Kerime Yıldız
BULAŞIK YIKAMAKTAN KUANTUM FİZİĞİ ÇIKMAZ DEMİŞTİM
Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Özlem Zengin, "Bu ülkede AK Parti gelene kadar 'kadın' kelimesinin adı yoktu.” çıkışıyla hepimizi şaşırttı. Konu hakkında yorum yapan bir emekli subayın sözlerini yanlış anlayıp hakâret etti. İşin doğrusu ortaya çıktığında özür dilemek şöyle dursun, “özrü kabahatinden büyük” açıklamalarına devam etti.
Kadın meselesine, sâdece başörtülü kadınların eğitimi, iş hayâtına girmesi, akademide yükselmesi, Meclis’e girmesi vs. açısından bakarsak Özlem Zengin, kısmen haklıydı. Kısmen dememin sebebi şu: Bu zulüm, Ak Parti gelince hemen düzelmedi. Öylesine kemikleşmiş bir yasaktı ki AK Parti, iktidarının 11.yılında kaldırabildi.
Özlem Zengin’e karşı çıkanlar, imkânları olsa geçmişte böyle bir yasak olmadığını söyleyecek kadar hâfıza silme peşindeler. Hemen 1934’deki seçme ve seçilme hakkını hatırlatıyorlar. Maalesef bununla da sağlıklı bir şekilde yüzleşemiyorlar. Cephede erkeklerle savaşarak Cumhuriyeti kuran kadınların, 1923’de Meclis’e sokulmadığını, vekil olmak için erkek olma şartının anayasaya konduğunu, bugün övündükleri Yunus Nâdi ve gazetesinin Meclis’e girmek isteyen kadınlarla nasıl alay ettiğini, yok sayıyorlar. 30’lu yıllarda kadınlar, “Yeter artık, seçmek seçilmek istiyoruz!” diye seslerini yükseltmeselerdi, kimbilir yasak daha ne kadar devam edecekti?
Özlem Zenginler cephesi ise başörtü yasağının olduğu günlere takıldı kaldı. Ben de unutulmasını istemiyorum ama takılıp kalmayı algılayamıyorum. Bitti gitti arkadaş! Başörtülüler için her kapı, sonuna kadar açık. Artık liyakata bakalım. Kalitemiz ne âlemde, ona bakalım. İçimizden, gerçek mânâda özgür kaç kadın çıktığına bakalım. Başörtülü yazar olmak, parti sözcülüğü yapmak veya bugün yaptığı eleştiriyi, zılgıtı yiyince yarın geri almak mıdır? Başörtülü vekil olmak, emme basma tulumba gibi parti kararlarına onay vermek midir? Başörtüsü zaferi, başörtüyü özgür kılan erkeklerin iki dudağı arasına hapsolmak mıdır? Başarı, yağlı ballı makamların bizim olması mıdır? Dâvâ, eleştiri yapan başörtülülerin üstünün, tıpkı CHP’lilerin çizdiği gibi çizilmesi midir?
Özlem Zengin; Nevşin Mengü, Canan Kaftancıoğlu, Berna Laçin'e yönelik yapılan hakâret ve tâcizlere, "Biz başörtülü kadınlar, en şedit yasakların yine kadınlar tarafından uygulandığına şâhit olduk. Hukuk içinde kalarak siyâsetle çözüme ulaşırken yaralarımızla hayâtı yönetmemeyi öğrendik. Fikirlerine itiraz ettiğimiz kadınların onurlarına yapılan saldırıya amasız ‘hayır’ diyorum." dediğinde ümitlenmiş ve geçmişte kendisine haksızlık ettiğimi düşünmüştüm. Maalesef Zengin, son açıklamalarıyla ümitlerimi yok etti. 2017’deki tuhaf bir konuşmasına verdiğim şu tepkiye geri döndüm: Bulaşık yıkamaktan kuantum fiziği çıkmaz!
Şöyle ki;
Özlem Hanım, 2017’de Bingöl’de bir toplantıda “Samîmiyetle söylüyorum, en iyi fikirlerim, hep bulaşık yıkarken aklıma geliyor.” dediğinde kısa devre yapmıştım. Hangi ara bulaşık yıkıyordu? Hangi devirdeydik? Bulaşık makinesi varken ne bulaşık yıkaması? Hani, yemek yaparken, çiçek sularken, nakış işlerken olsa anlarım da bulaşık yıkamak direk pislik temizlemektir. Eskilerin, “İş, eşeğe göredir” türünden bahse değmeyecek süflî bir iştir. Hoş, Özlem Hanım’ın bunlara vakti olduğunu da sanmıyorum. Eğer varsa danışmanlık işi aksıyor demektir.
Şaşkınlığım, Yeni Şafak yazarı Fatma Barbarosoğlu’nun konuyla ilgili yazısıyla daha da artmıştı. Barbarosoğlu, Zengin’in söylediklerinin üzerinde durulmayışına, bu konuşmadan fevkalade güzel bir habercilik yapmak varken, magazinel haberciliğin ayak izinde incitici haberler yapıldığına üzülmüş ve Danah Zahor örneğini vermişti. Zahor, “Kuantum Benlik” kitabını hâmileyken yazmış. Kendisiyle fizik hakkında görüşmeye giden televizyonculara hâmile olduğunu; soyut bir mesele yerine anneliği konuşmak istediğini söylemiş. Bunun üzerine annelik ve modern fizik hakkında şaşırtıcı şekilde uzun bir söyleşi yapmışlar. Daha sonra bu söyleşi, kuantum fiziği üzerine yapılan bir televizyon programının temelini oluşturmuş; mezkûr kitabın da bir bölümü olmuş. Birşeylerin yeniden uyanmasını sağlamış.
Allah aşkına, Özlem Zengin’in söylediği ile Zahor’un söylediği arasında nasıl bir bağ olabilir? Birisi, hâmilelik ve annelik gibi derin mi derin bir bilgelik süreci; diğeri, bulaşık yıkamak. Birinden kuantum fiziğine kapı aralanabilir.
Hâmilelik ve annelik, kadının enerjisine enerji, bilgeliğine bilgelik katar. Bambaşka bir boyut yaşatır. Süflî ev işleri ise “kakılmış” boyutu yaşatır. Enerjiyi alır, yorar. Makineye bulaşık diziyorsanız bel ağrısı yapar; elde yıkıyorsanız varis yapar. İlle de fizikle bağ kurmak gerekirse, fiziği bozar.
Geleneğin dışına çıkma cesâreti gösteren okumuş kadınlarımızın, kadını yoran ve ezen gelenekleri şirin gösterip övmesi ayıptır.
Hukuk tehsil etmiş bir politikacı hanım, karşısındaki kadın topluluğunun mecbûriyetlerini, yaşam şartlarını gözeterek bulaşık yıkamaya güzelleme yapıyor; felsefe okumuş bir yazar hanım da buradan kuantum fiziği çıkarmaya çalışıyor. İşte aldığımız mesâfe!
Bu kadar yol aldıktan, bu kadar direndikten sonra başörtüsünü özgür kılanların esiri olmak, çok hazîn bir son. Makamlar mevkiler, kamusal alandaki kariyerli başörtülü hanımların elini kolunu bağladı. Bütün dâvâ; makam sâhibi olmak, Meclis’e girmek, bakan olmak, köşeyi kaybetmemek… Başörtüsü serbest ama beyinlerimiz esir. Ego patlaması yaşayan bir kısım çapsız başörtülüler ise AK Parti’yi bıktıracak kadar ikbâl arsızı oldular.
Yazık oldu, bu kadar emeğe, çok yazık oldu. İçimizden her şey çıktı ama entelektüel çıkmadı. Aklımız, siyâsetle zehirlendi.
Özlem Zengin, “Fikirlerine itiraz ettiğimiz kadınların onurlarına yapılan saldırıya amasız ‘hayır’ diyorum." dediğinde “Sesi, daha gür çıkmalı.” demiştim. Geri alıyorum. Biraz dil orucu tutmalı. Özellikle bulaşık yıkayınca. Varsın, bakan olmayıversin. Çünkü o konuştukça demokrasi ve özgürlük bahsinde susması gerekenlere malamat oluyoruz.
Mine Kırıkkanat bile bizimle maytap geçiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.