AZİZ İSTANBUL

Şair Yahya Kemal Beyatlı’nın eşsiz şiirinde yazdığı gibi;
“Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer…”
 
Sade bir semtini sevmenin bile bir ömre değer olduğu tarihi İstanbul yarımadasında yaşama şansına kaçınız sahip olmuştur?
 
Sizleri bilmem ama ben o şanslı kişilerden biriyim. 
 
Hem öyle bir yaşadım ki o tarihi yarımadada… 
Bugün saygı ve sevgi ile yâd ettiğim gidenlerimizin bizleri konumlandırdığı Nişanca’yı, Kumkapı’yı, Laleli’yi, Beyazıt’ı, Çarşıkapı’yı, Gedikpaşa’yı Divanyolu’nu, Cağaloğlu’nu, Sultanahmet’i, Sirkeci’yi, Eminönü’yü, Mısır Çarşısı’nı, Kapalıçarşı’yı, Sahaflar’ı, Yenikapı’yı, Aksaray’yı, Saraçhane’yi, Unkapanı’nı, Kocamustafapaşa’yı, Cankurtaran’ı, Samatya’yı, Etyemez’i, Fatih’i, Atikali’yi, Karagümrük’ü Edirnekapı’yı hatta bir zamanların eğlence mahallesi olan Sulukule’yi ve saymayı unuttuğum daha birçok semti bugün kaç kişi bilir?
 
“Bilmek” derken toplu taşıma ile öyle transit geçmekten bahsetmiyorum. 
O tarih kokan kaldırımları adımlamaktan, yerine göre meyhanede, yerine göre ise çayhanede oturarak tadını çıkarmaktan söz ediyorum. 
 
Babıâli’de 1850 yılında kurulan okulumuz İstanbul Kız Lisesi’ndeki dersleri kırarken, bugünkü AVM’ler iyi ki yoktu.
Hocalarımız bile bilirdi ya muhallebicide ya da Nazım Usta’nın “Ceviz Ağacı” şiirinde yazdığı:
 
“Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
Gülhane Parkı'nda, budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Gülhane Parkı'nda ben bir ceviz ağacıyım.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril, koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
Gülhane Parkı'nda Ben bir ceviz ağacıyım.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.”
Gülhane parkında olduğumuzu.
Yerebatan Sarnıcı’nda o mistizmi yaşarken…
Arkeoloji müzesindeki arkeolojik eserleri incelerken…
Türk ve İslam Eserleri müzesinde dünümüzü yaşarken…
Sultanahmet Parkına kadar gitmişken Ayasofya’nın ve karşısındaki Sultanahmet camiinin eşsiz güzelliğine her defasında hayranlık duyarken… 
Okulumuzun arka kapısından, Kapalıçarşı’nın Nuruosmaniye kapısına giderken, o el dokuması halıların sergilendiği vitrinleri zevkle seyrederken… 
Kapalıçarşı’nın Beyazıt kapısından tarih kokan bedestenlerinden Sahaflar çarşısına geçerken, o kitapların kokusunu her defasında içimize çekerken…
Tarihi Mısır Çarşı’sındaki baharat kokuları ile…
Mercan Yokuşu ile…
Birçok tarihi çeşmeleri, kitabeleri, hanları ve hamamları ile…
Bayramlıkların, düğün ve okul kıyafetlerinin alındığı Mahmutpaşa’daki o kalabalığı ile…
Çınaraltı’nda Hüseyin Avni Dede’nin sergilediği eski paralara bakarken çayını keyifle yudumlarken…
Her gördüğünüzde Türk Hava Kurumu’nun o devasa binasından etkilenirken…
Koca Sinan’ın o eşsiz Süleymaniye Camii’nin önünden her geçişimizde eserine hayranlıkla bakarken…
Laleli’deki Koska Helvacısı’nda her bir helvanın tadına bakarak evimize keyifle o tadı götürürken…
Topkapı sarayındaki tarihi her defasında bıkmadan usanmadan yeniden hatmederken…
Atikali’deki Hırka-i Şerif camiini ziyaret ederken…
Haseki Hürrem Hamamı’nın tarihi dokusunu solurken…
Çarşambaları kadınlar matinesi, Pazarları aile matinesi yapan Yenikapı’daki Çakıl ve Gar gazinolarında televizyonların bile daha siyah–beyaz olduğu dönemlerde halka mal olmuş sanatkârları yakından izlerken…
Kumkapı’da, Samatya’da ya da sahildeki teknelerde rakı-balık keyfi yaparken…
Sulukule’de roman kardeşlerimizin gettolarında göbecikler atarken…
Cumbalı ahşap evlerinin önünden geçerken ta iliklerimize kadar hissetmektir İstanbul’u yaşamak. 
…ve daha neler nenler derken “z kuşağının” büyük bir kayıp yaşadığına hayıflanırken…
16 yüzyıl boyunca Doğu Roma ve Osmanlı İmparatorluğuna başkentlik yapan medeniyetlerin beşiği İstanbul’u bizler gibi arşınlasaydınız, kıyamazdınız ne bir taşına, ne de bir zerresini heba etmeye.
Şimdi ise özlemle anarken burnumun direği sızlıyor toprağın betona karıştığı ve gitgide yok edilmekte olan o aziz İstanbul’uma.
 
Aşkım TAN
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.