Çidem Ayözger Ergüvenç
GENÇLER VE DEYİMLER
Günümüzde yirmi beş yaş ve altı gençler arasında kaç Türkçe sözcük kullanıyorlar diye bir araştırma yapılsa belirli bir çevrede yetişip düzgün bir eğitim alanlar dışındaki çoğunluğun sözcük kapasitelerinin çok sınırlı olduğu ortaya çıkar. Böylesi bir dağarcığın gelişmesi için öncelikle dile özen göstermenin yanı sıra okuma alanının resimli roman ve internet sohbetlerinin çok üstlerine taşınması gerekir.
Türkçe bilgileri sınırlı olan gençler bazı kavramları da haklı olarak yanlış yorumlayabiliyor. “Ak akçe kara gün içindir” denildiği zaman ak akçe yani alın teriyle kazanılmış temiz parayı düşünemez çünkü böyle bir şeyle büyük olasılıkla karşılaşmamıştır. Onlar için ak akçe çamaşır suyuna düşmüş dolar anlamındadır. Türk parası diyemiyorum çünkü Türkiye’de her şey dolara endeksli. Kara gün ise onlara göre zor zamanda kalınmış olan günler değil havanın kara bulutlarla kaplı olduğu, yağmura gebe günler anlamını taşır.
“Komşu komşunun külüne muhtaçtır” deyişi ise onlara hiçbir anlam ifade etmez. Onlarca katlı plazalarda oturan bu kategorideki gençlerin yüzlerce komşuları vardır. Hiç birini de tanımazlar. Ayrıca soba nedir görmemişler, mangalı bilmezler, onların bildiği tek kül sigara külüdür. Haklı olarak, ben ne işime aynı binayı paylaştığım insanların sigara küllerine muhtaç olayım ki diye düşünürler. Asıl anlatılmak istenen, insanların birbirlerine her konuda ihtiyaç duyabilecekleri gerçeğini algılayamazlar.
“Denize düşen yılana sarılır” derken zor durumda iseniz nereden medet umacağınızı bilemezsiniz demek istediğinizi de anlayamazlar. Denize düştüysem, yüzme de bilmiyorsam, neden can simidi dururken su yılanlarından yardım isteyeyim ki diye düşünürler.
“Ayağına yorganına göre uzat” yani kendi ekonomik gücüne göre harcamalarını düzenle anlamındaki bu deyişi duyunca, dizlerini bükerek yatıp ayaklarının açıkta kalmamasını sağlamak akıllarına gelir ve en kısa zamanda kendi boylarına göre bir yorgan almaya karar verirler.
“Damdan düşen halden anlar”ın açılımı kötü bir olay yaşayanlar böylesi bir deneyimi yeni geçirmekte olanların düştükleri duruma üzülüp kendilerini onların yerine koymak ve yardımcı olmaya çalışmak biçimindedir. Oysa bizim sevgili gençlerimiz, adamın damda ne işi vardı ki, ayağı kaymış düşmüş; ben onun halinden ne diye anlayacakmışım yorumunu yapar.
“Bir lokma bir hırka geçiniyoruz” denilince aslında yoksulluk ifade edilir ama bizim gençler öyleyse babanızın servetini nasıl kazanmış olduğunu düşünmeyin, ondan istediğiniz kadar lokma ve hırka temin edebilirsiniz derler.
“Ateş düştüğü yeri yakar” diğer bir de deyişle insan yaşadığı bir acısını kendi içinde taşır demek iken gençlerimiz, aman bu ateşe bulaşmayalım, başımıza bir tatsızlık gelmesin diye düşünürler.
“Yağmasan da gürle” deyişi de yanlış yorumlanıyor. Gök gürlerse büyük olasılıkla arkası yağmurdur, yağmayacak yağmur yüzünden gök gürültüsü kuru gürültüdür diyenler olur. Oysa Bir yararın olamayacaksa bile hiç değilse tavrını belirt, sesini çıkart anlamı taşır.
“Kol kırılır yen içinde kalır” deyişine verecekleri yanıt, kol kırılır alçıya alınır olacaktır. Her sır açıklanmaz anlamını çıkaramazlar.
“Kendim ettim, kendim buldum” derken başıma gelenlerin sorumlusu benim demek istenmektedir. Gençler haklı olarak siz ettiniz biz buluyoruz diye düşünürlerse pek de haksız sayılmazlar.
Yavrucaklar böylesi engin bir donanıma sahip olmalarını aldıkları kusursuz eğitime borçlular. Örneğin güneş tutulması kendisine anlaşılır bir biçimde öğretilmediği için “güneş balçıkla sıvanmaz” değişine karşı çıkarak, bal gibi sıvanır yoksa güneş güpegündüz nereye gidecek ki diye düşünür.
“Yağmur eken fırtına biçer” sözündeki mantık hatasını hemen anlar, fırtına yağmur bulutlarını getirir, önce fırtına sonra yağmur diye düzeltirler.
Hayvan yeminin bile ithal edildiği günlerde doğup büyüdükleri için “sakla samanı gelir zamanı” deyişini duyunca, ben samanı ne yapacağım ayrıca ne işe yaradığını bile bilmiyorum diye düşünür. Doğal beslenme konusunda kendine yeterli yedi ülkeden biri olduğumuz günleri görmemiştir ki garibim.
“Bal tutan parmağını yalar” dersiniz, neden gidip elini yıkamıyor diye sorar.
“Bal dök yala” tertemiz demektir ama onlar neden kaşıkla değil de yalayarak yememiz gerekiyor ki diye merak eder.
Şimdilerde sopasını saklayanların sayısı giderek azaldığı için ancak delilerin sopasını sakladığını varsayar ve “deli deliyi görünce sopasını saklar” deyişine tüm kalbiyle katılır.
“Bir deli bir taş atar, kırk akıllı çıkaramaz” sözüne ise Türkiye’deki tüm z kuşağı şapka çıkarır.
Gençler bizim umudumuzdur. Umarım tez elden hak ettikleri düzgün eğitimi en kısa zamanda alabilirler de diplomalı cahiller statüsünden çıkarlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.