İNOSAM Başkanı Gürkan Avcı: Başarmaya mecbur muyuz?
İNOSAM Başkanı Gürkan Avcı: "Başarmaya mecbur muyuz? Hedefimiz YeniDünyaya Yön Veren Bir Eğitim Sistemi Olmalıdır!" başlıklı bir
İnovatif Stratejik Araştırmalar Merkezi (İNOSAM) Covid – 19 salgını nedeniyle 2020 Mart ayı itibariyle çalışmalarını dijital toplantı, çalıştay ve arama konferansları üzerinden devam ettirme kararı almıştı. ‘Korona Sonrası Yeni Dünya Düzeninde, Yeniden Büyük Türkiye Mümkün mü? Nasıl?’ ana başlıklı toplantıların üçüncü bölümünde ‘Yeni Dünya Düzeninde Türkiye’nin Eğitim Sistemi Arayışı’ konu alt başlığı ele alındı.
Yapılan müzakerelerin rafine sonuçları eğitim politikalarına etki eden hükümetin ve muhalefet partilerinin yetkilileriyle ilgili kurum ve kuruluşlara tavsiyelerde bulunmak ve kamuoyunu bilgilendirmek maksadıyla tarihsellik içerisinde İNOSAM Başkanı Gürkan Avcı tarafından özetle şu bahisle ifade edildi;
BAŞARMAYA MECBUR MUYUZ?
Hedefimiz YeniDünyaya Yön Veren Bir Eğitim Sistemi Olmalıdır!
Özellikle Covid 19 vakası sonrasında fütüristlerin ve stratejistlerin çoğu dünyanın geleceğine yönelik çok daha kötümser tahminlerde bulunmaya başladılar. Biz ise proaktif bir akıl ve pozitif bir inançla geleceğe dair çok daha iyimser öngörülerde bulunmaya devam ediyoruz.
Aslında geleceğin içinde yaşıyoruz. Bunun farkındalığıyla geçmişi nasıl bir metotla ve farklı beta sürümlerle analiz ettiğimiz de önemli. Hemen çoğu uzman insanlığın, ülkelerin, rejimlerin, dinlerin, tek tek bireylerin ve zihinlerin nasıl kontrol edileceği üzerine karamsar tablolar çiziyor. Karanlık korona günlerine hapsediyor bizi. Bu yüzden siyasal saplantılar ve duygusal tepkiler içine düşmeden evrensel ahlakı, insani ve vicdani sorumluluğumuzu nesnel öngörülerimizin merkezine güvenle koymamız gerekiyor. Bu suretle uzak ve yakın geçmişimizden yakın ve uzak geleceğimize projeksiyonlar tutmaya çalışıyoruz.
DÜNYANIN WİN’İ VE KÜRESEL TRAJEDİNİN SONU!
En popüler küresel rol model olarak ABD Başkanı Trump’ın ‘America First!’ yani ‘Önce Amerika, gerisi boş!’ söylemi her türlü ayrımcılık, bencillik ve çatışmaların kök hücresini oluşturan bir slogan olarak hepimizin hafızasında yer etmiştir. Korona sonrası yenidünyada ‘O da kazansın!’ anlayışı hayatımıza girecek. Paylaşmanın kapsam ve alanı genişleyecek. ‘Parası neyse veririz!’ söyleminin zayıflayarak ahlakın paradan üstün olduğu bir sürece giriyoruz. Korona sonrası dünya daha iyi bir yer olacak. Herkesin önce insan olduğu, iyilerin ve doğruların sesinin daha çıktığı, daha çok duyulduğu bir dünyada yaşayacağız.
Evet değişim kaçınılmaz. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ve yeni düzen kurulana ve yeni ülkelerin sınırları rejimleri ve iktidar yapıları belli olana kadar bu belirsizlik ve çatışma süreci devam edecek ama her şey bugünden daha güzel olacak. Eğer yenidünya düzenini masumları katledenler, insanları köleleştirenler ve doğayı sömürenler değil de barış, adalet ve sevgi medeniyetinin bakiyesi olarak bizler kurarsak yeryüzü yeniden cennet olacak, bu olacak…
İnsanları tüketici nazarıyla gören, özgürlüklerini sınırlayan, büyük şirketler ya da vekâletçi devletler adına baskı altına alan bir teknoloji yerine insan haklarına ve temel değerlere uyumlu bir şekilde gelişen, insanlığa hizmet eden, fayda üreten bir dijital çağı mümkün görüyoruz.
Özellikle eğitim sistemleri ve bu dâhilde öğretmenlik en çok dönüşen mesleklerden olacak. Nitelikli, donanımlı ve birikimli öğretmen ihtiyacı daha da artacak. Robot öğretmenler ve uzaktan eğitim sistemleri üzerinden öğrenciler istedikleri saat ve ortamda kaliteli eğitim alabilecekler. Toplumun hemen her kesiminin muzdarip olduğu mevcut eğitim sistemi ile birlikte ‘bilim’ diye yutturulan ilkel, kaba ve gereksiz ders ve konularının çoğu çöp olacak. Korona adlı büyük tsunami dalgası sonrasında ortaya çıkacak yenidünyada insana, onun haklarına ve yaşam kalitesine değer veren yeni bir eğitim gelecek. Yeni eğitim değerleri sınırlı ve ideolojik yaklaşımların sonucu şekillenmeyecek. Eğitim politikaları insana insan olduğu için değer veren yaklaşımla, güvenli, güvenceli, eşitlikçi, sağlıklı, kaliteli olmayı garanti eden anlayışta olacak.
Eğitimin paydaşları istemedikleri kişi, süreç ve ortamlarla olan ilişkilerini daha kolay sonlandırabilecek. Gençler psikolojik sorunlara, stres ve travmalara karşı daha da güçlenecek. Gençler arasındaki marka, statü, özenti, terfi beklentileri, alışveriş dürtüsü ve lüks tüketim alışkanlıkları azalacak. Yeni eğitim ile birlikte kendisiyle bütünleşme dahası barışma, arınma fırsatı bulacak insanlar birçok tabu ve saplantılarını yıkabilecek. Gençliği kucağına alan yabancı düşmanlığı, ırkçılık, nefret, bencillik, cinsiyetçilik gibi ayrımcı akım ve anlayışlar sönmeye başlayacak. Korona süreci tüm insanlığı sarsacak ve ardından iyilikle saracak bir dizi yeniliği başlatacak.
İNŞA EDİLEN BAŞLANGICIN ŞAFAĞINDAKİ YENİDÜNYA VE İLK AŞAMA!
Şu sıralar değişimde ilk aşamanın en sancılı döneminden geçiyoruz. Salgının etkileri ekonomide, siyasette, sosyal yaşamda, eğitimde kendini hissettirmeye başladı. Bu yüzden sonbaharın ortalarına kadar sosyal, ekonomik, siyasi ve elbette kültürel çerçevede yaşanacak ikinci bazın yaratacağı tahribat ve hasarları şimdiden öngörmemiz gerekiyor. Türkiye küresel aksta hangi iş kollarının yükselişe geçip, hangi mesleklerin kaybolacağını tespit edip endüstri 4.0 gelmeden ve yeni çağ başlamadan mastır planına başlamalıdır.
Uluslararası kuruluşların çoğu petrol ve gazın yenidünyada emekliye ayrılacağını ve Çin ekonomisinde büyük kayıplar yaşayacağını öngören uzmanlarla dolu. Türkiye taktik ve stratejik yol haritasını hazırlarken bölge ülkelere, yeni enerji teknolojilerine yoğunlaşmalı ve özellikle dünyanın fabrikası Çin’i çok iyi izlemeli ve etüt etmelidir. Küresel ekonominin virüs kaynaklı yaşayabileceği büyüme kaybı ve ülkelerin hasar tespitlerini de öngörebilmek şimdiden zorlu ve dikkatli bir çaba sarf etmemizi zorunlu kılıyor.
İthalat ve ihracatımızın yarısından fazlasını oluşturan Avrupa’da yaşanan salgın kaynaklı sarsıntılar ve uzun süredir borçlanma sorunu yaşayan ve mevcut borçlarını çevirmede sıkıntılar yaşayan ülkelerin karşılaşacağı ekonomik hasarlar bizi de etkileyecek. Dünyanın en büyük ekonomisi ABD’yi yılın ilk yarısında rekor bir daralma ve tarihinin en yüksek işsizlik rakamları bekliyor. Bütün bunlar ekonomimizi ve bağlı olarak tüm sektörlerimizi ve toplumsal politikalarımızı onlarca yıl sınırlandıracaktır.
Görünen o ki en fazla hasar gören sektörlerin başında otomotiv, seyahat, otel-konaklama ve eğlence sektörleri geliyor ve gelmeye devam edecek. Emtia piyasaları da hareketsiz ve dondurulmuş durumda. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de perakende mağazacılığında ve hizmet sektöründeki pek çok alanda arz sorunu yaşanmakla birlikte online alışverişin hızla arttığı ve online parekende satışa yönelik hizmetlerin çok büyük oranda artacağı yeni iş dünyasında ‘big data’ların en kıymetli meta haline geleceği belli. Online dünyada maliyetler olabildiğince düşürülüyor, yeni üretim ortamlarına dönük Ar-Ge ve proje çalışmaları girişimci ve yatırımcıların en dikkat kesildiği konular haline gelmiş durumda. Yenidünyanın başat işvereni olarak görülen kamunun yani devletimizin tüm bu öngörüleri dikkate alarak eğitim, istihdam ve sektörel planlama politikalarını hazırlaması gerekiyor.
Başta Milli Eğitim Bakanlığı ve YÖK olmak üzere tüm kurumlarımızın büyük bir değişim dinamiğinin içerisindeki Türkiye’nin biran önce beklentiler, projeksiyonlar ve füturistik çıkarımlarla en kapsamlı analizlerini, projeksiyonel öngörülerini, katmanlı tahminlerini ve düşünce egzersizlerini şimdiden organize etmesi gerekiyor.
Dünyayı özellikle son çeyrekte etkisi altına alan küreselleşme, mobilizasyon mevzuatları, uluslararası lojistik – tedarik ve uluslararası havacılık sistemi kökünden değişmeye başladı. Evden online üretime katılma ve uzaktan eğitim dünyanın en önemli gündem başlıkları arasında yer alıyor. Gençlik trendleri, moda, çocuk yönelimleri, tüketici eğilimleri değişiyor. Bilişim teknolojileri ve endüstri, yeni nesil yazılım ve donanımlar, cihaz tabanlı internet ve siber fiziksel sistem teknolojilerinin eğitime ve dahi tarım ve hayvancılığa yani hayatın tüm alanlarına olan etkileri artıyor. Bütün bunlar acil, geniş ve derin çaplı analizlere ve planlamalara ihtiyaç duyulan konular.
Eğitim merkezlerinde siber-fiziksel sistemlerin kullanılması konuşuluyor. İnsanlardan bağımsız olarak kendi kendilerini koordine ve optimize ederek eğitim veren robotlar ve akıllı okullar anlamına geliyor bu durum. Fabrikalarda da bu sistem kullanılarak üretim süresi, enerji miktarı ve maliyetler düşerken üretim miktarı ve kalite de arttırılacak. Bu durumda mavi yakalı çalışanlar nitelik değiştirmek zorunda kalacak. Çalışma hayatı otomasyon sistemleri ve entegrasyon çok farklı bir hale gelecek. Robotlar ve yapay zekâ her sektörde ve hayatın her alanında vazgeçilmez olacak.
Geleceğin ekonomisinin en önemli başlıkları yeni enerji kaynakları, elektrikli arabalar, kolay ve konforlu toplu ulaşım, medikal hizmetlerin verildiği yeni turizm kültürü olacağı ve tüm bu alanlardaki yeni keşiflerin daha geniş alanlara sahip olacağı kaydediliyor. Virüs salgınıyla analog dünyasının yok olacağı teknoloji üretip satan firmalarının güçleneceği, takip, retina imzası, yüz tanıma, hijyen ve özellikle birinci basamak sağlık hizmetlerinin sunumunda tele-tıp yanında ev testleri gibi sektör ve alanlarda uzmanlaşmış firmaların çoğalacağı bir döneme evriliyoruz.
ISRARLA GELECEĞE ODAKLANMAK!
Salgın sona erdiğinde dünya daha güçlenerek yoluna devam edecek. Türkiye bu minvalde eğitim ve sosyal politikalarını, özellikle sosyal koruma ve sağlık hizmetlerini yeniden gözden geçirmelidir. Türkiye uluslararası ölçekteki siyasi ilişkilerde kendi küresel rollerini yeniden konumlandırarak yeni liderlik için daha seri ve yüksek manevralar yapmalıdır. Öte yandan lider ülkelerin ve dahi uluslararası kuruluşların kapasite ve krizle baş etme konusunda düştükleri zayıflıkları nedeniyle politik küresel düzenin adalet ve eşitliğe tıkanmış kapağını ve insanlığın önünü açabilir.
Küreselleşme ve ardındaki korona salgını ile dünya ekonomik ve siyasal açıdan da, eğitim sistem arayışı açısından da insanlık tarihine ilişkin yeni öncelikler doğrultusunda yeni bir felsefeye geçmeye çalışılacaktır. Bilim ve eğitim perspektifi düzleminde kültür ve medeniyetler arasındaki farklılıkları esas alan çatışmacı, seçkinci, mülkiyetçi Batı geleneği ile aynılıkları esas alan paylaşımcı, uzlaşmacı ve barışçı geleneğin yani bizim varisi olduğumuz geleneğin yeniden dirilişine tüm insanlığın ihtiyacı var. Yeni medeniyet projemiz bağlamında hak merkezli yeni ve özgün bir eğitim sistemi sunmak ve yenidünyanın bu projeden azami oranda istifade edebilmesi için ekonomik-sosyo-politik organizasyonlar ile bu süreci desteklememiz gerekiyor.
Bu bağlamda, önce küreselleşme ve yenidünya kavramı çeşitli boyutlarıyla irdelenerek, ardından büyük ittifak yolları dikkate alınarak kültür ve medeniyetimizin izlediği ekonomik, jeopolitik ve stratejik uygulamalar üzerinde durulmalıdır. Kültür ve medeniyetimize tekrar tarihsel işlev kazandırılması için Alfabe, Dil, Düşünce, Coğrafya, yöntem, vizyon ve amaç birlik ve irtibatının kurulmasının felsefi açıdan gerekliliği ile bunun pratiğe-işe yansıması araştırılarak çatışmacı, seçkinci, mülkiyetçi medeniyet karşısında bizim kadim medeniyetimizin yenden dirilişinin mümkün olduğu vurgulanmalıdır.
DAHA GERİYE BAKMAK ŞİMDİ HER ZAMANKİNDEN ÖNEMLİ!
Bu itibarla gerilere çok gerilere baktıktan sonra geleceğe odaklanmamız gerekiyor. Osmanlı, özellikle Selçuklu’dan miras aldığı eğitim anlayışını kuruluş ve yükselme dönemlerinde yeni şartlara uygun bir anlayışla yapılandırmayı başarabildi. Ancak son iki yüzyılda zamanın ruhuna uygun bir şekilde revize edemedi. Batının bilim-teknik ve eğitimde kaydettiği gelişmeleri yakalayamadı. Başlatılan batı tarzı reformlar da temel ve yapısal ihtiyaçlar bağlamından kopuk şekli değişiklikler olarak kaldı.
Özellikle II. Mahmut ve II. Abdülhamit döneminde eğitimde önemli yenilikler ve çok cesur adımlar atıldı. Ancak devamı getirilemedi ve uygulamada yapılan öykünmeci reformlar bir süre sonra ikili ve birbiriyle çatışan bir eğitim sistemini doğurdu. Eğitimdeki kontrol edilemez çok merkezli bu kaotik durum eğitim sistemini yabancı ve negatif etkilere açık hale getirdi. Eğitim sisteminin ve buna bağlı olarak yabancı okulların yarattığı mürtedlik, soysuzlaşma ve yozlaşma neticesinde ihanet ve anarşi üreten yıkıcı, zararlı odaklar çok daha yaygın ve baskın hale geldi. Avrupa merkezli bölücü odaklarının keskinleşen muhalefeti ve yarattıkları iç karışıklıklar savaşlara ve parçalanmalara evirildi ve eğitim gündemin arka sıralarına düştü. Milli ve yerli sermaye yoksunluğu da bir taraftan milli entelijansiyanın gelişmesini kısırlaştırıyordu.
Sonuç olarak Osmanlı Devleti uygulamalı bilim, fen eğitimi ve teknoloji üretimi ile dini ve geleneksel ilimleri ve yine kadim kültürel değerleri harmanlayarak özgün, efektif ve çağcıl bir eğitim sistemi inşa edemedi. Eğitimdeki orijin form ve muasır ruh zafiyeti ve bu minvalde yüksek nitelik ve idrake sahip maarif bürokrasisi eksikliği Osmanlı’nın yıkılışına kadar sürdü hatta yıkılışını hazırladı.
YENİ CUMHURİYETİN EMSALSİZ ÖNGÖREMEZLİĞİ VE HATALARIN HAFIZASI!
Genç Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devletinin eğitim sisteminde yaptığı sistemik ve kompleks hatalardan yeterince ders alamamıştır. Osmanlı’ya tercüme odalarında hazırlanan reformların verdiği zararları kâmil manada tespit edemeyen Cumhuriyet kadroları aksine batıdakinin aynısını yapma, ona benzemeye çalışmak gibi daha derin ve çok daha yaygın yanlışlarda ısrar etti.
Yeni Türkiye’nin yeni eğitim sistemi 1924 yılında Milli Eğitim Bakanlığının daveti üzerine ülkemize gelen; Pragmatizmin ve etik felsefesinin kurucu ve kuramcı babası John Dewey’e teslim edildi. Dewey tanımladığı pragmatist aydınlanma, özgürlük ve ahlak felsefesini en etkili kaldıraç olarak gördüğü okul üzerinden Türk toplumuna yayma ve toplumu dönüştürme yönünde bir perspektif ortaya koyuyordu.
Günümüz Amerikan kültür, yaşam ve düşün biçimini, moral değerlerini oluşturan pragmatizmin kuramcısı Dewey yeni Türk eğitim sisteminin bilimsel/felsefi paradigmasını, eğitim program ve yöntemlerini, müfredatlarını, eğitim amaç ve hedeflerini yani ‘Yeni Türk Çağdaşlaşmasını’ eğitim üzerinden doktrine edecekti.
Çeşitli gözlem, inceleme ve raporlama maksadıyla 1940’ların sonuna kadar ülkemize defalarca gelen Dewey’in teorize ettiği yeni Türkiye’nin eğitim sistemi; Köy Enstitülerinden Halkevlerine, gençlik - kültür – sanat eğitiminden Milli Eğitim Bakanlığının teşkilat şemasına, eğitim programlarına ve öğretmen yetiştirme politikalarına kadar, okulların müfredat ve eğitim planlarından terfi ve teftiş sistemine dek yeni baştan yapılandırılmıştır.
Ancak Dewey’in savunduğu özgürlükçü demokratik değerler ise hayata geçirilemedi. Dewey, yeni Türkiye’nin katı devrimci ideolojik yapılarıyla bu hususta hiç uzlaşamadı. Yani Cumhuriyetçiler Dewey’in önerdiği eğitim sistemini bir paket olarak hayata geçiremedi. Paketin içinden yeni rejimi tahkim ve tezyin edecek bölümleri aldı, diğerlerine yok hükmünde muamele edildi. Bu çelişkiler içinde bütünlüksüz ve tutarsız bir eğitim politikası güdüldü.
1935’de kapatılan mason localarının tüm mal varlıkları ile birlikte misyonunun da devredilmesi ile birlikte mali ve işlevsel varlığı oldukça güçlenen Halkevleri yaygın ve yaşam boyu eğitim hedefleri bağlamında başarılı olamadığı gibi halktan samimi ilgi ve teveccüh de göremedi. Halktan kopuk, milletle kavga eden duruşundan mütevellit bir kuruluş olarak algılanması nedeniyle benzer tepki ve güvensizlik Köy Enstitülerine dönükte olmuştur. Köy Enstitüleri ve Halkevleri masonik öğretinin ve yaşam kültürü olarak sekülerizmin dikta ve empoze edildiği merkezler olarak görülmüş ve algılanmıştır. 1941 yılında sayıları 4322’ yi bulan Halkevleri ve Halkodaları üzerinden 2 milyondan fazla vatandaşımız, yetkilileri tarafından yapılan tanımıyla ‘rasyonel, reel ve taze din’ olarak ifade edilen skolastik bir eğitim ve öğretimden geçirilmiştir.
Cumhuriyet kadroları batılılaşma, ulus-devlet ve ekonomik gelişme başlıklarında betimleyeceğimiz üç temel hedefini Dewey’in ve ardıllarının felsefesine uygun bir şekilde, eğitim sistemini dönüştürücü bir aygıt gibi kullanarak gerçekleştirmek istemiştir. Yeni seküler eğitim sistemi, yeni devletin ve onun ‘Yeni Vatandaş’ının yani modern, Batılı yaşam tarzını benimsemiş ‘Yeni Türk’ün oluşturulmasında vazgeçilmez asli bir rolü oldu. Tevhidi Tedrisat yasasıyla devlet okullarında her türlü dini eğitime son verildi. Batı orjinli eğitim veren kurumlar ve yabancı kolejler Milli Eğitim Bakanlığına bağlanarak hayatiyetine devam etti. Karma eğitim, Latin Alfabesine geçiş ve Türk dil ve tarihinin özgülenme çalışmaları gibi toplumun zihin kök ve ruh dünyasında travmatik kopuşlar yaratacak bir dizi organize reformlar yapıldı.
DÖNÜŞÜM BASAMAKLARI VE SOĞUK SAVAŞ PARADİGMASININ GÜCÜ!
Türkiye’nin Birleşik Krallık etkisinden sonra ABD ile hususiyetle yakınlaşması Almanya’nın 2. Dünya Savaşını kaybetmesiyle artarak devam etti. Türkiye ile ABD arasında pek çok alanda büyük avantajlar sağlayan gizli ve açık anlaşmalar imzalandı.
Eğitim alanında yapılagelen mutlakiyetçi devrimler, milli hafızayı kadim mecrasından söküp savuran sert reformlar ‘halka rağmen halk için’ mottosuyla sürdürüle giderken 1949’da ABD –Türkiye arasında Fulbright Eğitim Komisyonu kurulması hakkında anlaşma imzalandı. Komisyonun 8 üyesinin 4’ü Türk, 4’ü ABD’li, komisyon başkanının da ABD büyükelçisi olmasına karar verildi. ABD’li uzman, rehber ve pedagogların denetim, kontrol ve planlamasındaki yeni Türk eğitim, kültür, spor ve gençlik politikaları kısa zamanda hayata geçirildi.
Komünizm tehlikesine karşı çok boyutlu ve güçlü reflekslere sahip Fulbright zihniyeti eğitim bürokrasisinden öğretmen ve öğrencilere kadar tüm eğitim sistem ve paydaşlarına tesir ederek eğitim sistemindeki tüm arka plana ve ön alana yeni bir format atarak dizayn etti. Artık Fulbright anlaşmasıyla birlikte yeni bir baz ve sürüme geçilmişti. ABD’li uzmanlarca disipline edilmiş milliyetçilik ve din tonlu yeni eğitim, gençlik, kültür politika sistemleri Türkiye ile birlikte ayrı ayrı yeşil kuşak coğrafyasında yer alan tüm ülkeler için tasarlanarak dikte edildi. ‘Vekâlet rejimlere muti, Batı çıkarlarına münasip bilgi ve bilinçte insan’ tipi bir fikri eğitimin açık ve örtük yeni müfredatları ve yeni programları yürürlüğe girdi.
ÇOK PARTİLİ DÖNEME GEÇİŞ VE EŞZAMANSIZ FIRSATLAR!
Eğitim sistemimizdeki Batılılaşma obsesyonu ve bitmek bilmeyen sığ, devrimci dayatmalar asırlardır milletimizi bıktırmış ve tedirgin etmiştir. Toplum başına geleceğini düşündüğü cebir, azarlama, küçümseme, suçlama gibi tenkitler dâhil günlük hayatına etki edecek tehlikeleri ve içine düşeceği korku ve kafa karışıklığını yaşamamak için Batı merkezli yenilik ve devrimlere mesafeli durma devinimi geliştirmiştir. Tarih ve kültüründeki çekirdek ölçütler olan dini, milli ve geleneksel değerleriyle çatışmayan; yaşam kalitesine zenginlik ve konfor katan yenilikleri ise başarılı bir şekilde içselleştirmiş hatta özgünleştirerek geliştirebilmiştir. Demokrat Parti Türk toplumunun karakterine dair bu farkındalığa sahip olduğu için ve buna gösterdiği saygı sayesinde iktidar olmuştur.
Türkiye’nin çok partili yaşama geçmesi hayatın her alanda olduğu gibi eğitim alanında da büyük değişikliklere yol açtı. Fulbright komisyonu, yabancı uzmanlar, eğitimdeki öykünmeci arayışlar yine devam etti. Ancak John Dewey’in doktrine ettiği Köy Enstitüleri ve Halkevleri kaldırıldı. Eğitimde demokratik reform girişimlerinde bulunuldu. Yanı sıra halktan gelen talep ve beklentiler yavaş yavaş eğitim politikalarına etki etmeye başladı. Yeni öğretmen okulları, Meslek ve Teknik liseleri ve Anadolu’da birçok üniversite kuruldu. Türkiye’nin genel bütçeden eğitime ayırdığı pay yükseltildi. Okul, derslik ve öğretmen sayıları artırıldı. Katı seküler eğitim anlayışından muzdarip olan halkın ısrarı üzerine din dersleri, İmam Hatip Okulları ve İslam Enstitüleri yeniden açılarak yurt sathında nitelikli bir şekilde yaygınlaştırılmaya başlandı. Eğitim sistem ve bürokrasisine milli ve manevi düşünsel alt yapılara sahip yöneticiler ve eğitimciler de dâhil olmaya başladı.
DARBELERLE MÜLHEM ARA SAFHALAR VE SİSTEMSİZLİK ANARŞİSİ!
1960 darbesinin yarattığı siyasi ve toplumsal yaralanma sonrası, topyekûn milletin tamamı tekrar zapturapt altına alındı. Cumhuriyet Tarihi ve Yurttaşlık Bilgisi ders kitaplarından 1950 – 1960 dönemi çıkarılarak dönemin yöneticilerine hain, darbecilere ise halk kahramanı olarak yer verildi. Darbenin yapıldığı 27 Mayıs tarihi okullarda ‘Hürriyet ve Anayasa Bayramı’ olarak zorla kutlatıldı.
Dezenformasyon, baskı ve yabancılaştırma 12 Mart 1971 darbesinden sonra da devam etti. Eğitim sistemi evrensel işlev ve bilimselliğini, ciddiyetini gittikçe kaybetti. Eğitim sistemi liselerden başlayıp üniversitelere kadar anarşi, kargaşa ve şiddet olaylarının kaynağı haline geldi. Okullar ve üniversiteler ideolojik kavga ve kamplaşmaların yaşandığı, terör örgütlerinin cirit attığı büyük çaplı şiddet ve katliam olaylarının baş gösterdiği anarşinin talimhaneleri haline geldi.
Darbeci zihniyet bir kez daha ülkeyi önce iç savaş ortamına sürükleyerek darbeye el verişli ortamı olgunlaştırdı. İç güvenliğin zayıflamasını, okul ve üniversitelerdeki terör ve kargaşanın artmasını sessizce bekledi. Ardından artan terör ve kaosu bahane ederek yönetime el koydu. 12 Eylül 1980’e kadar beş binden fazla insanımız hayatını kaybetti. Binlerce genç yurtdışına kaçtı. On binlerce insanımız yaralanıp sakat kaldı. Milyonlarca insanın düzen ve geleceği karartıldı.
28 Şubat darbesi dâhil her askeri müdahale sonrası eğitimde antidemokratik dayatmalar, manipülatif yasaklar arttırıldı ve eğitimden ideolojik baskıcı bir resmi aygıt olarak sonuna kadar yararlanıldı. Eğitim sisteminin tüm sorunlarla ilişkili olan en önemli problemlerinden birisi toplumun gerçeklikten, özgür bilim, bağımsız düşün ve analitik sorgulama yeteneklerinden uzak; eğitimin salt diploma ve maişet vesilesi olarak algılanmasıdır.
Darbeler tüm kurumların olduğu gibi eğitimin üzerinden de silindir gibi geçti. Bugünkü birçok eğitim sorununun sorumlusu bu darbelerdir. Darbecilerin hazırladığı yasa, yönetmelik, direktif ve genelgelerle eğitim kısırlaştırılarak okullar yaşam hapishaneleri haline getirildi. Öğretmen ve öğrencilerin kılık kıyafetinden müfredatlara kadar eğitimin her kademesine menfi müdahalelerde bulunuldu. Vekâletçi odakların devlet üzerindeki tasallutlarını sürdürmek adına arkasına saklandıkları Kemalizm her yeni döneme uygun şekilde yeniden formatlanarak abartılı, hibrit, gerici ve geçimsiz bir ideoloji olarak en başta eğitim sistemini canavarlaştırdı. Hemen her kesimin muzdarip ve müşteki olduğu ezberci, sınavcı, ayıklamacı, içi boşaltılmış eğitim sisteminin ürettiği sorumsuz, duyarsız ve şuursuz öğrenci profil modelinin müsebbibi daha çok bu darbelerdir. Türk eğitim sistemi günümüze kadar bütünlüklü ve uzun dönemli bir perspektifle yapılandırılmaktan ziyade, kısa vadeli, pragmatist, popülist ve oportünist sağ – sol siyasi kavgaların, ideolojik kaygıların ekseninde şekillendirildi.
EKLEMLENMİŞ DÖNÜŞÜM VE NEOLİBERAL DÖNEM!
Eğitim sistemimiz Cumhuriyete kadar Fransız ve Alman etkisinde, ardından Birleşik Krallık ve ABD’li uzmanların dayatmalarıyla, 1980’lerden sonra ise Fulbright nezaretinde AB’li uzman danışman ve komiserlerin telkin ve baskıları doğrultusunda şekillendirilmiştir.
Vekâletçi cuntacıların gayesi, eğitim gibi resmi ideolojik aygıtları da kullanarak dikta yönetimlerini ve öznesiz, deforme bir toplum yaratma gayelerini diri tutmaktı. Ancak yenidünya sistemi cuntacıların bu denli kapalı ve karanlık bir yönetimi devam ettirmelerine de müsaade etmedi. Çünkü yenidünyanın neoliberal politikaları doğrultusunda kapitalist bir açık bir topluma, protestan bir yaşam tarzına ve serbest piyasacı bir devlet yönetimine geçilmesi gerekiyordu.
Türkiye eğitim sistemi üzerinden küresel finans kapitalin fason imalat yeri ve komşu coğrafyanın taşeronu yapılacaktı. Bunun için nispi nitelikte ucuz işgücüne, çokça ara elemana ve global firmaların Türkiye masalarında görev alacak orta ve ara segment mühendislere, mümessil yöneticilere bolca ihtiyaç vardı. Bu itibarla ilköğretimden, mesleki ve teknik eğitime, yükseköğrenim alanından ve yine ikinci planda özel eğitim, halk ve iş eğitimi politikalarına kadar fonlama ve iyileştirmelere geçildi.
DP iktidarıyla başlayan ve ilerleyen zamanlardaki kimi ara dönemlerde nesnel çapı dar nitelikte yapılan halkçı politikalar referans noktası da oluşturmuştu. Eğitimde fırsat eşitliği ve eğitim hizmetlerine ulaşımda halkçı uygulamalar hayata geçirilmeye başlandı. Kredi, burs ve yatılı okul sisteminin yoksul halk çocukları lehine genişletilmesi ve özellikle yatılılık kapasitesinin 4/3 oranında köy okullarından mezun öğrencilere ayrılması gibi adımlar atıldı. Üniversitelerin önünde yaşanan yığılmaları sektörlere ve istidatlara göre yerleştiren daha efektif bir sistem hayata geçirildi. İlkokulların ardından ortaokullar da köylere kadar yaygınlaştırılarak ilköğretimin ülkenin tamamına yayılması ve ardından 8 yıllık zorunlu eğitime geçilmesinin provaları yapıldı. Başarılı öğrencileri klasik okullara, başarısız olanları mesleki ve teknik okullara alma sistemi değiştirilerek rehberlik sistemine geçilmeye ve bölge üniversiteleri kurulmasına başlandı.
İFLAH OLMAZ SOSYAL HASTALIKLARIMIZ VE NEPOTİZM TUZAĞI!
Ancak filhakika eğitim sistemimiz yabancıların ve onların vekâletçilerinin planlı müdahaleleri ve yönlendirmeleriyle özünden, kökünden ve kadim mecrasından koparılmaya çalışılmıştır. Eğitimli nesillerimiz yabancı kültürlere hayran, kendi değerlerini küçümseyen, kozmopolit bir ruhla yetiştirilmiş, hedefsiz ve özgüvensiz bir gençlik oluşturulmaya çalışılmıştır. Türk eğitim sistemi her askeri müdahale sonrası emperyalizmin emel ve isteklerine daha da açık hale getirilmiştir.
Türkiye siyasi ve ideolojik kayırmalarla, eş dost nepotizmiyle kadrolaşıp köşe başlarının tutulduğu eğitim sistemiyle, batının çoktan tedavülden kaldırdığı dogmatik bilgilerin talim ettirildiği üniversitelerle de oyalandı. Gençliğimiz, istihbarat örgütlerinin laboratuvarlarında hazırlanmış ilkel, kaba, IQ’sü düşük, virütik sağ – sol ideolojilerle mutantlaştırılarak harcandı. Türkiye’nin yaşadığı terör, yoksulluk, adaletsizlik, ayrımcılık, küresel ısınma, fırsat eşitsizliği, çevre kirliliği, kültür emperyalizmi, siyasî yozlaşma, trafik terörü, deprem gibi sorunların çözümünde üniversiteler hep sus pus bırakıldı. Üniversiteler toplumsal ilerleme adına bulundukları il ve ilçe için dünyaya açılan birer pencere olması gerekirken, yaptırılan akademik araştırmaların birçoğu Batının Türkiye üzerindeki sosyal - siyasi planları dâhilinde projeler oluşturmak için istifade ettikleri bilgi notlarından oluştu. Hiçbir bağımsız ülke, gençlerini bir başka ülkede iş bulması için, Avrupa`ya, Amerika`ya, Kanada`ya kapağı atsın diye de milyarlarca masraf yapıp eğitmedi…
1980 askeri darbesi sonrası hayata geçen IMF’nin Yapısal Uyum Programları dâhilinde başlayan neoliberal dönemde eğitim politikalarının şekillendirilmesinde esaslı bir yön değişikliğine gidilmişti. İMF, hükümetin zaten yetersiz olan eğitim harcamalarını kısmasını ve eğitimi özelleştirmesini telkin ediyordu. Liberal bireyselcilik eğitim üzerinden topluma dikta edilecek ve meşrulaştırılacaktı. 1990’lara gelindiğinde özel okul, kolej, kurs ve dershane sayılarıyla birlikte eğitim hizmetlerinin özelleştirilme biçimleri de arttı. Devlet okullarındaki temel hizmetlerin karşılanması için velilerden alınan katkılarda yükseldi.
Neoliberal dönemle birlikte Türk eğitim sistemindeki dini ve milli vurguların artmasından mutlu olmayan kesimler devlet okullarından çıkarak özel sektöre yönelmeye başladı. Böylece seküler kesimlerin ve varlıklı ailelerin çocukları için özel okul, kurs ve kolejler seçkinci bir meta haline gelmeye başladı. Bir süre sonra çeşitli vakıflar, cemiyet ve cemaatlerde özel okul ve öğrenci yurtları üzerinden bu piyasada yer edinmeye başladı.
28 Şubat 1997’ye gelindiğinde ordu, sivil hükümeti eğitim sisteminde bir dizi önlemler paketi uygulamaya zorladı. Sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim, İmam Hatip okullarının ortaokul bölümünün kapatılması, başörtülü/dindar öğrenci, öğretmen ve akademisyenlerin ilişiğine son verilmesi gibi baskıcı reformlar yapıldı.
Halen başarısızlıklarla ve kangren haline gelmiş sorunlarla boğuşan ezberci, sınavcı, dershaneci, eşitsizlikçi, piyasacı ve kalitesiz eğitim sistemimizin yönetimini üstlenen siyasal ve bürokratik kadrolar; çocuk ve gençlerimizin kozmopolit yaşam tarzlarına öykünen ama kendi değerlerini küçümseyen yahut şuurla bilemeyen, taklitçi bir yaşam felsefesini içselleştiren ve böylece bir avuç şirketin ipoteği altında yaşayarak küresel kapitalizmin zincirlerine yeni halkalar olarak eklemlenen mukadder nesiller olmalarından birinci dereceden sorumludur.
KONTROLSÜZ BUNALIM DÖNEMİ VE AK PARTİNİN EĞİTİM REGÜLASYONU
Eğitim sistemi 2000‘li yıllarda da AB’ci ve neoliberal bir politika programı dâhilinde devam etmiştir. Toplum aynı dahilde din görselli eğitim politikaları yanında sosyolojik olarak protestan bir yaşayışa konsolide de edilmiştir.
İdeolojik değil pedagojik bir perspektifle bakılarak İmam Hatip okullarının, seçmeli dini derslerinin ve Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin ve dahi gençlik-kütür politakalarının müfredat ve muhtevası incelediğinde bu derslerin Türk toplumunu neoliberal bir tarz ile İslamileştirmek ve yenilikçi bir savurmayla protestanlaştırmak üzere tasarlanmış olduğu görülecektir. Bu itibarla Ak Partinin eğitim politikacıları dâhil eğitim bürokrasisinin yetkinlerinin de peşine takıldıkları küresel neoliberalizmin Türk toplumunu eğitim üzerinden tabi tuttuğu asimetrik entegrasyonun künhüne varmış olabileceklerini halen mümkün göremiyoruz.
Ak Parti döneminde eğitimdeki temel politikalar, reformlar, proje ve harcamalar daha çok FETÖ adlı paralel yapılanma vekâletinde ve onların mihmandarlığında şekillendirilmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı ve üniversiteler bünyesinde bulunan birim ve kuruluşların yenilik, inovasyon, standart, iletişim, inşaat, iş piyasası, müfredat geliştirme, mekanik sektör, ulusal kalite sistemi, yaygın eğitim, uluslararası satın alma, ders kitapları ve daha birçok alanda yapılan reformların yönlendirilmesi AB tarafından atanan 500’e yakın yüksek maaşlı ecnebi uzmanların kontrol ve koordinesi ile yapılmıştır.
19 yıldır iktidar olan Ak Parti iktidarları dönemindeki iç ve dış siyasi, ideolojik kavgalar, gizli soy rölasyonlarına bağlı yeni kapışmalar eğitim hizmetlerinin geliştirilmesini ve sunumunu da bozarak eğitim sisteminde daha grift dengesizliklerin oluşmasına yol açmıştır. Ak Parti döneminde eğitim sisteminde sık sık, gelişigüzel ve tepeden inme şekilde hayata geçirilen basiretsiz değişiklikler öğrenciler kadar aileler ve uzmanlar arasında da güvensizliğe neden oldu, geleceğe dair ümitsizliği beslemiştir.
Türk eğitim sistemine neoliberal söylemi ve pragmatist / neoliberal vatandaş aklını da sokan Ak Parti eğitimde dini motifleri arttırarak, dini tören ve anmaları ekleyerek, darbeci, cumhuriyetçi ve Kemalist pedagojik sembolleri ayıklayarak, partililerine eğitimdeki kapıları, yeni ve karlı alanları açarak öngörülemez, rövanşist ve yıldırıcı bir politika izlemiştir.
OECD ortalamalarına göre eğitimde öğrenci başına yaptığı yıllık harcama oranı en düşük klasmanda yer alan Türkiye, son yıllarda kendi GSMH’sine göre bütçeden eğitime ayırdığı payı sürekli artırmayı da başarmıştır. Eğitim bütçesinin kahir ekseriyeti maaşlara ve sgk primlerine harcanırken yatırım bütçesi sürekli gerileyen Türkiye’de ailelerin eğitime yaptıkları harcamalar da sürekli artmaktadır.
Neoliberal ekonomik politikaların hedefindeki Türkiye’de kaliteli eğitim yalnızca siyasetin, ekonominin ve bürokrasinin seçkinlerinin ulaşabildiği bir hizmet halini almıştır. Eğitime ve hassaten nitelikli eğitime ve yine eğitimde fırsat eşitliğine ve mezuniyet sonrası işe yerleşmede adil ve eşitlikçi politikalara muhatap olmak her geçen yıl daha da zorlaşmaktadır. Okul, derslik ve öğretmen sayılarında yaşanan iyileşmeler yanı sıra eğitim sistemini güçlendiren ücretsiz kitap, okul sütü, bedava sağlık hizmeti, öğrenci başına para desteği gibi başarılı politikalar yanında kalitesiz, ezberci, şekilci eğitim gibi derin sorunlarda mevcudiyetini devam ettirmektedir.
Türk eğitim sistemi Ak Parti döneminde de dünyadaki bir takım trend ve inovasyonları yakalayamamıştır. Dünyanın kimi ülkelerinde okulların dışındaki eğitim sistemleri bilgi çağına geçmişken bizim okullarımız hala sanayi devriminden bugüne gelişimsel bir evrim geçirememiş, gelişimi yüzeysel olmuş ve hatta öğrenme iklimi, okul yapısı açısından ve öğretmen, öğrenci ilişkisi bağlamında da eğitimin yaşadığı değişim ve gelişime engel olmuştur. Okullarımız sanayi devriminden kalma ilkel zihniyeti aşamamış olmalarından ötürüdür ki günümüz eğitim sistemi ve eğitim paydaşları birbirlerini yoğun ve acımasız bir eleştiri bombardımanına tutmuş ve herkes eğitim sisteminden müşteki ve muzdarip olmaya devam etmiştir.
TÜRKİYE’NİN DEĞİŞEN PARAMETRİK DENGESİ, EĞİTİMDE KÖKLER VE GELECEK!
Ak Partinin İmam Hatip okullarına dönük pozitif ayrımcı tutumu İmam Hatipli öğrenci ve okul sayısını artırmıştır. Normal okullardaki teoride seçmeli olacağı söylenen kimi dini dersler uygulamada kayıt yaptırmanın zorunlu olduğu derslere dönüştü. Seküler toplumsal kesimler çocuklarını gönderebilecekleri seküler devlet okulu bulamadıkları kaygısıyla bir kez daha özel okullara yönelmiştir. Ciddi artış gösteren özel okul ve kolejlere dar ve sabit gelirli ailelerde tercih göstermeye başlamıştır. Zamanla özel okul ve kolejlere çocuklarını göndermek toplumsal sınıf atlamanın göstergesi olarak algılanmaya başlanmıştır.
Yeni Türklük tanımını, yeni bir çağ ve evreyi, İslami yeni kimliği ve yepyeni bir nesli tasavvur eden Ak Partinin ‘öze dönüş’ kabilinden tanımladığı yeni resmi ideolojiye mukim eğitim sistemini endoktrine etmeye yönelik vizyon ve kararlılığı her geçen gün artmaktadır. Sol, Kemalist ve diğer muhalif ideolojilerin eğitimdeki sabıkalı başarısızlıkları ve düştükleri içkin eleştiri tuzakları Ak Partinin yeni eğitim sistemini savunurken motivasyon kaynağı olmaya devam etmektedir.
Eğitim politikaları açısından Ak Parti iktidarını 2002- 2015 yılları arasındaki AB dayatmaları ve neoliberal politik baskılar etkisindeki evre ile son yıllardaki kendini arayan ikinci evre olarak ayırmak gerekir. Ak Parti eğitim sistemi üzerinden özellikle son yıllarda yeni bir kimlik inşa etmek, özüne dönmek, yüksek vasıf, ahlak ve şuura sahip dindar nesiller yetiştirmek hedefine odaklandı. Türk toplumunu yakın geçmişin katı seküler, yabancılaştırıcı ideolojik temellerinden arındırarak yeni, yerli ve milli bir kurucu ideolojiyle ikame etme yönünde eğitim sistemini tasarlamaya başladı.
Bu itibarla Türkiye, tüm eğitim yapılarının büyük ölçüde bu yeni kurucu ideolojiyle tanıştığı daha sofistike değişikliklere sahne olmaya başlayacaktır. 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin hemen ardından ilk, orta ve lise düzeyi okullar için hazırlanmış 51 dersten oluşan taslak müfredatın duyurusunun akabinde başlayan müfredat değişiklikleri ve tüm okul müfredatı ve ders kitaplarının kapsamlı revizyonu, Okul temelli yönetim vizyonu, düzenli testler ve öğretmenlerin performans değerlendirilmesi, Toplam Kalite Yönetimi ve 12 yıllık zorunlu eğitimin rehabilitasyonu, yeni seçmeli ders planlamaları, özel eğitim sektörünü destekleme projeksiyonları, Din ve mesleki – teknik eğitimde dönüşümler vb. bu yeni dönemin emareleri oldu. Milli değerleri ve İslam ahlakı ile milli birlik ve dayanışma ilkelerini ‘değerler eğitimi’ üzerinden ikame eden Ak Parti gençlik, kültür, spor, sanat, edebiyat ve teknoloji merkezli eğitim politikalarıyla bu değerlerin gündelik davranışa ve bilinçsel içeriğe de dönüşmesini planlamaya başlamıştır.
Bugün dünya, insanlık tarihinin en hızlı, en büyük, en kapsamlı, en derinlikli değişimlerinin yaşadığı en bir dönemden geçiyor. Gelecek hakkında net bir tabloyu ortaya koymak zor olsa da, bizim bir görevimizde kâmil ve yüksek bir akılla sınırsız ihtimallerle dolu bu bilinmeyen geleceği veriler, okumalar, irfan ve bilimin ışığında en isabetli şekilde öngörmek ve hatta geçmişteki onulmaz hatalarımızdan dersler alarak ona yön vermeye çalışmak olmalıdır.
YÜZYIL SONRA YENİDEN DÜŞÜNMEK VE BÜYÜK ROL/YOL!
Tüm bunlar yaşanırken bugün dünya ile birlikte Türkiye’de bir yandan Covid 19 salgını ile yoğun bir mücadele sürdürürken bir yandan da salgın sonrası kurulacak yenidünya düzenine hazırlanıyor. Türkiye bir taraftan vatandaşlarını ve dahi insanlığı salgından korumaya çalışırken, diğer taraftan da hızlıca yeniçağı planlamak zorunda. Yeniçağı planlamak üzere harekete geçmenin ilk adımı bölünmüş bir ülke olarak Türkiye’nin benzeri görülmemiş çağdaş bir özgünlükte, benzeri görülmemiş şeffaf bir konsensusla, benzeri görülmemiş yüksek bir vizyon, etkinlik ve ileri görüşlülükle hak merkezli yeni bir eğitim sistemi kurmak olmalıdır. Türkiye ortak akılla ve birlik ruhuyla yürüdüğü müddetçe tarihi ve kültürel bakiyesinden, jeopolitik avantajlarından, medeniyet hinterlandından faydalanarak yenidünya sisteminin başat aktörlerinden olabilir, olmalıdır.
Covid-19 salgını pek çok ülke, kurum ve uluslararası kuruluşun başarısızlığını ortaya koymaya başlamıştır. Salgın sonrası dünya asla aynı dünya olmayacak. Ülkeler, liderler, yapılar, ekonomiler de asla eskisi gibi olmayacak. Bu büyük kaos, savrulma ve parçalanma kısa vadede tehdit olarak görülse de herkesin kendi iç sorunlarına kapandığı bu süreç orta ve uzun vadede Türkiye için büyük bir fırsat oluşturacaktır.
Olağanüstülükteki bu tarihi fırsatı değerlendirmek için iyiliği, barışı, sevgiyi, eşitliği, adaleti, vicdanı, özgürlüğü, tüm canlıları, doğayı ve insanın esenliğini himayesine alan hak merkezli medeniyet projemizle önce kendi insanımızın sonra tüm insanlığın karşısına çıkmamız gerekiyor. Herkesin inandığı gibi yaşadığı, geleceğini ümitle ve özgürce gerçekleştirebildiği, düşüncelerini, aklını, ruhunu, bedenini, malını, canını, onur ve namusunu, gelecek nesillerini güvencede hissettiği bir medeniyet. Bu bizim varisi, bakiyesi olduğumuz medeniyettir. Değişmeyen özümüzle değişime ayak uydurmak suretiyle medeniyetimizi yeniden ihya etmeliyiz.
An ve mekân itibariyle en ivedi olanı şu ki bütün yöneticiler korona sonrası yaptıkları ve yapamadıklarıyla yüzleşecek, yüzleştirilecek. Yenidünyadaki yer, konum ve durumumuzu korona felaketiyle mücadelede gösterdiğimiz performans ve yararlılık tayin edecek. Virüsün yaygınlaşmasına ve küresel bir felakete dönüşmesine karşı gösterdiğimiz azim ve başarı dünyadaki pozisyonumuzu belirlemede en geçerli ölçüt olacak.
Covid – 19 salgını baskısıyla oluşmaya başlayan yenidünyada güç dağılımı, politik ekonomi ve uluslararası normlarla birlikte gündelik yaşamdan sosyalleşme süreçlerine kadar, özgürlük ve demokrasi anlayışından milliyetçilik ve din tasavvuruna dek, eğitimden sağlığa, sanattan lojistiğe kadar her alanda tarihin en büyük kırılma noktasında bulunuyoruz. Birbirimize rağmen kazanacak zaferlerimiz olmadığının ve birlik gücümüzün farkına varmamız gerekiyor. Bir araya gelmeden hepimiz kaybetmeye devam ederiz. Gücümüzün, mirasımızın ve bakiyemizin yeterince farkında değiliz. Korona ile birlikte korku ve travmaları artan ülkeler birleşmeye çalışıyor. Biz halen bölünmeyi, ayrışmayı, parçalanmayı konuşuyoruz. Aramıza yeni sınırlar, fakat’lar, ama’lar, ancak’lar koymaya değil sınırları, ötekileştirmeleri kaldırmaya çalışmalıyız. Yenidünyayı önce kendi aramızda sonra tüm mazlumlarla ve bize düşman olmayan tüm insanlıkla ittifak ederek inşa edebiliriz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.