Devletler Oyunu
Cüneyt Şaşmaz'ın yeni yazısı...
Gazi Mustafa Kemal bir "ideolog" değildir.
Doğru!
"Pragmatist" bir "asker" ve "devlet adamı"dır.
Doğru!
"Lider"dir!
Doğru!
"İngilizlerin adamı?!"
İşte bu; I. Dünya Savaşı’nı kaybeden ve "Enver Paşa" üzerinden Osmanlı'nın patronluğuna oynamış Almanların uydurduğu en büyük "kuyruklu yalan"dır!
Neden mi?!
Anlatayım:
I. Dünya Savaşı sonrasında, "küre"nin "yönlendiren devlet" koltuğuna İngiliz ve Fransızlar oturdu.
Neden?
Almanlar'ın planlama hatası sonucu savaşı kaybettiğimiz için...
Niçin?!
Almanlar detayda boğulup, ormanda kayboldukları için...
Niye?!
Eşyanın tabiatı gereği işler böyle yürüdüğü için...
İngilizler yerine Almanlar savaşı kazansaydı, tabeladaki isim dışında ne değişecekti?!
Ne var ki, II. Dünya savaşı öncesinde ve sonrasında da Almanlar benzer hatalar yaptı.
Bu bağlamda tarihin "kozmik oda"sı...
I. Dünya Savaşı yılları...
Ülke işgal altında...
İstanbul, İngilizler tarafından esir alınmış!
Almanlar ve Türkler aynı cephede, birlikte ortak savunma yapmaktadır.
Samsun'a, bu vatanın bölünmez bütünlüğü adına kazanmak için ölümüne mücadele eden, geçmişi olmayan, Çanakkale'nin muzaffer komutanı Mustafa Kemal'in çıkması kararlaştırılır.
Mustafa Kemal, 'Direniş'i örgütleyecek, işgal altındaki İstanbul yönetiminden bağımsız hareket edecektir.
"Hilafet"i ve "Saltanat"ı kurtarmak amacı ile başlatılan "Büyük Direniş", sonrasında "çağın ruhu"nun dayatması sonucu yeni bir devlet ile yoluna devam eder.
Osmanlı tarihe gömülmeden önce, çok sevdiği askerlik görevinden istifade eden Mustafa Kemal'in rütbesi iade edilmiş, birikmiş maaşı da ödenmiştir.
Bunların hepsi tarihi vesikalarda var.
Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihinde iki tane "Mareşal" rütbeli komutan vardır.
O "Mareşal"lerden biri, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Bu anlamda bir soru:
Ordudan istifa eden bir subayın rütbesi işler mi?!
İşlemez ise "Mareşal"lik gibi en üst "rütbe"ye nasıl ulaşılır?!
Kaldı ki, "Kurtuluş Savaşı" da Mustafa Kemal'in "kişisel durum değerlendirmesi" ile başlamamıştır.
Çökmekte olan, işgal altındaki bir devletin, gayr-ı nizami harp operasyonudur "milli direniş"?!
Mustafa Kemal de, o "şerefli ordu"nun gözüpek komutanıdır.
Mustafa Kemal'in seçilmesi ve Anadolu'ya gönderilmesi kararı TSK'nın, "çelik çekirdek"in kararıdır.
Ordundan istifa ettiği için hiçbir rütbesi kalmayan bir "Asi"nin emrine giren komutanların isim listesine bakacak olursanız, hepsinin de o dönemki "ordu yönetim şeması" içinde, en "kilit noktalar"da görev yapan askerler olduğu görülecektir.
Yani, "Görevimiz tehlike" mantığı içinde yapılmış bir operasyondur, "Samsun çıkartması"!
Yakalanır ya da başına birşey gelir ise devlet katında kimse Mustafa Kemal’i tanımayacak, arkasında durmayacak, "Asi" muamelesi görecek, İngilizlerin işgal ettiği İstanbul yönetimi tarafından "idam cezası" ile yargılanacak, yakalanır ise asılacak, "Direniş"i örgütlemeyi başarır ise bir milletin kaderini değiştirecek.
Nitekim, Gazi, bunları bilerek, ölümü hiçe sayarak Anadolu yollarına düştü.
Samsun’a çıkılması kararını veren Mustafa Kemal değil, Türk & Alman ortak mutfağı idi.
Vahdettin haindi/değildi tartışmaları bir kenara, İngilizler "İstanbul"u işgal etmeden önce Bab-ı Ali’yi "İttihat Terakki" ve Enver Paşa üzerinden Almanlar yönlendiriyordu.
İngilizler işgal ettikten sonra Londra!
Osmanlı iki yüzyıl önce çökmeye başlamıştır.
Yani Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkması için karar veren, hayatı boyunca öldürülme korkusu yaşamış bir zavallı olan Vahideddin değil, o sırada Osmanlı’yı idare eden "Türk & Alman mutfağı" idi.
O mutfak, çekirdek kadro karar aldı ve Vahideddin de o kararı "onaylamak zorunda olduğu için" onayladı.
Sonra İngilizler, yakalama kararı aldı ve Vahideddin o kararı da onayladı.
Çünkü "noter" ya da "onay makamı"nda Vahideddin oturduğu ve o dönem işler öyle yürüdüğü için ve/veya öyle olması gerektiği için öyle oldu.
Özetle, bir büyük devlet işgal edilir ise aynen bugün olduğu gibi, o işgal yaşandığı an ve sonrasında ne ya da neler olur ise Osmanlının işgal sürecinde de benzer şeyler yaşanmıştır.
Çeteler, düzensiz birlikler üzerinden milli bir mücadele yürütülmüş, işgalci güçlere aman verilmemiştir.
Konjonktüre uygun olarak dışarıdan uygun müttefikler bulunmuştur.
Şimdi tam bu noktada cevabı aranması gereken soru şu olmalı:
I. Dünya Savaşı öncesi ya da sonrasında, Almanlar ile Türkler "milli mücadele" için ortak planlama yaptı diye Mustafa Kemal, Cumhuriyet’i ilan ettikten sonra ne yapmalıydı; 'Cumhuriyet'i ilan etmek yerine, İngiliz ve Fransızlar ile çatışmayı derinleştirip, maceraya mı atılsaydı?!
Ya da Almanlar yeniden ayağa kalkacak diye Hitler & Mussolini’nin peşine mi takılsaydı?!
Yeni kurulan Cumhuriyetin işletim programı "milli" değil "eklektik"tir, derseniz doğru!
Dönemin şartları gereği Avrupa'dan yapılan "yönetsel nakiller"de "doku uyuşması" var mı yok mu testleri yapılamamıştır.
O nakillerden bir kısmını bünye reddetmiş, bugün de kullanımda değildir, kullanımda olanların bir kısmı da şu anda çalışmamaktadır.
Filhakika, Almanlar, Mustafa Kemal’i İngilizler’in adamı olarak görüp, göstermeye çalışırken, Enver Paşa’yı "kendi adamları" olarak gördüğü için toz kondurmazlar.
Kaldı ki, Enver Paşa da bir "Türk subayı"dır, aynen Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi!
Yalnız Enver Paşa ile Mustafa Kemal arasında her ikisinin de "asker" olmasının ötesinde "çok önemli" farklar vardır.
Şöyle ki:
1- Mustafa Kemal, kendisine verilen her görevi başarıyla yerine getirmiştir.
Geldiği her makama tırnakları ile kazıyarak gelmiştir.
Enver Paşa ise saraya damat olup ve Almanlar’ın desteğini alarak paraşütle en tepeye getirilmiştir.
Askerlikten ziyade siyaset ile ilgilidir.
İyi bir asker değildir.
2- Mustafa Kemal'in arkasında Çanakkale Zaferi vardır,
Enver Paşa’nın arkasında Sarıkamış Zaferi!
3- Mustafa Kemal "vatanı kurtarmak için konuşmak dışında bir şeyler yapılması gerektiğine, tam bağımsız Türkiye’ye inanır".
Enver Paşa ise "Almanlar dışında bir çözüme kapalıdır".
Osmanlı'ya "Enverland" denilmesinden mutludur.
4- Almanlar, I. Dünya Savaşı’nı kaybettikten sonra, Enver Paşa Türkiye'yi terk etmek zorunda kalmıştır.
Mustafa Kemal ise "çağın ruhu"na hitap ederek, yeni bir devlet kurmuş ve başına da geçmiştir.
Bu noktadan devamla, birkaç soru sorup cevabını birlikte arayalım:
Madem Enver Paşa, Almanların çok sevdiği Türk idi, neden Almanlar Kafkaslar’da genç yaşta sürgünde öldürülmesine izin verdiler?l
Enver Paşa’nın Türkiye’ye dönmesine izin vermeyen Mustafa Kemal mi idi, yoksa "Almanlar'ın adamı" olarak görüldüğü ve bilindiği için İngilizler mi?!
Enver Paşa normal yollardan mı öldü, yoksa İngilizler’in örtülü bir operasyonu ile mi ortadan kaldırıldı?!
Almanlar madem her şeye hakimdiler, Enver Paşa'nın Kafkaslarda öldürülmesine neden göz yumdular, niçin Almanya'nın sınırları içinde saklayıp korumadılar?!
"Sarıkamış felaketi" üzerinden, sırf "Almanlar'ın adamı" diye "kör ölür badem gözlü olur" misali, "Enver Paşa"ya methiye düzmek için sıraya girenlere sormak istiyorum:
Mustafa Kemal "birilerinin adamı olacak yapıda" bir adam olsa idi, önce "Almanlar'ın adamı" olmaz mıydı?!
Kendi adamları tarihçi İlber Ortaylı’ya da sorabilirler.
Mustafa Kemal ile Enver Paşa arasında yaşam, mücadele, kalite farkı var.
Onun için Almanlar gibi duygusallıktan uzak bir kavmin tarihe "kendi adam" tercihleri üzerinden yanlı bakmaktan vazgeçmesi lazım, ki gerçeklerle hızla yüzleşebilsinler.
Mustafa Kemal'in duruşunda sorun yok!
Sorun, Almanlar’ın hatalı planlamalarında, devlet içinden kendilerine adam seçmelerinde!
Neden, niçin, niye?!
Cevap:
"Ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım, hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım!"
"Devletler oyunu" bağlamında, Türk Devleti içindeki "İngiliz noktaları"na karşı örgütlenebilmek için 12 Eylül İhtilali sonrasında Fetullah Gülen’in önünü ABD üzerinden açan da Almanlar’dır.
12 Eylül İhtilali sonrasında bir PKK bir de Gülen Cemaati ayağa kalktı.
Her ikisinin de ortak özelliği, NATO ve İngiliz statükosunu tehdit ediyor oluşu idi.
Gülen Cemaati’nin perde arkasında sahibi olduğu yayınevlerinden çıkan kitaplarda, Enver Paşa yüceltilir, Çerkez Ethem'in hakkı dahi teslim edilir ama Atatürk hariç...
İngilizler, AKP’nin II. iktidar döneminde ulusalcıları, millicileri satıp, siyasal İslamcılara, Fethullah Gülen’e, İsmailağa Cemaati’ne kucak açtı.
Almanlar da Atatürkçüler’in yanına yaklaştı.
Tarihte olması gereken oldu.
Fethullah Hoca, Gazze ayrımı sonrasında İngiliz ekseninden çıktı, Almanlar’ın olduğu alana doğru kaydı.
İngiliz ve Fransızlar’ın "Atatürk" üzerinden kendilerini ifade etmeye çalışmaları konusuna gelince...
Devlet ve devletler katında bitmek tükenmek bilmez "İngiliz & Alman rekabeti" üzerinden hadiseye bakacak olursak...
Almanlar "Yüksek siyaset" liginde Atatürk’ün arka planında, "İngiliz & Fransız statükosu" olduğunu iddia ederler.
"Yüksek siyaset ligi"nde "kafa karışıklığı"na yol açmamak için de Enver Paşa üzerinden kendilerini ifade ederler.
Yalnız bu iddiaları da öncekiler gibi doğru değil, kasıtlı.
Çünkü, Atatürk hayatta iken böylesi bir şehir efsanesi yok idi.
İngiliz & Fransız statükosu "Atatürk" adını II. Dünya Savaşı sonrasında sahiplendi.
Almanlar’ın Hitler üzerinden Avrupa’da yaptığı öküzce katliamların ardından Anadolu’da "Atatürk" adı özellikle öne çıkarıldı.
Menderes Hükümetleri döneminde, bugün ne yaşandıysa benzeri yaşandı.
Türk Devleti içinde, ordu içinde ne kadar Osmanlı & Türk ya da Alman & Türk arka planlı bürokrat var ise hepsi değişik bahaneler öne sürülerek tasfiye edildi.
DP iktidarı döneminde de, asker darbe yapacak iddiası üzerinden birçok Türk & Alman arka planlı subay tasfiye edildi.
Atatürk hayatta iken Alman arka planlı "ve arkadaşları" diye adları tarih kitaplarında geçen "milli mücadele"nin lider kadrosu zaten tasfiye edilmişti.
27 Mayıs 1960 İhtilali sonrasında İngilizler, "ateşteki kestaneler"i toplamak için kullandıkları ve artık kendileri için de büyük sorun olmaya başlmış DP’yi tasfiye etmek için "Atatürk" adı üzerinden "ordu" ile uzlaştı.
Yalnız bu defa da, hem Türk Devleti hem de ABD içindeki teşhis edilememiş Alman linki, İngilizler’in bu operasyonunu bozmak için 27 Mayıs’ı hızla sulandırdı.
Darbeler tarihindeki çalkantı, evdeki hesabın çarşıya uymaması, devlet içindeki İngiliz-Alman rekabeti yüzündendir.
1960'ta, darbeyi yapan ordunun itibarı ile oynayıp, Yassıada Mahkemeleri’ni "bebek, don" iddiaları üzerinden yıpratmaya çalıştılar.
Hesapta Menderes ve arkadaşlarının asılması yok iken, astırarak Menderes’i mağdur, Menderes'i asanları ise sırf operasyonu İngilizler yaptı diye zalim göstermeye çalıştılar.
İngilizler de, Talat Aydemir ve arkadaşlarını bir askeri darbe ihtimali üzerinden provoke edip astırdıktan sonra, DP'nin devamı olan AP’den kendilerince Menderes ve arkadaşları için özür dilemiş oldular.
Deniz Gezmiş ve arkadaşları da, NATO & İngiliz statükosunu tehdit ettikleri, yani operasyon "Alman arka planlı" olduğu için İngilizler tarafından asılarak cezalandırılmışlardır.
Ki, bu da solcu cenah arasında NATO'ya ve İngilizler’e, İngiliz arka planlı ABD’ye olan öfkeyi daha da artırmıştır.
Demokrasinin 2010’lu yıllarında, Almanlar perde önünde sürünseler de perde arkasında BOP operasyonu üzerinden (İran, Rusya, Çin vb) ayağa kalktılar.
İngilizler, 1950 ile 1960 arasında DP üzerinden ne yaptı iseler, tıpkısının aynısını bu defa da Almanlar AKP üzerinden yaptılar.
Devlet içindeki İngiliz zulalarını, AKP’nin eli ile patlattılar.
İngilizler nasıl operasyon bittikten sonra DP’yi askerlerin önüne attı ise Almanlar da İran & İsrail "kurgu dalaşı" üzerinden son kullanma tarihinin son kullanım tarihi yaklaşmakta olan AKP’yi, TSK’nın önüne atıp kurtulmak istedi.
Hülasa:
Büyük resmi doğru okumak isteyen, hangi kamuflaj içinde olursa olsun, İngiliz & Alman rekabetini hafife almadan doğru takip etmesi şart.
Uluslararası terörist Ağca da CIA’nın Alman kanadı tarafından kullanılmıştır.
11 Eylül, Avrupa içindeki bir iç savaş, rant dalaşı ise bunun görünen bir yüzünde İngiliz, Fransız, ABD, İsrail’in resmi vardır, diğer yüzünde ise Türk & Alman yani I. Dünya Savaşı öncesi denge fotoğrafı vardır.
Osmanlı coğrafyasının tepesinde İngiliz ve Fransızlar var ise arka planında Teşkilat-ı Mahsusa vardır.
İngilizler, Osmanlı’ya girdikleri kadar, Osmanlı da Avrupa'ya girdi diye boşuna söylemiyoruz.
AKP, perde arkasında Neo Naziler’in devlet içindeki "İngiliz zulaları"nı patlatmak için İngiliz Yahudisi ABD’lilerin eli ile kurdurmuş oldukları "taşeron" bir "siyasi parti"nin adıdır.
2010 realitesinde, AKP de, AKP üzerinden İngilizler de, Fransızlar da, Yahudiler de "devletin kabuğu"nda, yani "dış halkası"ndalar.
Almanlar ise laf dinler, "Neo Enver Paşa" dayatmalarında bulunmaya devam etmez iseler hep yanımızda olmaya devam edecekler.
İşbirliği yapmak başka şey, o devlet içine kendine sadık "Enver Paşa"lar atayıp, onun üzerinden operasyon yapmak başka bir şey!
AKP iktidarında, Almanlar’ın gizli açık sahibi oldukları medyalarda neler yazılıp çizildiğini de çok iyi gördük, gözetledik.
İngilizlerin gizli açık sahibi oldukları medyalarda neler yazılıp çizildiğini de çok iyi gördük, gözetledik.
Yahudilerin sahip olduğu medya konusuna gelince yok öyle bir şey!
Yahudiler ya Alman ya da İngilizler adına taşıyıcıdır.
MOSSAD da, İngiliz ve Alman istihbarat servislerinin yaptıkları operasyonları "kamufle etmek" için kullandıkları, taşıma suyla işgören, CIA üzerinden yönlendirilen "gizli" ama her nedense yaptığı her şey ortada olan bir "servis"tir.
"Trilyon Dolarlık Yahudiler" konusuna gelince, evet onlar Yahudi ama kimi İngiliz kimisi de Nazi Yahudisi!
Yani, taşıdıkları güç, kendi güçleri değil!
Bu bağlamda, cevabı aranması gereken soru şu:
Başarısız olduğu halde, sırf "Almanlar'ın adamı" diye Enver Paşa’ya hak etmediği değeri vermek zorunda mıyız?!
"Turan", Türkler’in değil, Almanlar’ın Kafkaslar’daki enerjiye ulaşmak için ürettikleri bir operasyonunun kod adıdır.
BOP, BİP, GOP da bunun bir başka adı!
Kaldı ki, iki kardeşin menfaatlerinin çakıştığı bir noktada ayrıştığı bir dünyada, tüm Türkler’i aynı şemsiye altında toplamak, hayal olmaktan da öte, metafizik!
Ki, bu Türkler’i diğer etnik unsurlara yabancılaştırır, ötekileştirir, faydası yok.
Neden?!
Eşyanın tabiatı gereği, "Yaradan"dan ötürü, tüm yaratılanları severiz!
Kültürel işbirliği başka, siyasi işbirliği başka!
Türkiye’deki siyasi partilerin haline iyice bir bakın, ne demek istediğim daha da net anlaşılır.
Ezcümle:
Sırf "Almanlar’ın adamı" değil diye ya da başka güçlerin adamı olmayı reddetti diye, "reel politik"e uygun davranmış, hem başarılı bir asker, hem de başarılı devlet adamı Atatürk’ü kimseye ezdirecek değiliz.
Almanlar’ın yol yakınken anlaması gerekli husus şu:
Her şeye hakim olan tek "Yaradan" vardır ve o da Allah'tır.
O istemez ise hiçbir şey olmaz!
O ister ise tüm oyunlar bozulur, dünyanın en büyük güçlerinin dahi gözleri kör olur!
Onun için "adam satın almak" ya da "bu bizden şu onlardan" demek yerine, "güven"e dayalı sıkı dostluklar kurmayı, güvenmeyi, sonra da gerisini Allah’a bırakmayı öğrenmelisiniz.
"İş bilenle taş taşı, bilmeyen ile bal yeme!"
"Enver Paşa mı, Mustafa Kemal mi?!" diye hala soran kaldı ise işte cevabım:
"Tartışmasız Mustafa Kemal"!
Türk olduğu, Atatürk olduğu için değil, hak ettiği için, gerçek yetenek sahibi olduğu için, "cesaret, feraset, adalet" timsali olduğu için…
Onun için inatlaşmaya gerek yok, yiğidin hakkını yiğide teslim etmek adına "Mustafa Kemal" tek seçenek!
Mehmed Akif’i de yanına koyduk mu, tablo tamamlanır.
"Yüzde 50" operasyonu biter, yüzde 100 başlar!
Bu bakımdan, daha önce de altını çizdiğim gibi Türkiye içinde "Neo Enver Paşalar" aramak ya da "Yeni Enver Paşalar" yaratmaya çalışmak doğru değil!
Sonra bu yanlış adımlar beraberinde "Almanya içinde de benzer arayışları" gündeme getirir ki, doğru olmaz, yakışık almaz!
Ki, İsmet Paşa da Almanlar’ın adamı olarak bilinir.
Gazi’nin ölümü üzerine yerine TBMM’nin tam desteği ile seçilen İsmet Paşa, II. Dünya Savaşı’nda Türkiye’yi büyük bir maceradan korumuştur.
Yani akıl neyi emrediyor ise onu yapmıştır.
Dönemin şartları nasıl Enver Paşa’ya rağmen Mustafa Kemal’i öne çıkarttı ise bugün için de şartlar, riski kim adlı ise yüreği kim ortaya koydu ise onu öne çıkartacaktır, hiç kimsenin şüphesi olmasın?!
Diyebilirsiniz ki, Almanlar’ın haklı oldukları hiçbir şey yok mu?!
Olmaz olur mu?!
NATO sonrası Ordu tamamı ile İngiliz & Fransız yörüngesine girdi!
Yani Londra tarafından yönlendirilir oldu.
Oyak & Renault üzerinden Fransız derin devleti Türkiye içine yerleşti.
İstihbarat üzerinden İngiliz & Fransız statükosu, "Yüksek Yargı" ve "Medya"ya hakim oldu.
İngiliz ve Fransızlar, Türkiye içinde varlıklarını kalıcı kılmak amacı ile başta okul, sermaye ve medya, yayınevi yatırımlarına hız verdi.
Türk & Alman ortaklığı "Fethullah Gülen okulları" üzerinden nasıl yeni bir nesil üretti ise İngiliz ve Fransızlar da kendi otoritelerini sorgulamayan "Atatürkçü" adı altında, beyaz yakalı "Frankofon" bir nesil yaratmayı başardı.
Almanlar işte bu kuşatmayı yarmamızda bize yardımcı olan Avrupa'daki dostumuzdu.
"Derin devlet" efsanesi işte böylesi bir ortamda seslendirilmeye başlandı.
Sözün özü:
Başkenti "Yönlendirilen" Türkiye'nin tarihindeki çalkantılara, bir de "Neo Roma"nın çekirdeğinde yer alan İngiliz & Alman rekabeti üzerinden bakmanızı tavsiye ederim.
"Sadece ter akıtmak yetmez, neyi neden yaptığını da bileceksin"!
Kıblesini şaşırmış olanlar, doğru yön, yol tercihini yapana kadar bu çalkantı dinmez!
Hülasa:
Devlet olmak için sadece kurumların olması yetmez, bir de o devleti ayakta tutacak "milli yazılım"ın olması şart.
Ezcümle:
Yönlendiren devlet, kendi "ortak aklı" ile hareket eden devlettir.
Ve...
Son olarak...
AKP üzerinden Türkiye’nin mecburiyetleri haline getirilmeye çalışılan kaotik süreçte cevabı aranan soru şu:
Türkler, vatanlarının bölünmez bütünlüğünü korumak için kaç kişiyi feda edebilir?!
Bir, beş, on, yüz, bin, on bin, yüz bin, milyon, on milyon...
Şanlı mazimiz orta yerde dururken, bu soruya cevap vermeyi zul addederim.
Hal böyleyken...
İsrail & İran gerilimi bir "derin Avrupa" ya da "Neo Roma" kurmacasıdır.
Bu kurmaca bitene kadar, İngiliz ve Alman büyükelçiler başta olmak üzere, tüm Avrupalı dostlarımız 7 gün 24 saat üzerinden gözetim altında olup, devşirilmiş yandaşları ile birlikte misafirimizdir.
"Filistin'e dönen, Iraklaşan AKP Türkiyesi"nde ilk huzuru kaçan İngiliz, Alman dostlarımız olacağından kimsenin şüphesi olmasın!
“Yeni dünya"nın patronunun belirlenme düzleminde "Kılıç çeken kılıç ile ölür!"
Milli rotamız, vicdanı hür, iradesi hür bir Türkiye için "Mustafa Kemal" & "Mehmed Akif" bileşkesi!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.