YENİ MİLLİYETÇİ DURUŞ NASIL OLMALI?!
Cüneyt Şaşmaz yazdı: YENİ MİLLİYETÇİ DURUŞ NASIL OLMALI?!
"Kangren olmuş uzuvlar, lavanta suyuyla iyileştirilemez."
Hegel
"Gerçekte iktidar, ancak karşıtların uzlaştırılması yoluyla, sonsuza dek elde tutulabilir."
George Orwell, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört
"Onlar tuzak kurdular.
Allah da tuzak kurdu.
Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır."
Al-i İmran Suresi, 54. Ayet
"Beklenmeyeni Bekleyin!"
Heraklit
"Gideceğiniz yeri bilmiyorsanız, vardığınız yerin önemi yoktur."
P. Drucker
"Daha uzağa sıçramak için, bir adım geri at!"
Fransız atasözü
"Akılsızlara da, cahillere de kızılmaz.
Ama akılsızlığı ve cehaleti saldırganlık biçiminde meydana sürenlere kızılır."
Kemal Tahir
"Fakat yine Dünya dönüyor."
Galileo Galilei, İtalyan astronom, fizikçi, mühendis, filozof ve matematikçi
Baş'a gelmek değil mesele, hangi matematik üzerinden o koltuğa oturduğun, kim'ler adına çözüm, siyaset üreteceğin mühim mesele!
Yaşamda temel kural:
Çıraklığını yapmadığınız hiçbir işin ustalığına soyunmayacaksınız!
Terfi, devre usulü istihbarat, gazetecilik, savcı’lık, hakim’lik olmaz, her daim liyakat esastır!
Soru bu kadar basit:
2021 Türkiyesi’nde tüm hikaye "Erdoğan’ı indirmek" midir?!
Erdoğan'ı indirince sorun ve/veya kor’düğüm çözülüyor mu?!
Peki ya liyakat!?
Bu sorunun cevabından kim ne kadar emin!
Büyük Resim’deki yangınla ilgili herhangi bir kimsede çözüm eskizi var mı?!
"Devlet Memuru", devlet'i ele geçiren hangi güç merkez'i ise onun memuru'dur, aksi durum söz konusu olsaydı, görürdük, not ederdik.
Sadece ter akıtmak yetmez, neyi neden yaptığınızı her daim bilmek elzem. Algı illüzyonu yaşamamak için "Gördüklerinin yarısına duyduklarınızın hiçbirine"!
İçinde yaşadığımız coğrafya, Yunanistan gibi gerçeklikten kopmuş, Türkiye de öyle!
Gerçek olan'la gerçek olmayan'ın iç içe geçtiği 'alacakaranlık kuşağı'nın içinde geçiyoruz.
Delirten su'dan içen delirdi ise nüans ortada:
Borçlanarak tatil yapan vatandaş, Facebook üzerinden sidik yarışı yaparken, Tunus'ta olduğu gibi kalmayan güvenlik'ten mülhem 1 şey değişir anında ayıkır.
Ne de olsa şark sofrası burası, okumuşu ayrı bir oryantal, takkelisi ayrı!
Hani Atatürk her şeydi, ağzına alan kaldı mı ya da Atatürk'ü kimler ağzına almış, yaşamları ne halde bakmak lazım!
Dün'ün güneş'i ile kuruyan herhangi bir çamaşır var mı?!
Su testisi su yol'unda kırılmadan önce ne yapacaksan yapacaksın, öngöreceksin.
Öncelikle...
Ben Türk'üm.
Müslümanım.
Gazeteciyim.
Yazarım.
Ama stratejist değilim.
Sevgili dostlar, yeni milliyetçi, ulusalcı, vatansever
tavrı nasıl olmalıdır, tartışılsa daha faydalı olur, diye düşünüyorum.
48 yılı aşkın süredir gazetecilik yapıyorum.
Çizgim ortada.
Atatürk'ten ve Atatürk Türkiyesi'nden yana.
Sınırlar değişiyor.
Dördüncü Dünya düzenlemesi yapılıyor.
Dünyanın en güçlü devleti denilen ABD, Pentagon dahil İkiz Kuleler üzerinden çok büyük hasar aldı.
(Komplo olsun ya da olmasın bir sürü yetişmiş insan, bazı ABD'lilerin de desteği ile Ladin'in adamlarınca öldürüldü.)
Irak, Afganistan, Mısır, Tunus, Libya, Suriye altüst oldu.
Dünyanın en güçlü lobisi olan ülkesi İsrail, sürekli savaş ortamında.
İki Berlin birleşeli, Batı Almanya'nın cash para sayarak Doğu Almanya'yı satın alıp birleştiği günler çok gerilerde kaldı.
SSCB de dağılalı, dağıtılalı çok oldu.
Atatürk'ün Türkiyesi onca operasyona rağmen taş gibi yerinde duruyor.
Daha ne istiyorsunuz?!
Bu umutsuzluk niye?!
Ankara'da bazı asker olsun, politikacı olsun dostlarımı ziyaret ettiğimde onlara da söylüyorum; "Bir Türk askeri değil de İsrail, ABD, İngiliz, Fransız ya da bir başka iddialı ülkenin askeri ya da istihbaratçısı olsaydınız, Türkiye'ye operasyon yapan güçlerden farklı olarak ne yapardınız?!"
Hepsi de duvarda asılı duran haritaya bir göz attıktan sonra, "Ortadoğu-Kafkaslar-Balkanlar'a" hakim olmak, açılmak için "Yüzmeyen uçak gemisi'ni
andıran Türkiye'yi ele geçirmeye çalışırdım" cevabını veriyor.
Doğru bir tespit.
Napolyon'un dediği gibi; insanlar dostlarını değiştirebilir ama ülkeler komşularını asla.
Bu, Türkiye'nin kaderi.
Coğrafyanın dayattığı bir realite.
Aynen yaşadığı topraklar yüzünden her gün depremle iç içe yaşamak zorunda olan Japonya gibi.
Her gün bir patlama ile nerede ne zaman öleceğini bilmeyen İngiliz ya da
canlı bomba saldırısı ile her an için ölüme hazır yaşayan İsrail vatandaşı gibi!
Ne zaman kendilerini bombalayacaklarını bilmedikleri halde, taşlarla, tanklara karşı mücadele eden Filistinliler gibi...
Vatanını seven bir Türk olarak, bu topraklarda, diğer topraklarda kendi gerçekleri üzerinden yaşayanlar gibi, biz de bu gerçeğin farkında olarak yaşamak zorundayız.
Jeopolitikte bir tabir vardır:
"Bir ülkenin ne kadar önemli olduğunu anlamak istiyorsanız, o ülkeyi haritadan söküp, saklayın", derler.
Ardından da diğer devletlerin bunun ne kadar sürede farkına varacaklarının süresini tutmayı tavsiye ederler.
Afrika'da ya da Avrupa'da bir ülkeyi kaybetmekle, Türkiye'yi kaybetmek arasındaki süre farkı; birinde günleri, saatleri bulurken, Türkiye'de bu süre
saliselere iniyor.
Vatanımız, dünyanın yüzük taşı konumunda diye tanımladığı nadir ülkelerden biri!
Başımıza ne geliyorsa, bu özelliğimizden gelmiyor mu?!
Herkes bize düşman diyoruz.
Oysa Türkiye bir NATO ülkesi.
Aynı zamanda AB'ye girmek istiyor.
Bu bir devlet kararı.
Ve bu birliklerin içinde yer alan ülkelerin hemen hepsi dünyanın en güçlü
ülkeleri.
Türkiye'de burada yer almak ya da mevcut devlet politikası gereği, ittifak yaptığı güçler adına giriyormuş gibi yapmak için hamle üstüne hamle yapıyor.
Bunun artı eksi sonuçları muhakkak ki olacaktır.
Eğer durum bazı dostlarımızın söylediği denli vahim ise, tüm ülkeler Türkiye'ye düşman ise topyekun hepsine savaş ilan edelim.
Eğer NATO'nun kararlarından rahatsızsak ve AB'nin Türkiye'yi oyaladığını düşünüyorsak, tavır almak bizim elimizde.
NATO'dan da, AB ve GB sürecinden de çıkmak bizim elimizde.
Bunun için Türkiye'nin elini tutan da yok.
Hem bu örgütlerden çıkmak da dünyanın sonu değil!
Ama bu birliklerin içinde yaşamaya karar verdiysek, o zaman onların kurallarıyla oynamayız.
Atatürk de öyle yaptı.
Vatanımızı işgal edenleri bu topraklardan kovdu ama onların tüm kurumlarını da hiçbir endişeye, paranoyaya kapılmadan Türkiye'ye getirdi.
Onun için vesveseyi bırakıp, iyi lobi yapmalıyız.
Yapanlara destek olmalıyız.
Sızlanmak yerine çok çalışmalı, ofansif, yani sürekli rakip kaleye ataklar yapan, golü hedefleyen bir oyun planını tercih etmemiz gerekmiyor mu?!
Unutmamalı ki; gol yememek için sahaya çıkan her takım gol yer!
11 Eylül'den sonra Kemal Derviş'in "son kurtarıcı" edasıyla Türkiye'ye adım attırılıp, Erdoğan'ın Başbakan olmasıyla taçlanan, "Türkiye Cumhuriyeti"nin sonlanması operasyonunu yürüten güçlerin, bazı sivil–asker bürokrattan tutun da medyanın neredeyse tamamı, TÜSİAD ve TOBB'un da içinde olduğu bir destek grubu yaratmasına rağmen, hevesleri kursaklarında kalmışa benziyor.
Hala kararlı umutsuz olanlar için tavsiyem:
Kur'an-ı Kerim var.
Nutuk var.
Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi var.
İstiklal Marşı var.
Bursa Nutku var...
Doğru yolu arayan, yolunu kaybetmiş ya da şaşırmış, umutsuzluğa kapılmış olan dostlar için açıkça söylüyorum:
İnsanın bu kadar kılavuzu varsa, illa vatanı, milleti, dini için bir şeyler yapmak adına bir yerlerden talimat mı alması gerekiyor?!
Türk Milleti, Irak milletinden daha aşağı mıdır ki, bazı dostlar "Metal Fırtına" gibi tamamıyla Pentagon'da yapılan bazı simülasyonlara dayanan, Türkiye'yi işgal planını içeren satırlarda ayağa kalkıyor.
İşte Türkiye burda!
İşgal etmek isteyen buyursun gelsin.
Bedeline de katlansın!
Metal Fırtına'da bir eyalet diyor, gerçeğinde kaç olurmuş hep birlikte görürüz.
Allah'a bir can borcu olanların, vatan için veremeyeceği hiçbir şeylerinin olmadığı gerçeğini de tarih bilgisi zayıf bazı müttefik dostlarımız da o gün yeniden öğrenmiş olurlar.
Bazı milliyetçi dostlarımız ise büyük bir romantizm peşinde.
Geçmişin sadece iyi ve güzel yönlerini hatırlıyor.
Yanlışları ise pas geçiyorlar.
Osmanlı, bir Cihan İmparatorluğu idi.
Çağın ruhuna hitap ettiği dönemde Adriyatik'ten Çin Seddi'ne dayanmıştı
sınırları.
Sonrasında imparatorluğun sonunu, başa geçen kötü yöneticiler, bürokrasideki çürüme, ordunun zayıflaması getirdi.
Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, Osmanlı'yı kurtarmak için çok büyük mücadeleler verdiler ama başarılı olamadılar.
Osmanlı, önce 22'ye bölündü.
O 22 parçadan birinin adı Türkiye Cumhuriyeti'dir.
O devlet sayısı daha sonra 28'e, ardından 32, 34 ve Irak'taki parçalanma ile son olarak 36'ya çıktı.
Bölgede operasyon yapan dış güçlere Osmanlı'yı bölmek yetmedi, şimdi de Türkiye'yi bölüp, ortaya çıkacak yeni parçalarla Anadolu Federe ya da Konfedere Cumhuriyeti'ni kurmak istiyorlar.
Ama...
İşte aması var.
Satın aldıkları onca İrlandalı Türk'e rağmen bir türlü bu amaçlarına
ulaşamadılar.
Bir başka vatansever dostumuz da, Atatürk döneminde bu çürümenin olmadığını söylüyor.
Yanlış.
Büyük romantizm.
İstiklal Mahkemeleri neden kuruldu?!
O insanlar hain değilse neden asıldı?!
Neredeyse, Kurtuluş Savaşı'nda şehit düşen insan sayısı kadar insan, neden
darağacında sallandırıldı, Mustafa Kemal'e suikasti kimler yaptı o zaman?!
Gazi Mustafa Kemal'in dahi "Topraklarımızdan düşmanı kovmayı başardım ama şu aferistlerle başedemedim" dedikleri kimlerdi acaba?!
Atatürk'ün "aferist" diye bahsettiği, bugün şikayet ettiğimiz rüşvetçi, menfaat sever siyasetçi, bürokratlardan başkası değildir.
Türkiye'nin kurulduğu dönemlerde toprak zengini olanlar kimlerdir?!
Bunları şunun için söylüyorum, insanın olduğu her yerde ve her dönemde bu tür şeyler olur.
Çünkü Allah biz kullarını, meleklerden ve diğer canlılardan farklı olarak "nefs"li olarak yaratmış.
Ömrümüz de nefis mücadelesiyle geçmiyor mu?!
Bu yüzden eğer Atatürk döneminde yönetimde çürüme, bugünkü düzeyde değildiyse, bu onun şahsi becerisinden kaynaklanıyor.
Yoksa, bugünkü varlar, Atatürk'ün Türkiye'yi kurduğu ve hayata gözlerini kapadığı günkünden kat be kat fazla!
Bu umutsuzluk, endişe niye?!
Biz vatanını seven Türk gençleriyiz.
Aynen kendi vatanlarını seven diğer ülkelerin gençleri gibi.
Dünyalıyız.
Hiçbir dini ve hiçbir milleti hakir görmüyoruz.
Büyüklük kompleksi içinde de değiliz.
Dünyanın güçlü devletleri olarak bilinen devletlerin milletlerinden de, gençlerinden de geri değiliz.
Hatta bazı alanlarda ileriyiz.
O yüzden milli şuurumuzu kaybetmemiz isteniyor.
Başımıza ne geliyorsa da bu "dedikodu" ve "baş olma hastalığı"mızdan gelmiyor mu?!
Türk beyliklerini de bu hastalık bitirdi, Osmanlı'yı da, eğer böyle devam ederse Türkiye'yi de bitirecek.
Ama tüm milliyetçi, ulusalcı, vatansever dostlarımın bilmesini isterim ki, eğer bir gün bu ülkenin başına bir bela gelirse, bu dış güçler yüzünden değil, şerefimle temin ederim ki, emanete ihanet eden yönetici takımı yüzünden gelecektir.
Bir de bu bölünmüşlük, parçalanmışlık, sen–ben kavgası yüzünden gelecek.
Osmanlı gücünün doruğundayken, Hazinesi'ni doldurmak için sefere çıkardı.
Ama ele geçirdiği ülkelerin dinlerine, adetlerine, yönetimlerine de müdahale etmezdi.
Şimdi de kendilerine Yahudi Cabal denilen bir organizasyon, Büyük İsrail adına bulunduğumuz coğrafyada operasyon yapıyor.
Sosyo ekonomide bir tabir vardır:
Güçlü devlet olmanın iki kuralı vardır, denilir.
İlk sırada enerji yataklarına sahip olma gösterilir.
İkinci sırada ise likit paraya (altın) sahip olmanın altı çizilir.
Kasıtlı olarak üçüncü madde pas geçilir.
O da güçlü bir ordudur.
İsrail de, ABD de, İngiltere, Fransa da o yüzden dünyanın en büyük savunma harcamalarını yapan devletleri değil mi?!
Herkes neden şu anda ABD ile başını belaya sokmak istemiyor, parası, enerji yatakları yüzünden mi, yoksa ordusu yüzünden mi?!
Ar-Ge de, tamamıyla savunma sanayi ile alakalı bir alandır.
Yahudi Caballar da şu anda dünyanın en önemli sektörlerine hakimler.
Savunma sanayinden medyaya, ilaçtan film endüstrisine, bankacılıktan birçok alana dek.
Nitelikli bir azınlık.
Onun için Caballar önce ABD'de operasyon yaptılar.
Amerika Birleşik Devleti bürokrasisini sivil–asker ele geçirdiler.
ABD'ye gidenler de ABD'de yaşayanlar da, şu anda bundan şikayetçiler.
Türkiye'de de bu Caballar, Erdoğan üzerinden operasyon yaptılar ama başarısız oldular.
Hatta Erdoğan'ın başına Alon Liel diye de bir adamı diktiler.
Neyi nasıl yapacağını söylesin diye.
Ama yine de olmadı.
Tüm hamleleri çöktü.
Çökerten adres de belli.
Artık şu şekilcilikten kurtulmanın zamanı gelmedi mi?!
Zarfın dışında mazrufa bakmanın zamanı gelmedi mi dostlar.
Atatürk bugün hayatta olsaydı, nasıl giyinirdi, nasıl yaşardı, ne yer, ne içerdi hiç düşündünüz mü?!
Ankara'da bir sohbette, Irak'ta yaşayan üst düzeyde bir Türkmen'le tanıştım.
Bana "Biliyorum bu coğrafyada herkes güçlü olanla işbirliği yapar. Kürtler İsrail, İngiltere ve ABD ile çalışıyor. Bizim de öyle davranmamız bekleniyor. Ama biz Türkiye ile çalışıyoruz" demişti.
Yani?!
Rüzgar hangi yönden eserse, o yöne yatan buğday başaklarıyla dolu bir coğrafya!
Türkiye'de o coğrafyanın bir parçası.
Maalesef ki, Türkiye'nin okumuşu, sözde aydını'nda "vatansız"laşma eğilimi daha fazla.
Onlar gözleri açılır açılmaz, hemen kendilerine uygun gördükleri bir güçlü devletten yana saf tutuyor.
O zaman devletin kendi geleceği adına, buğday başaklarının yanlış yöne yatmasına izin vermeyecek bir politika belirlemesi, gerekmiyor mu?!
NGO'lar, bazı şirketler, Think Tank'ler üzerinden nakit para, makam mevki imkanları ile adam satın alıyorlar diye avaz avaz bağırmak yerine, aynı yöntemleri kullanarak neden Türkiye de satranç tahtasında kendine uygun yeni bir pozisyon belirlemiyor, diye sorulamaz mı?!
Asıl tartışılması gereken bu değil mi?!
Her spor dalını kuralına göre oynamak gerekiyor!
Rüzgar şiddetli eserse, başaklar da yönünü doğru tayin eder.
Kimsenin şüphesi olmasın.
Ben entelektüel milliyetçi, ulusalcı, vatanseverlerin olduğu bir Türkiye istiyorum.
Akıllı, entelektüel milliyetçilerin olduğu bir Türkiye'yi özlüyorum.
İyi kazandıkları halde, okuyucularına yalan söyleyip "garibanizm"i yücelten, kamuoyuna sahte fotoğraflar veren, yazar-çizer takımının olmadığı bir Türkiye istiyorum.
Çünkü büyük medyada yazan millici kalemler de iyi kazanıyor ve iyi yaşıyorlar.
Ama onlar tiyatro yapıp, kuru soğan ekmeğe talim ediyormuş edası ile yazılar kaleme alıyorlar.
Ben her Türk vatandaşının her şeyin en iyisine layık olduğuna inanıyorum.
Bu sahtekar Atatürkçülere, Atatürk'ün fotoğraf albümüne ve yaşam tarzına bir göz atmasını tavsiye ederim.
Onlar gibi "garibanist" miydi, yoksa şehirli, medeni bir adam mı?!
Türk halkının artık sefalette değil, varlıkta buluşma vakti gelmedi mi?!
ABD Başkanı Biden, "Ermeni soykırımı olmuştur" diye ortaya çıktığında, hemen "üsleri kapatalım" diyen, pasif milliyetçilerin olmadığı bir Türkiye istiyorum.
"Reaksiyoner" değil, "aksiyoner" bir duruşa ihtiyaç var.
Biden'ı, e-mail bombardımanına tutmak, ABD'deki Türkler üzerinden Türkiye'ye davet etmek, işin doğrusunu anlatmak varken, adamı bir anda çarmıha germek ve "verdiğim kararda haklıymışım" hissini uyandırmanın neresi vatanseverlik Allah Aşkına?!
Ayı yavrusunu severken öldürürmüş.
Bize vatanını ayı gibi değil, insan gibi aklıyla sevecek milliyetçiler lazım.
Akıl çağının başlama zamanı gelmedi mi?!
Atatürk öldü.
Bir daha geri gelmeyecek.
Adını anmaktan zevk aldığımız Fatih Sultan Mehmet gibi Padişahlar da öyle.
Ülkelerin geleceği, geçmişte kazanılan başarılarla kurtulmuyor ki!
Bir ülkenin geleceği, bir Borsa'nın günlük seyrinden farksız.
Borsa'da nasıl geçmişte elde ettiğiniz kazanımlarla övünerek para kazanamazsanız, devletler de geçmişte elde edilen zaferlerle ayakta durmuyor.
Her gün yeni bir meydan okumayla karşınıza geliyor.
Darwin, "Canlılar iki türlü ayakta kalır" der.
Sonra da onları şöyle sıralar; "Bir, güçlü olacak; iki, değişen doğa koşullarına uyum sağlayacak!"
Ardından bir numaralı kuralın üstünü kendi elleri ile çizer ve "Dinozorlar da güçlü yaratıklardı ama değişen doğa koşullarına uyum sağlayamadıkları için yok oldular. O nedenle doğada canlıların ayakta kalmasının tek koşulu vardır. O da uyum sağlamaktır" diye bilim tarihine not düşer.
Devletlerin hayatında da aynı kural geçerli.
Tarih kitaplarında kısa bir ufuk turu, devletler mezarlığında nice vazgeçilmez, kendini yıkılmaz sanan devletin, değişen şartlara uyum sağlayamadığı için yok olduğunu gösteriyor.
Türkiye'nin de tarihten gelen özünü koruyarak, günün şartlarına uygun bir görünüme bürünmesi şart!
Aksi halde mevcut devletler tarihimize bir yenisini eklememiz gerekecek.
Bazı insanlar her konuda septiktirler.
Yani?!
Şüphecidirler!
Belli bir dozda şüphe insanı başarıya götürür.
Atalet duygusundan uzak tutar.
Her şeyde olduğu gibi bunda da aşırıya kaçılması halinde adamı hasta eder.
Şu anda yazdıklarımız Google'da yayınlanıyor.
Kimi dostlarımız haklı olarak, "Bu e-mailler de yabancılar tarafından izleniyor" diyebilir.
Haklılar evet öyle olabilir.
Hatta bazı istihbarat servisi görevlileri de kurt postuna bürünmüş kuzu edası ile bazı satırları kaleme alıyor, bazı oltalarda atıyor olabilir.
Hepimiz neyin, ne olacağını aşağı yukarı bilecek yaştayız.
O düşüncede olan dostlarımıza, 9. Cumhurbaşkanı Demirel'den bir örnekle cevap vermek istiyorum.
Süleyman Bey, telefonlarının dinlendiğini, bu yüzden dikkatli olmasını isteyen bir dostuna şu cevabı verir:
"İyi ya, dinlesinler, dinlesinler.
Bari doğru düzgün bir şeyler öğrenirler!"
Bu hususta, cevabım Demirel ile aynı çizgide olacak.
Yerli yabancı istihbarat servisleri, İrlandalı Türkler, kuzu postuna bürünmüş kurtlar, kendi egolarını vatanının çıkarlarının üstünde tutanlar bu tartışmaları iyi izlesinler.
Bari adam gibi yeni bir şeyler öğrenirler.
Kaldı ki, İstiklal Marşı "Korkma" diye başlıyor.
3 Y artı büyük Y’alanlardan mülhem 4 Y sorunsalı!
Hasılı:
Narko "1 oy" hesap’ı, ulus devlet’in güvenlik’ini tehdit ediyor!
Ticani’nin "1 oy"u, Atatürk Türkiye’sinin güvenlik’ini tehdit ediyor!
Besleme "1 oy" hesap’ı, bölünmez bütünlüğümüzü tehdit ediyor!
Yobaz’ın "1 oy" hesap’ı, kayan eksen kapsamında, Avrupa’nın güvenlik’ini tehdit ediyor!
Ezcümle:
"Bazı insanları her zaman, bütün insanları da bazen kandırabilirsiniz; ama bütün insanları her zaman kandıramazsınız."
Abraham Lincoln
Hasılı:
Tüm milliyetçi, vatansever, ulusalcı dostlarımıza son olarak şunu
sormak istiyorum:
"Sevgili dostlar sizce de, şu pasif, her şeyden şikayet eden, sadece yakınmaya dayalı milliyetçi anlayışın değişme vakti gelmedi mi?!"
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.