Dr. Onur AKBAŞ
MAVİ PİNOKYO
Çünkü o camdan izlemeye alışkındı. Bütün arkadaşlarının aşklarını camdan izlercesine dinleyerek duygulanmış kimi zaman özenmişti ama hayatı boyunca camın ötesine adım atmamıştı. Zira annesi kızardı. O evin en büyük kızı olarak adım atmayınca iki kız kardeşi de adım atmamıştı.
ONUR AKBAŞ
onurakbastde@gmail.com
Hafif çiselemeye başlayan yağmur adeta dolmuştan inmesini beklercesine olan gücünü kendisinin üzerine boşalmaya harcamıştı. Bu boşalmayı bardaklar tarifte aciz kalabilirdi. Yağmuru severdi ama ıslanacak fedakarlıkta da şair değildi. Romantik filmleri, hikayeleri ve romanları severdi ama ömrünün ergenlikten bu tarafında hiçbir romantik anı ve anısı yoktu. Sitenin önüne geldiğinde başını istemsiz bir mecburiyetle sağa çevirerek kendisine emekliliğine az kalmış bir öğretmene hürmet gösteren merhametle selamlayan görevlinin selamını aldıktan sonra apartman kapısından asansörün içine zor attı kendini. Yaşlandığını ima edecek ne bir genç ne de bir çocuk görmeye tahammülü vardı. Takmazdı aslında böyle şeyleri ama bugün derse girerken amfinin kapısı önünde yaşadığı tatsız olaydan sonra öfkesini gün be gün ömürden eksilenlere yansıtırdı. Öfkesini çıkaracak arada bir anne ve babasının yanına gittiğinde kendisi gibi evlenmemiş kız kardeşi dışında çıkaracak bir kedisi bile yoktu. Evde kalmamıştı sadece kocası yoktu. Evde kalmak demek hiçbir zaman tercih edilmemek demekti, oysa bir tane de olsa ömründe bir talibi olmuştu onun. Evde kalmamıştı sadece evlenememişti. Bu ayrımı kendine hatırlattığında göğüs kafesinin genişlemeye başlamasından memnun asansörden dışarı attı ilk adımını. Sahi ne zaman daralmaya başlamıştı? Evet amfinin önünde mavi tişörtlü erkek öğrencinin amfiye giren kız arkadaşını yanağından öperken… Nasıl da çılgına dönmüşçesine azarlamıştı ikisini de…”Bu ne cüret! Nerede olduğunuzu sanıyorsunuz siz!” Nerede olmaları gerekirdi ki? Bunun cevabını veremezdi. Allahtan orada bir soran da olmamıştı. Daha önce de ders esnasında bundan daha cesur manzaralarla da karşılaşmıştı amfinin arka tarafında. Ama o tişört onda bir şey vardı. Mavi renkli tişört…
Eve girer girmez mavi ekran veren bilgisayar için arkadaşından aldığı cdyi aramaya koyuldu çantasında. Açlığını unutmuştu. Hatırlamak da istemiyordu, mısır gevreğine mahkum öğünlerin bir esiri olarak ama; bugün kumru sipariş edecekti. Oysa Ankara Etlikte evlerinin yakınındaki kumrucuyu kimse tutmazdı. Olsun nefis körlemek değil miydi? Bulduğu cd ile diz üstü bilgisayarı mutfak masasının üzerine koyup siparişi vermek için telefonu çevirdi. Açan olmadı. Bir daha denemeye mecali mi kalmamıştı nedir, hemen bulaşık selesindeki kaseyi alıp içine ballı mısır gevreğini döküp dolaptan aldığı sütü belli kararla boşalttı kaseye. Gök gürültüsü ile irkildi bir an. Sonra cesaretini toplayıp bir sandalye çekip mutfak penceresinden sokağı seyretmeye başladı. Yorgunluk ve sütün karnındaki etkisi kapalı hava ile birleşince ağırlık çökmüştü üstüne. Çalışkan ve sevdiği bir kız öğrenciydi. Bir an kendisine şaşırmış halde bakışları geldi gözleri önüne. Hep mavi tişörtlü sevgilisi! Mavi!... Derin bir nefes alış verişin camda meydana getirdiği buğulu zemin üzerinde buğulanan görüntü ile kendisini bir an babasının polisliğinden dolayı ilkokul dördüncü sınıfta taşındıkları o ilçede yazıldığı ilkokulun karşısındaki evlerinin camından bakarken buldu. “Sen hayatı sadece camdan seyredip içine girmemek için mi dünyaya geldin!” demişti bir mesajında hayatının tek ilk ve son talibi. O tahta çerçeveli camdan mavi pinokyo bisikleti ile camın sol tarafından geldiğini gördü. Bu yağmurda deli miydi bu? Ay bir de bakmazmış gibi yapması yok mu çok komik. “Şimdi duramaz bir daha bakar” diye geçirdi içinden. Mavili pembeli o kısa gömlek, “Allah’ım annesi bunu nasıl salıyor dışarı. Yarın okulda karşımda hapşurur.” Diye kıkırdarken buldu henüz okula başlamamış kardeşini yanında. Bir an arkada annesinin olup olmadığından emin olmak için arkasına bakıp tekrar pencereye döndüğünde yerde yatan mavi bisikleti gördü. Ürperdi bir an, bisikleti koyup bu yağmurda nereye gitmişti bu. Az önce kalın camları ıslanan gözlükle karşısında duran bu çocuk neredeydi şimdi. Bisiklete doğru gri gömlekli gözlüklü saçları asker gibi kısa kesilmiş birinin ağır adımlarla ilerlediğini gördü. Çok uzaklardan gelir gibi gelen bu yüz çok tanıdıktı ama çıkaramamıştı bir türlü. Adamın bisikleti ayağının altında ezmeye başladığını gördüğünde korkuyla kapattı perdeyi. Tam o esnada arkasından annesinin kendisine bağıran tiz sesi gök gürültüsüyle karıştı. Ağırlaşan göz kapaklarını açtığında ne zamandır bu sandalyede oturduğunu düşündü. Üşüyen kollarını ovarak gördüğü rüyanın tesirindeydi hala. Yıllar sonra Ankara’da hem de oturdukları bu mahallede askerlik yapmaya gelen bu adamla son karşılaşması Sakarya Caddesinde bir kahvecide dokuz numaralı masada olmuştu. Çocukluğa ve çocukluğuna dair her şeyi ailesine dair her şeyi hatırlayan bu sınıf arkadaşının bir hayalet gibi çocukluğundan çıkıp karşısına dikilmesi onu duygulandıracak yere birazcık heyecanlandırsa da daha çok korkutmuştu. Çünkü o camdan izlemeye alışkındı. Bütün arkadaşlarının aşklarını camdan izlercesine dinleyerek duygulanmış kimi zaman özenmişti ama hayatı boyunca camın ötesine adım atmamıştı. Zira annesi kızardı. O evin en büyük kızı olarak adım atmayınca iki kız kardeşi de adım atmamıştı. Kendisinin yirmi sekiz onun yirmi dokuz yaşına girdiği o günlerde oğlan esas niyetini daha açmadığında internetten yazışırlarken “Yaşımız otuza geliyor artık korkuyorum demişti.” Oğlan ona korkma ben çocukluğumuzdaki bütün mavilikleri avuçladım da geldim sana demişti. Oysa o mavilikleri hep camdan seyrederdi. Ama bütün mavilikleri bir sosyal medya sitesinin mavi zemininde engelleyeli tam on yıl olmuştu. Kırkın eşiğindeydi. Bunları düşünerek mutfak penceresine doğru ilerledi. Mavi renkli Palio marka bir arabadan bir gencin indiğini gördü. Bu alt kata taşınan yeni edebiyat öğretmeni idi. İhtimal ya arabayı birinden ödünç almış ya da satın almış olacaktı. Apartmanın önünde onu karşılayan eşini görünce arabanın satın alındığına kanaat getirdi. Heyecanla eşine bir şeyler anlatıyordu. Azıcık camı açıp konuşmalara kulak misafiri oldu.
“- Aşkım adam dürüst üstelik o da benim gibi edebiyatçı!, Doçentmiş Eskişehir’de...O bir muhabbet ettik Konyalıymış aslen. Bana hayatımdaki son mavi buydu ikisini çocuklarıma bunu da sana emanet ediyorum dedi. Ne demek istedi anlamadım ama herif derin. Hadi üstüne bir şey al da gezdireyim seni…”
İçinde yanma ile karışık bir sızı hissederek camı sımsıkı örttü. Sağlam örtüldüğünden emin olarak yatak odasına doğru koşar adımlarla ilerledi. Uykusu vardı, uyumalıydı! Gökyüzündeki koyu ve bulutlu mavilik kendisini karanlığın koynuna bırakalı bir saat olmuştu.
ARALIK 2917
DELİLER TEKNESİ-ÖYKÜ TEKNESİ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.