Kerime Yıldız
HODRİ MEYDAN-2 / ERDOĞAN’I VAHŞİ’YE BENZETİRKEN DEDENİZ NEREDEYDİ?
Dün sabah bir hocam, Murat Bardakçı’nın Habertürk’teki köşe yazısının linkini gönderdi. Bardakçı’ya göre, Mevlevî Âyini’nde Kur’an-ı Kerim’i Türkçe okutan CHP iktidara gelirse İstiklâl Mahkemesi kurarmış.
Hocama verdiğim cevâbı, sizinle de paylaşayım:
“Hocam, artık bildiğim şey şu: CHP iktidar olur ve istiklâl mahkemesi kurarsa belki bizleri asarlar. Ama Murat Bardakçı, bu sefer, “Bu devrim düşmanlarını astığınız için sağolun!” diye yazar. Bizler Erdoğan’a, AK Parti’ye oy verirken arkasını oyanlar, şimdi yanı başında. Ben, artık AK Parti’ye oy vermiyorum. CHP’ye de vermem. Köyde kuşburnu toplayıp, tereyağımı yapıyorum.”
….
“Hodri Meydan” videosunun bilmem kaçıncı dakikasında Hilâl Kaplan, bir anısını anlatıyor. Karşı olduğu Dolmabahçe Mutâbakatı’ndan sonra İmralı’ya gidecek beş kişilik izleme heyetinde adı geçmiş. Hattâ rahmetli dedesi aramış; “Kızım, böyle bir şeye girmeyeceksin di mi?” demiş. O da, “Hayır dedecim, böyle bir şey yok.” diye anlatmak zorunda kalmış.
Kaplan, geçen sene dedesi rahmetli olduğunda şöyle bir tvit atmıştı:
“Türkçe ezan zulmüne son verildiğini duyduğunda askermiş. Vazîfeli olduğu yerdeki en yakın câmiye koşup ezanı okuduğunu anlatırken gözlerinin dolmasını hatırlayacağım en çok. Çocukluğunda da köyün müezziniymiş.”
Ben, bu ifâdelerden, rahmetli dedesinin Demokrat Partili ve Menderes hayrânı olduğu sonucunu çıkardım.
Şimdi bir de 2017’de rahmetli olan dayısı Selâmi Kaplan’ın ardından kaleme aldığı yazıya bakalım:
“Dâvâsı vardı. İlk hizmete, MSP’nin Kadıköy Gençlik Kolları'nda başladı. 1980 darbesinde MSP kapatılınca, dört sene Anavatan Partisi İl delegesi olarak görev yaptı. Sonra tekrar 'eve', Refah Partisi'ne döndü. AK Parti kurulunca ilkin Çankırı'da üye oldu, İlçe Meclis Üyeliği yaptı. Ardından Ataşehir İlçe Başkan Yardımcılığına yükseldi ve en son Ataşehir Belediye Meclis Üyesi olarak seçilmişti………… Sessizliğine ses, dâvâsına lider olarak Erdoğan'ı benimsemiş milyonlardan biriydi. Ömrünün son demlerinde bile memleket meselelerini dert edinirdi. ‘Kızım, Cumhurbaşkanımız çok yalnız, 'nasılsa bir gün gidecek' diye çoğu, elini taşın altına koymuyor" diye efkârlanırdı.
Dedesi ve dayısının siyâsî duruşuna, dâvâya hizmetine bakıp ve üstüne “Hodri meydan!” videosunu seyredip Hilâl Kaplan’ın, beşikte bebekken Erdoğan’a bağlandığını zannedenler, bu yazdıklarımı dikkatli okusunlar.
Yıl 2010.
Hilâl Kaplan ve Râsim O. Kütahyalı, Akçakoca’da bir programa katılırlar. Programda, BDP’liler, “Cenâzelerimize işkence ediliyor; herkes susuyor. Başbakan, ölüye işkenceyi savunuyor.” diye isyân ederler. Konuşmacılardan Hilâl Kaplan, PKK’lı ölülere işkence bahsinde Vahşi meselesini anlattıktan sonra sorduğu soruyu, 21 Temmuz 2010’da köşesine, şöyle taşır:
“Eğer merhametlilerin en merhametlisi Hz. Peygamber bile sevgili amcasını öldürüp ciğerini söken birini pişman olmasına rağmen affetmekte zorlanıyorsa Kürtler, evlâdının ölü bedenine işkence edilmesini bile meşrûlaştıran bir başbakanı nasıl affedebilir? O başbakanın yönettiği devlete nasıl âidiyet hissedebilir? Diğer yandan Başbakan’ın bu âşikâr zulmü meşrûlaştırıcı tavrının da aynen devam ettiğini, Dolmabahçe’deki toplantıda yine utanarak müşâhede ettim. Üstelik zulme sâhip çıkmasını, siyâset yapmasından ötürü halkın çoğunluğunu kaybedemeyeceğine bağlayarak anlamamızı talep ediyordu.” (21 Temmuz 2010-Taraf)
Bir yazıyla hükûmet indireceğine inanan Ahmet Altan gibi kurt bir yazarın eline, gencecik yaşınızda câhil aklınızla, Anadolu çocuğu saflığıyla düşerseniz böyle oluyor işte! Bir beyaz Türk, “Hadi prenses!” derse uçarsınız. Onu taklit eder, doz aşımı yaşarsınız. Mehmetçiğe kurşun sıkan teröristlerle empati yapar, ecdâdınızın soykırımcı olduğunu haykırırsınız. Gülen’e şiir yazar, ülkenin başbakanını, Vahşi meselesine atıf yapacak kadar zâlim ilân edersiniz.
Peki bütün bunlar olurken eski MSP’li, yeni AK Partili sülâlenin “reisçi” büyükleri neredeydiler?
Cemaatçi Süheyb Öğüt ile evlenen torunun yazılarını mı okumuyorlardı yoksa tıpkı onun gibi, yazdığı gazetenin bağlı olduğu güç isterse Başbakan Erdoğan’ın gideceğini mi düşünüyorlardı?
Açıkçası ben, “Kızım, böyle bir şeye girmeyeceksin di mi?” diyen dedenin, torununun düştüğü tuzaklardan ders aldığını ve uyarma ihtiyacı hissettiğini düşündüm. Hattâ torununu Yeni Şafak gazetesine transfer edip Ahmet Altan’dan kurtaranlara, ölene kadar duâ ettiğini.
İpin ucu puştun eline geçtiyse bir kere, kurtulma diye bir şey olmadığını ne bilsin?
KEENLEMYEKÜN (YOK HÜKMÜNDE) BİR YAZAR
İçinizden, “Ahmet Davutoğlu ve Gelecek Partisi’ne çekilen ‘Hodri Meydan’dan sana ne! Adın bile geçmiyor. Sen niye cevap veriyorsun?” diye düşünenler mutlaka vardır. Ne diyeyim ki?
Tvitleyen vekillerden hesap sormaya kalkacak kadar yazılarımı tâkip eden, hattâ ara sıra intihal yapıp istifâde edenlerin adımı anmamasının bir tek sebebi var.
Videoda bahsi geçen pelikan karşıtları için, “Erdoğan düşmanlığında birleşenler ve AK Parti’den makam mevki koparamayanlar” tanımı yapılıyor. Ne Erdoğan düşmanıyım ne de AK Parti’den makam mevki koparamadığı için Davutoğlu’na yaklaşanlardanım. Ne solcuyum ne fetöcüyüm.
Kırmızı çizgim, bize bu toprakları vatan kılan şehidlerim ve bayrağımdır.
HİLÂL’İ ÜZEN GİDER / İKTİDAR MEDYASINDA PELİKAN KORKUSU
2016 yılının aralık ayıydı. Enpolitik.com’da yapılan bir toplantıya çağrıldım. Darbe konulu panel düzenlenecekti. İçeri girer girmez panelin fikir babası olan Serdar Arseven’in rengi uçtu. “Albız alsın! Bu kadın nereden çıktı?” şaşkınlığı, beden diliyle bu kadar mı açık edilir? Belli ki beni beklemiyordu. Oysa hem sitenin yazarı hem de târihçi olmam hasebiyle toplantıda bulunmam ve panele katılmam çok doğaldı. Fakat Arseven, ısrarla bizden bir yazarın katılmasını istemiyordu. Sonunda, “Ne münâsebet!” dedim. Sustu. “Sitemizi nasıl buluyorsunuz?” diye sordum. Hiç yüzüme bakmadan işâret parmağıyla o sırada bilgisayar ekranındaki site yazarlarını göstererek, “Vahdet çağrıştırıyor.” dedi. Hoş geldin Cem Küçük! Yâni pelikan iftirâsını îmâ edip, “Fetö çağrıştırıyor.” demek istedi. Beni çizme fırsatını kaçırmamak adına, karşısında oturan Selçuk Özdağ’ın da Vahdet yazarı olduğunu unuttu. “Niçin bunu söylerken parmağınız, benim fotoğrafımı gösteriyor? Buradaki yazarların çoğu Vahdet’de yazıyordu.” dedim. Sustu.
O güne kadar ne karşılaşmış ne kavga gürültü etmiştik. Hattâ gâyet uzun, gâyet müspet bir telefon konuşmamız olmuştu.
Panel, Manisa’da yapıldı. Arseven, “Yüzünde Kerime Yıldız’ın göz izi var” dedirtmemek için elinden geleni yaptı. Selâm vermedi. Hattâ konuşmamı yaparken bir kere bile kafasını kaldırıp bakmadı. Öylece ayrıldık. Bir yazısında, “Hilâl Hanım’ın dediği gibi..” ifâdesini görünce tahminimden emin oldum. Bana fetöcü imâsı yapan adam, fetöcünün hasına iltifat ediyordu. Ekmek parası ne de olsa. Hoş gördüm. Hem hepsinin geçmişi hocaefendici değil miydi?
Buna benzer bir sürü hâdise yaşadım. Yok hükmündeydim. Suçum, pelikancıların Taraf arşivini ortaya dökmekti.
Abartılı mı buldunuz? O zaman buna ne diyeceksiniz?
Demirören Medya, 2018’in nisan ayında Hürriyet gazetesini satın aldı. Aynı yılın kasım ayında Hürriyet’in tek başörtülü yazarı Ayşe Baykal, anlamlandıramadığı bir sansür sebebiyle istifâ etmek zorunda kaldı. Sorun, başörtüsü olamazdı. Gazete, iktidara yakındı ve Baykal, Erdoğan taraftarıydı. O zaman bu, neyin cezâsıydı?
Ayşe Baykal, 20 Nisan 2017 târihinde yazdığı yazının bedelini ödedi. Mezkûr yazıda, memlekete referandum dersi veren Hilâl Kaplan’a şöyle sormuştu:
“Mâdem iktidara muhâlefet eden herkes ille de bir terör grubuyla taraf olmak durumunda, 2011 yılında siz kiminle taraftınız acaba?” Siz hangi cesâretle, ne Referandum sürecinde ne sonrasında Tayyip Bey’in ayrıştırmadığı Saadet Partili insanları, PKK ile FETÖ ile eş tutabiliyorsunuz? Belli ki hiçbirini tanımıyorsunuz.
Benim size tavsiyem, Ramazan ayı yaklaşıyor, bir itikâfa girin ve nefis muhâsebesi yapın!”
İtikâfa giren, Ayşe Baykal oldu.
İsfehan makâmında devam edeceğiz. Tâzelenecek o kadar çok anı, yenilmiş o kadar çok nâne var ki! Özellikle şehidlerim hakkında…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.