Çidem Ayözger Ergüvenç

Çidem Ayözger Ergüvenç

Yön

Ayıptır söylemesi hiçbir zaman yönümü tayin edememişimdir, o nedenle de sık sık kaybolurum. Allahtan “yolbul”, “navigasyon” sistemi cep telefonlarına yüklenmeğe başlandı da benim de işim kolaylaştı.

Yazlıktayız; bir arkadaşımın annesini karşılamak için Marmaris’e indik. Yolcumuzu karşıladıktan sonra onlar bir çay içip soluklanmak için merkezdeki ünlü kafe, Anatolya’ya girdiler, ben de iki sokak ötedeki fırından bir şeyler alıp onlara katılacağım ki köyümüze dönebilelim.

İnsanları bekletmeyi hiç sevmem, bari kestirmeden gideyim diye düşündüm ve aklım sıra en uygun yolda ilerlerken, dakikalar geçiyor bir türlü fırını bulamıyorum. Öyle ünlü bir yer değil ki birilerine sorup yol tarifi alayım. El yordamıyla oraya saptım buraya saptım, güneş tepemde belki yirmi, yirmi beş dakika yürüdükten sonra büyük bir caddeye geldim; bir baktım tepede “Marmaris Belediyesi iyi yolculuklar diler” ibareli bir levha! Kestirmeden gidiyorum diye Datça yoluna çıkmışım. Paldır küldür geri döndüm, tabii ellerim boş. Arkadaşım ve annesi telâş içinde. Beni çok merak etmişler. Arkadaşım, “Hani aldıkların? Nerede kaldın bunca zaman” diye sorunca fırını bulamadığımı ama önemli olmadığını söyledim. Beni elimden tuttu fırına götürdü; gidip gelmemiz on dakika sürmüştü. İtiraf etmem gerekir ki biz o zaman on iki yıldan beri en az dörder aylığına Marmaris’te tatil yapıyorduk.

Marmaris tatillerimizin otuz küsurlu yıllarında bu kez başka bir arkadaşımla Marmaris’e berbere indik. Arabayı ben kullanıyorum. İşimiz bitip de çıkınca ben hemen “yolbul”u açtım. Arkadaşım hayretle ne yaptığımı sordu; dönüş yolumuz için navigasyonu kullandığımı söyledim; hem çok şaşırdı hem de güldü. “Kapat şunu, bir sol bir de sağ yapacaksın. Yol zaten karşımıza çıkıyor” dedi.

Bir kötü huyum da genellikle hiç yapmadığım bir şeyi araba kullanırken sıklıkla yapmak: herkes nereye gidiyorsa ben de oraya giderim; çoğu zaman da saçma sapan yerlerde bulurum kendimi. Yön bilmediğim için nereye sapmam gerektiğini keşfedemem, arabaların çoğunlukla tercih ettikleri tarafa yönelir, doğal olarak kaybolurum.

Doğma büyüme Ankara’da yaşadım. Ankara benim için kaplumbağanın kabuğu gibidir. Kırk yıldan fazladır araba kullanmış olduğum bir dönemde bir akşamüstü Bilkent tarafından kente dönüyorum. Arabada yolumu gösterecek donanım o günlerde henüz yok. Güzel güzel geldim sonra birden bire kayboldum. Yol konusunda olmayan sağduyuma güvenip sağa sapıyorum Çankaya’daki ünlü Atakule elimi uzatsam tutacağım ama yolu nereden geçiyor bilemiyorum. Yine sağduyumu seferber edip kendimce kestirme olsun diye yönümü değiştiriyorum, bakıyorum Atakule solumda, tekrar beş on dakika oraya buraya sapıyorum bu kez Atakule şehrin öbür ucuna kaçmış.

Olacak gibi değil, saat ilerliyor, her yer zifirî karanlık; baktım manzaraya karşı bir araba duruyor, içinde de bir insan silueti. Farlarım yanık biçimde hemen arkalarına yanaştım, arabadan indim, bu arada bir sandığım siluetin birbirine yaklaşmış iki kafa olduğunu gördüm ama olan olmuştu artık. Hanım derhal beyden uzaklaştı. Şoför tarafındaki camı tıklamamla birlikte cam açıldı ve fırtına gibi bir bira şişesi yanımdan uçup karanlığa karıştı. Sürücü koltuğunda oturan adam ve yanında oturan kadın beni görünce nedense çok sevindiler, galiba polis geldi sanmışlardı. Ben rahatsız ettiğim için kedilerinden özür diledikten sonra Atakule’ye nasıl gideceğimi sordum. Büyük bir hevesle yolu tarif edip benden kurtuldular. Ben de gece yarısı olmadan evime kavuştum diye pek sevindim. Bu anımı ben unutamam ama arabadakilerin de kolay kolay unutabileceklerini hiç sanmıyorum.

Büyük ablam rahmetli Beldan’la (Ayözger-Kabalak) birlikte küçük ablam Nurdan’ın(Ayözger-Sumer) Ankara Birlik mahallesindeki evine öğleden sonra oturmasına gittik. Kara kış, günler bir damlacık, alaca karanlıkta kalktık. Arabayı ben kullanıyorum. Büyük ablamla altlı üstlü aynı apartmanda oturuyoruz, o nedenle aynı yere gideceğiz. O güzel günler…

“Bak şimdi seni kestirmeden fırt diye götüreceğim” dedim. Benim yol özürlü olduğumu bilir ama kibarlığından olsa gerek bir şey söylemedi ama ara sıra “Çiğdem doğru yoldu olduğumuzdan emin misin? Nurdan’la bizim aramız taş çatlasa on beş dakika, yarım saattir yollardayız hâlâ nerede olduğumuzu bilmiyoruz” demesine kalmadı Ulus Meydanındaki Atatürk Heykeli karşımıza çıkmaz mı. Nasıl becerdim de taş çatlasa on kilometrelik yolu kırk beş kilometreye çıkardım ikimiz de anlayamadık.

Şimdi anlatacağım anım ise kırk yılda bir yönümü bulmam yüzünden başıma gelen acıklı durum. Bir arkadaşımın yazlık evine Bodrum’a gittim. Güzel bir gün geçirdikten sonra odalarımıza çekildik. Yatağımın bir tarafı duvara bitişik. Gecenin bir saatinde acil bir iş! İçin yataktan kalktım; kalkmamla birlikte burnum ve alnım, diz kapaklarım, ellerim olağanüstü bir direnişe çarptı. Yönümün doğru olduğundan emindim ama uyku arasında dönüp ayakucuma başımı koyduğumu bilemezdim kuşkusuz.

Yönümü şaşırmak konusunda ustalaştığımı kabul ediyorum. Ama paraların yönünü şaşırıp yurt dışına gittiği bir ülkede, hele ki bu kadar yolunu kaybedip bizleri büyük uçurumlara sürükleyenler varken benimkisi çok masum sayılmalı. Oysa bu insanların elinde öyle güzel bir pusula var ki; neden Büyük Atatürk’ün gösterdiği yönde ilerlemezler de bu felâketlere yol açarlar anlayamıyorum diyemeyeceğim çünkü pek güzel anlıyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum