Yaşar Can Yazdı: Ekonominin Genel Sorunları
Ngazete yazarı Yaşar Can'ın yeni yazısı...
Topyekün kalkınıp, dünya ölçeğinde söz sahibi olabilmemiz ve uluslararası arena da sözümüzün dinlenebilir olması için güçlü bir ekonomik yapıya sahip olmamız gerekmektedir.
Güçlü bir ekonomik yapının kurulması eğer yabancı kaynağa bağlı ise, böyle bir ekonomiye zaman içinde diz çöktürürler. Öz kaynağa dayalı ekonomik kalkınma biraz meşakkatli olabilir ama gerçekleştirdikten sonra da bağışıklık sistemi çok sağlam ve gelişmiş olur.
Bu gerçeğin farkında olan cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Atatürk'ün tercihi, yabancı kaynağa değil öz kaynağa dayalı karma ekonomi sistemi olmuştur. Bu sistemle milli bünyeye uygun bir yapı oluşturulmuş, sanayi tesisleri; yer seçimleri de dikkate alınarak bir bölgeye sıkıştırılmamış, yurt sathına yaygınlaştırılmıştır. Nitekim Sümerbank fabrikaları pamuk ve yün ilk maddesinin bol olduğu yörelere dağıtılırken, Etibank işletmeleri kurulurken maden cevherinin olduğu yöreler tercih edilmiştir. Bu tercih hem yöresel kalkınmanın önünü açmış hem de kuruluş yerlerinin ilk madde alanlarına yakın olması nedeniyle maliyet avantajı yaratmıştır.
Günümüzde karma ekonomi sisteminin terk edilmesi yanında, sanayi tesisleri kurulurken uygun yer seçimi ilkelerinden de büyük ölçüde vazgeçilmiş, sonradan oluşan deniz ulaşımı, demiryolu ulaşımı gibi imkanların olduğu bölgelere yoğunlaşılmıştır. Bu gibi tesislerin yurt sathında yaygınlaştırılmasının ekonomik olduğu kadar sosyal faydasının olacağı gözardı edilmiştir.
Bir kısım ekonomistin kanaat ve tespitine göre son zamanlarda; topyekün ekonomik kalkınmanın ve sürdürülebilirliğin olmazsa olmazı olan bir dizi faktörler ya terk edildi yada zayıflatıldı. Nedir bunlar;
-İstihdam yaratan, ithalatı azaltan, kapasite ve kalite yönünden rekabet gücü olan tesisler yabancı sermayeye satılmak suretiyle yerli ve milli özellikleri yok edildi.
-Katma değeri yüksek, ileri teknoloji özelliği taşıyan yeteri kadar üretim tesisi yapımı gerçekleştirilemedi.
-İthalata yapılan harcamaları karşılayabilecek düzeyde ihracata yönelik üretim yapabilecek tesisler kurulamadı.
-Mal ve hizmet üreten tesislerin, enerji ihtiyaçlarını karşılayan üniteler ağırlıklı olarak yerli ve milli girdilere dayandırılamadı. Dışa bağımlılıktan kurtarılamadı.
-Üretim tesisleri için çok gerekli olan ara kademe iş gücü yaratacak tekniker, çıraklık okulu vb. eğitim kurumları sayısal olarak ihtiyacı karşılayamadı.
-Yeraltı zenginliklerimiz yüksek katma değer yaratacak bir hüviyete kavuşturulmadı.
-Tarım ve hayvancılığın yıllardır ihmal edilmesi nedeniyle bu sektörde verimlik sürekli düştü, ithalat ağırlıklı tarım politikalarının tercih edilmesi nedeniyle, gıda tüketiminde kendine yeten ülke konumundan dışa bağımlı ülke haline geldi.
-Cazibesini günden güne kaybeden kıyı turizmine alternatif, turizm yatırımı ve tanıtımı çalışmaları yapılmadı, buna bağlı olarak turizm sektörü durağan nitelik kazandı, bunun sebebi de koronavirüs'e bağlanarak işin kolayına kaçıldı.
-Reel sektörü güçlendirmek yerine, para politikaları ve palyatif tedbirler içeren yanlış ekonomik paket dayatmaları yapıldı.
-Bilinçsiz ve plansız özelleştirme uygulamaları zaman içinde yabancılaştırmaya dönüştürülerek, ekonominin yerli ve milli özelliği zayıflatıldı.
-Yap-işlet-devret gibi ne getirip, ne götüreceği belirsiz yatırım usulleri tercih edilerek devlete yüksek maliyetler yüklendi.
Bu saydıklarımın sebepleri Türk girişimciler olamaz. Olumsuzlukları insanımıza yüklemek vicdansızlık olur. Olumsuzlukların en büyük sebebi ekonomik problemlere çözüm arama yerine, sürekli olarak problemlerin üstünün örtülerek, ötelenmesini tercih eden ekonomi otoriteleridir. Radikal tedbirlerle sorunların üstesinden gelme yerine, para politikalarıyla palyatif tedbirler almak suretiyle sorunun çözülebileceğini zanneden ekonomi stratejistleri, ekonomik faktörlere gerekli akılcı yolu gösterenlere değil, günü kurtarma uygulamalarına alkış tuttu ve tutmaya devam ediyor. Ama olan; acemi ve bilgisiz ekonomi kadrolarının beceriksizlikleri yüzünden ülke ve ülke insanına oluyor.
Acemi ve bilgisiz diyince geçenlerde bir arkadaşım mail olarak bir fıkra göndermiş onu da sizlerle paylaşmadan geçemeyeceğim. Fıkra şöyle;
Adamın biri, Pejo marka bir minibüs alır.
Sonraki gün yolcu taşımaya çıkar. Minibüs tıklım tıklım,
tutar kasabanın yolunu ve gittikçe hızlanır.
Yolculardan biri:
-"Kaptan yavaş..bir yere çarpacaz!" der.
Şoför:
-"Sen Pejo'yu biliyon mu?" der.
Yolcu:
-"Hayır!" der.
Şoför:
-"O zaman susacan" der ve devam eder.
Minibüs hızlanmaya devam eder..
Bir yolcu daha seslenir:
-"Oğlum ben hastayım, biraz yavaş!"
Şoför yine sorar:
-"Sen Pejo'yu biliyon mu?"
Amca ne bilsin,
-"Hayır!" der.
-"O zaman susacan der" şoför..
Bu kez bir kadın seslenir:
-"Hamileyim! Lütfen biraz yavaş, çocuğumu düşürcem !!"
Şoför yine sorar:
-"Sen Pejo'yu biliyon mu?"
Kadın:
-"Yok!" der.
Şoför yine aynı cevabı verir..
Arkadan kızgın bir ses tonuyla bir genç seslenir:
-"Yavaş git kardeşim, öldürcen bizi !!!"
Şoför yine sorar:-"Sen Pejo'yu biliyon mu?"
Genç:
-"Biliyorum lan, ne olacak??" der.
Şoför:
-"O zaman çabuk söyle, bunun freni nerde?"...
Devletin hali pejo minübüsten beter.
Freni nerde bunun, frenin yerini bilen ehliyet sahibi yöneticilere acil ihtiyaç var.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.