Ferdi Tayfur: Hatıran Yeter
Bir kaybın tarifinde hep bambaşka hikayeler yatar. Kimi 'çınarımızı kaybettik' yazar, kimi 'babamız gitti' der.
Bir kaybın tarifinde hep bambaşka hikayeler yatar. Kimi 'çınarımızı kaybettik' yazar, kimi 'babamız gitti' der. İnsanların sevdiğini çınarlara benzetmesinde güzel, huzurlu bir hal var, bir yandan da gölgesiz kalmak gibi, tutunacak dallarının kopması gibi yalnız bir hali de barındırıyor.
Çınar devrilince dallar hemen kopmaz ya gövdeden, ama kuşlar havalanır, bir toz bulutu, bir sarsıntı, bir uğultu. Bazı insanlar şanslı, çınar olduğunu, baba olduğunu, sığınak olduğunu yaşarken bilir. Yaşarken duyduğu her türlü sözün arkandan da edileceğini bilmenin ferahlığı gelir.
Şimdi herkes kendi Ferdi'sinin hikayesini anlatmanın, kendi Z raporunu vermenin telaşında. Sosyal medya kendi selasını okuyor. Seven de sevmeyen de kendi Ferdi Tayfur'unu anlatıyor.
Giden, Türkiye'nin son 45 yılının en büyük isminden biri. Ferdi, Orhan, Müslüm, üç baba. Arabeskin üç silahşöründen biri daha gitti.
Ferdi Tayfur şarkılarını söylerken her ne kadar acıklı da olsalar hep bir tesellinin peşindeydi sanki.
Kimsesizlerin kimsesi, sevdiğini bekleyen, beklerken ümitleri kırılan, kavuşmanın yollarını arayan, bir yandan da sevdiği kıza giderken bisiklete binen, dağ başında koyunların arasında rakısını içen, çekilen acılara pastoral çözümler arama haliydi.
Gerçekti. Gibi'de, karşılıksız aşkın peşinde harap olmuş, arabayı sevdiği kızın apartmanın önüne çektirmiş, salya sümük ağlayan Yılmaz'da, başucunda Ferdi Tayfur posteriyle oturan Mecnun Çınar'da bile emeği vardı.
Şarkıları, hapiste, gurbette, askerde, hasta yatağında, mezar başında, bir aşkın peşinde dinleyenlere, derdine derman, köyüne geri dönmenin yollarını arayanlara, gurbette verilen ümitlerin boş ümitler olduğunu anlamayanlara hep cevap anahtarı oluyordu.
Babasızlığın ne olduğunu bildiğinden milyonlarca insana babalık ederken kibire düşmemişti, sesini şarkılarının üzerine değil altına sermiş, şarkılarını yaslanılacak bir duvar gibi örüyordu.
Zor bir hayat yaşamış ama o günleri hep çok güzel anlatıyordu. Çok sevdiğini söylediği, hemşehrisi Yaşar Kemal gibi Adana'sını kalbinden hiç ayırmamıştı. Adana'nın Hürriyet Mahallesi'ni New York'un Harlem'ine benzetiyordu, aynı suç patlaması, aynı tekinsiz mahalleler.
Hürriyet Mahallesi'ndeki Topal Yusuf'un kahvehanesinde başlamıştı Müslüm Gürses'le arkadaşlığı. İkisi de aynı mahallenin tedrisaatından geçmişti. Bir acayip memleket Adana. O topraklarda yeşerenlerin aşkına, işine, derdine, atasına, babasına, anasına, hayata, ağaca, ormana, toprağa, kendi öyküsüne sadakati bir başka.
Bir yanda parasızlık, geçim derdi, bir yanda babasız kalmış bir aile, annesini hemen bir bekçiyle evlendirmişler. Babasını ağanın adamları öldürdüğünden ağalık sistemine karşı olsa da Sakıp Ağa'nın Adana Ceyhan'daki Mısırlı Çiftliği'nde geçiyor ırgatlık günleri.
Yıllar sonra Sakıp Sabancı'yla karşılaştığında teşekkür ediyor, 'Sizin ekmeğinizi çok yedim' diyor. Sakıp Ağa'nın karşısında duran adam onun tarlalarından büyük olmuş, ne dese olmaz, 'Mücadeleciymişsin' diyor.
Katıldığı, davet edildiği her programda hep sil baştan Ferdi Tayfur'un kim olduğu anlattırılmış. Bıraksalar saatler sürer, ufak sesli, kibirden uzak, sanki o değil milyonların babası, ama sözü çok bölünmüş.
Lakin sözü eline ne zaman alsa kimseden çıt sesi çıkmaz olmuş. Uzun uzun Adana günlerini, babasını kaybettikleri geceyi, Müyesser hanımın hikayesini, Merak Etme şarkısının çıkışını, Çeşme filminin hikayesini, Emmioğlu'nu, Huzurum Kalmadı'nın önceleri tutmadığını ve aklının hiç almadığını, film dünyasına Zeki Müren'i kıskanıp da girişini, yazdığı senaryoları...
Yazıhanesinde sabahtan akşama kadar oturup şarkı sözlerine çalıştığını, hiç çapkınlık yapmadığını, geceleri dışarı çıkmadığını, hastalıklarını, aşklarını, hayatını paylaştığı kadınları ve çocuklarını hayatından ve nüfusundan çıkarmasa da ruhundan çıkardığı zamanları...
30 yıl beraber olduğu Necla Hanım'la neden evlenmediğini, ilk eşinin kalbini kırmaktan ötürü duyduğu pişmanlığı, artık neden söz yazamadığı sorulduğunda neşesini kaybettiğini, neşesini kaybeden insanın üretemediğini, otuza yakın albümünü, filmlerini, yazdığı romanları anlatmış durmuş.
Bir tek Tatlıses ve Gencebay'la beraber anılmaktan haz etmemiş. Hayat görüşlerinin tutmadığını, sohbet edecek konu bulamayacağını, akil adam olmaktansa cahil adam kalmayı tercih ettiğini, iktidara mesafesini, siyasetten haz etmediğini, Atatürkçülüğünü, hukuksuz kalan ülkelerin dağ başına döndüğünü söylemiş.
Sanki bir tek -rivayete göre bir aşk uğruna- kaçıp gittiği Japonya hikayesi eksik kalmış. Kendi zenini arayıp duran birisi için iyi bir adresmiş.
Şimdi onu sevenler, bir kış günü babalarına veda edecek. Bir gün bile sahnesine çıkamadığı AKM'de veda töreni düzenlenecek.
Ferdi Tayfur'un mahareti bu belki de; giderken sorulmaktan imtina edilen soruları sorduracak, sevmediğini söyleyenlerin sesi sevenlerinin sesi altında cılız kalacak, ezan sesine İçim Yanar'lar, Hatıran Yeter'ler karışacak, herkes kendi Ferdi Tayfur hikayesini temize çekecek.
Her faniye nasip olmaz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.