Nuray Başaran
DOĞU ANADOLU-AFRİKA HATTI - ERDOĞAN YENİ BARIŞ ELÇİSİ Mİ OLUYOR?
Son bir haftadır tüm ülke olarak sallanıyoruz. Normal şartlarda zaman zaman ortaya çıkan depremin, bu kadar sık ve çok yerde olması, Türkiye'nin vatan topraklarının Ege'den Doğu Anadolu'ya kadar beşik gibi sallanması, ister istemez insanın zihninde çeşitli yansımalara neden oluyor. Ve siyasal olayları takip eden kesimlerde de ister istemez haklı olarak bazı kuşkular oluşuyor.
Daha Ege'de İzmir depremi bitmeden, Manisa beşik gibi sallanırken, Elazığ'da binaların çökmesiyle sonuçlanan bir başka deprem bir anda Türk halkını şaşkına çevirip üzüntüye boğmuştur.
Ki bu satırları yazmadan 4-5 saat önce Marmaris sallanmış... Ege ve Elazığ'da olan depremlerin artçılarının sayısı 500'ü bulmuştur. Tam da bu satırları yazarken, Küba'da 7.4 büyüklüğünde deprem dünya gündemine düşmüş, ondan önce de İran sallanmıştır.
Siz bunlara bir de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun, '7.5'lik İstanbul depremine hazırlanıyoruz' açıklamasını ekleyin!!!
Tüm bunlara bakınca da insan , 'Ne oluyor? Nereye gidiyoruz?' sorularını haklı olarak daha çok soruyor.
Yüzlerce televizyonun yayın yaptığı Türkiye'de, tüm televizyonların Elazığ depremine kilitlenmesi ise, 'acaba ne gibi senaryolar ile karşı karşıyayız' sorusunu herkesin aklına getiriyor.
Elbette bu soruların haklı nedenleri var:
Türkiye aslında tüm dünyanın ortasında 'Merkez' bir ülke olarak güç merkezlerinin sürekli hedefinde olan bir ülke. Bu doğrultuda da dünya kamuoyu olarak üretilen siyasal senaryolara alet olmak durumunda olduğundan depremden daha büyüktür korkumuz.(!)
Manisa'daki deprem bitmeden Elazığ Depremi, Marmaris, Kars depremleri peşpeşe şok dalgalarla kamuoyunu rahatsız edip Türkiye'nin normal koşullarda yaşadığı siyasal konjonktütü de alt-üst etmiştir.
Her ne kadar İzmir, Manisa, Elazığ, Marmaris depremleri geride kalmış olsa da, halkta uyandırılmış olan rahatsızlık hala devam etmektedir. Ve küresel senaryolar doğrultusunda bu bölgeye yönelik plan ve projeler çerçevesinde devreye sokulması planlanan senaryolar varken de, Türk halkı yeniden düşünmek ve muhtemel gelişmeler için kendini geleceğe hazırlamak durumundadır.
Yerküre yapılanması içinde deprem kuşağının üstünde yer alan Türkiye'nin bulunduğu bölgedeki geleceği için plan ve proje sahibi olan emperyal devletlerin, yerkürenin bu bölümünü kendilerine göre düzene sokarken, dış baskılar ve dolaylı senaryolar ile Türkiye'nin yapısını zorlayarak bir dönüşüm programı gerçekleştirmek istedikleri de ortadadır.
Böylesine bir süreçte Türkiye, yaşadığı kötü olaylarla birlikte bir deprem konjonktürü ile karşı karşıyadır.
(Özellikle uzay çağının başlamasıyla birlikte dünyanın üzerinde giderek artan uyduların sayısına pararlel olarak emperyalist devletler, uzaydan dünyadaki olayları izleyip kontrol etmeye başladıkları malum. Buna direnen ulus devletler -ki sahip oldukları özgürlük ve hakları elinde tutmak için direnirken- uzay üzerinden gelen çok çeşitli elektronik dalga saldırısıyla karşı karşıya kalmaktadır.
Kısaltılmış adı HAARP Teknolojisi olan ve yeni keşfedilen teknolojik oluşumlarla emperyalizme direnen, karşı çıkan bütün devletlere bunun birinci yansıması internet üzerinden- her gün evlerimiz ve ceplerimize- siber saldırı olarak gelmektedir.
Bu durumu gören bütün ulus devletler başta Amerika olmak üzere uzay orduları kurma noktasına gelmiştir. Ayrıca cep ve internet üzerinden yürütülen siber saldırı ile karşı karşıya kalan ülkeler, siber güvenlik teşkilatları kurarak kendi güvenliklerini halletmeye çalışmaktadır.
İşte uzay orduları kurulduğu ve elektronik alandan her türlü saldırının yapılma noktasına gelindiği bugün HAARP teknolojisine teslim olmayan devletlere deprem-fırtına-tsunami dalgaları yönlendirilmektedir.
Bu doğrultuda batılı emperyal güçler doğu devletlerine deprem-tsunami-fırtına yönlendirirken Rusya gibi doğu devletleri de Katarina Fırtınasında olduğu gibi tepki göstererek karşıt senaryoları uygulamaya koymaktadır.)
Bir haftadır depremle sallanan Türkiye'de sarsıntılar hala sürerken ve televizyonlar 7/24 bu konuda yayın yaparken; tam da bu aşamada Türkiye Cumhurbaşkanı, Afrika gezisine çıkmıştır. Tüm dünya Libya ile uğraşırken, ülkemiz beşik gibi sallanırken Recep Tayyip Erdoğan'ın Afrika'yı dolaşması (Yüksek sesle söylenmese de ya da söylenmeye cesaret edilemese de) Türk kamuoyunda çeşitli yorumlara neden olmuştur.
Biraz bu duruma yakından bakalım:
Burada Libya'daki saflaşma nedeniyle batı ülkeleriyle karşı karşıya gelen Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, bu gerginliği aşmak üzere Libya üzerinden batı ile yeni bir yakınlaşma içine girerken; -deprem saldırıları karşısında diğer devletlerin de hedefi haline geldiğini görerek- bu aşamada Afrika ülkelerine ağırlık vermiştir. Bu aşamada Türkiye Afrika ülkeleri arasında yeni bir kapı açarak batı emperyalist güçlerinin hedefinde olan Afrika'ya yönelmiştir.
Osmanlı döneminde bir ortadoğu devleti kuran Türkler, Türk dünyasından çıkarak Osmanlı Devleti üzerinden merkezi coğrafyaya yönelmiş ancak burada Merkezi bölgenin güvenliği için Afrika'ya da gidilmesi zorunluluğu ile karşı karşıya kalmıştır. Osmanlılar, hem Merkezi coğrafyanın güvenliğini hem de Türk dünyasının geleceğini sağlam temellere oturtabilmek için yeni bir açılıma yönelirken, zorda kalınca Kuzey Afrika'ya da inmiştir. Bugün bu nedenle Afrika'nın kuzeyi Müslüman güneyi Hristiyandır.
Türkiye Cumhuriyeti de böyle bir noktada, emperyalist saldırılara karşı güvenlik anlayışına girdiğinde, tarihten gelen yansımalar doğrultusunda Avrasya'dan Afrika'ya, Doğu Anadolu'dan Libya'ya kadar açılım yapmak zorunda kalmıştır.
Sayın Cumhurbaşkanının son Afrika gezileri, Amerika, İngiltere ve İsrail'e karşı Türkiye'nin uluslararası alanda yeni bir denge arayışının sonucudur.
Önümüzdeki dönemde Türkiye dışa dönük açılımları giderek arttırırken Afrika ülkeleriyle tıpkı Osmanlı dönemindeki gibi daha sıkı olarak Sayın Cumhurbaşkanının zenci Afrika ülkelerini birbiri ardı sıra ziyaret etmesini bu doğrultuda ele almak dünya barışı için önemlidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.