüzünden her yerin çivisi çıksın sonra suçlu biz olalım.
Yazarın Türkiye’deki en önemli ziraat mühendislerinden biri olan babasından öğrenmiş olduğu bir bilgiye göre göreceli olarak fazla yağış alan ya da daha kurak geçen mevsimleri anlamak için ölmüş ağaçları bellerinden keserlermiş. Ağaç gövdeleri halka, halka büyür ve ağacın yaşını ortaya çıkarır, her halka ayrı bir yaşı simgelermiş. Ağacın yetiştiği yıllardan başlayarak aralıklı halkaların yağışın bol olduğu ve ağaçların geliştiği yılları, sık halkaların ise kurak yılları gösterirmiş. Bizim önemimiz Atatürk’ün sayesinde yetişen çocuklarının bu ülkeye yapmış olduğu hizmetlerle daha çok vurgulanırmış.
Soğuk bir tip ya da değil ama arkadaşım kar da haklı olarak insanlardan pek şikâyetçi ve ben haddime düşmese bile, onun serzenişlerini de dile getirmek istiyorum.
Yetişkin kentli insanlar genç kuşaklara kendi zamanlarında bulundukları yerlerde ne güzel kar yağdığını, sokaklarda kızak kayıp kardan adam yaptıklarını, karla oynamayı ne kadar sevdiklerini anlatır durur. Kar sevmeyen çocuğa rastlamadım. Hele şimdiki kuşağın kar sevmesi için çeşitli nedenleri var. Öncelikle yoğun kar yağışlarında yollar kapanıp trafik aksadığı için kar tatilleri veriliyor. Çalışma yok, karla mücadele kavramı hemen hemen hiç gelişmemiş ama çözüm kolay, zaten Allahlık olan eğitime ara verin ki çocukların cahil diplomalılar olmasına katkı sağlayın. (Bizim zamanımızda hava sıcaklığı belli bir derecenin altına düşünce soğuk tatilleri olurdu. Kar yağdığı zaman ise bizler keyifle okullarımıza gider arkadaşlarımızla kar keyfi yapardık.) Kar yağdığı zaman“Tatil yağıyor” diye sevinen küçük çocuklar biliyorum. Çocukların beni sevmeme nedeni sanırım yağmur tatillerinin olmaması.
Yetişkinlere gelince, zavallı kar ne yapacağını şaşırdı. Yağsa insanlar önce seviniyor ama hemen sonra çok yağdığından yakınıyor. Sokaklar, caddeler karla kaplanıyormuş, ulaşım aksıyormuş. Köy yolları kapanınca hastalar ya da doğum yapacak kadınlar sersefil oluyormuş. Devlet olun da çalışıp önlemlerinizi alın; bütün bu üzüntüler meydana gelmesin. Suç arkadaşımda mı!
Bir de moda tabir türedi, “kirli kar”. Yani siz kaldırımları küremeyin, gelen geçen üstüne basa, basa arkadaşımı kirletip ayrıca buz katmanları haline dönüştürsün, garibanın biri de üstüne bassın, kayıp düşsün, Allah esirgeye bir yerlerini kırsın, Yine suçlu kar. Yağınca herkes sevinir çıkar oynar, toprak suya doyuyor bu yaz kuraklık yok diye düşünür; çok yağınca kabak tadı verdi derler. Emret paşam! Sana göre yağalım her ikimiz de!
Biz ya da kar, önemli değil artık bizimle yaşamayı öğrenin. Abuk sabuk şeylerle uğraşacağınıza bize göre yaşamınızı düzenleyin, akan sularımızı değerlendirin ki sonra da suçu bize yüklemeyin.
Neyse, yine bahar geldi, ağaçlar çiçeğe durdu, doğa yeniden uyanıyor; arkadaşım uzun süre ortalarda gözükmeyecek ama mevsim ilerler, kavurucu sıcaklar bastırır, o zaman ben bir dökülürüm herkes ormanlar suya kavuştu, ağaç yapraklarının tozu yıkandı, toprak mis gibi kokular yaymakta, yağmur biraz serinletti diye sevinir.
Su petrolden de doğal gazdan da dolardan da bin kat daha değerli. Çok yakında suya kavuşmak için insanlar birbirleri ile savaşacak. Yatın kalkın biz yağalım diye dua edin.
“Yağmasan da gürle” diye bir tabir vardır. Bence çok yanlış; gürleyeceksen yağacaksın. Televizyonlarda her gün gürleyip bir türlü yağamayan politikacılara ders olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.