Aşkım Tan
Milletten Ümmete
Bu yazımda, 98. yaşına giren Cumhuriyet’in nasıl kurulduğuna dair uzun uzun cümleler kurmak yerine, Cumhuriyet’imizin dünden bugüne geldiği noktayı masaya yatırmayı daha gerekli görüyorum.
Bilindiği gibi Cumhuriyet öncesinde Türkler “sınıfsız” bir toplum olduklarından dolayı, “eski Türk toplumunda” soylular, hürler ve köleler gibi kavramlar da yoktu.
“Sınıfsız” olmaları doğal olarak askeri, hukuki, iktisadi, siyasi ve sosyal durumlarına yansıyordu.
“Millet” ve “devlet” ile ilgili konular “meclislerde” görüşülerek karara bağlanmaktaydı.
“İstiklal” anlayışı son derece gelişmiş olup “adalet, eşitlik, evrensellik, faydalılık” ve “hukuk” kavramları bu anlayışlarında değişmeyen hükümler olmuştur.
Atatürk, Türk milletinin özelliğini ve Türk tarihini çok iyi bilmekteydi ve bundan dolayı da “Türk milletinin tabiat ve karakterine en uygun idare Cumhuriyettir” demiştir.
Sonuç itibari ile Türk milletinde “adalet, eşitlik, evrensellik” ve “faydalılık” temeline dayalı anlayışlar çok erken dönemlerde oluştuğundan milletimizin karakterine en uygun idare şekli olarak Cumhuriyet rejimi benimsenmiş ve kabul edilmiştir.
“Sınıfsız toplum yapısı, meclisler, yöneticilerin seçimle iş başına getirilmeleri, akla ve bilimin önderliğine önem verme” gibi bir takım özelliklerin varlığı geçmişten günümüze yansımalar olarak görülmektedir.
Günümüzdeki yansımalara bakacak olursak, neler değişti dersiniz?
Mustafa Kemal Atatürk, “Cumhuriyet kültürdür” demiş ve özenle, ısrarla vurguladığı diğer dillerin boyunduruğundan kurtarmıştı Türkçemizi.
Ülkemizdeki kimi sağcılarının Türkçe ile her dönem büyük sorunları olagelmiştir.
Bilindiği üzere 1950’de işbaşına gelen Demokrat Parti, hükümetinin ilk işlerinden biri, içeriğine hiç dokunmadığı, ne ölçüde demokratik olduğunu sorgulamadığı 1924 Anayasası’nın dilini Osmanlıca yapmak oldu.
Anayasa bir gecede “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu” oldu ve 1961 Anayasası’yla şimdiki adına kavuştu.
Mevcut iktidar AKP özelinde ise Türkçe karşıtlığı her geçen gün tırmanmaktadır.
Başkan ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, Cumhurbaşkanı seçilir seçilmez, 2014 yaz aylarında Osmanlıcayı eğitimin göbeğine yerleştirmeyi ihmal etmedi.
Aynı anlayışın doğal bir sonucu olarak 24 Aralık 2014’te de “Türkçe ile felsefe yapılamaz” diye buyurdu.
“Türkçe karşıtı” bir anlayışın aslını yansıtan bu sözler, kamuoyunda –her nedense- hemen hiç tartışılmadı.
Ne Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin özgün kurumlarından biri olan Türk Dil Kurumu, ne üniversitelerin ilgili bölümleri ne de milliyetçi geçinen siyasetçiler, yazar ve yorumcular tarafından bu “Türkçe karşıtlığı” neden sorgulanmadı?
“Türkçe ile felsefe yapılamaz” düpedüz bir önyargı olup nesnel olarak da doğru değildir. Ayrıca Türkçe yazılan ve yabancı dillere çevrilen çok sayıda bilimsel çalışma ve yazın eseri bulunmaktadır.
Türkçeden uzaklaşmakla birlikte giderek yaygınlaşan Osmanlıcaya dayalı kültür, eğitimden siyasete yaşamın her alanını artan oranda kapsıyor ve bu da toplumda ciddi oranda onarımı hiç de kolay olmayacak ağır bir yozlaşma yaratmaktadır.
Çoğu yerde halkın istekleri hiçe sayılarak ana ekseni iyiden iyiye imam hatipli kılınan devletin elindeki eğitim, çok büyük ölçüde Osmanlıcayı baş tacı ediyor.
Bir yanda Harf Devrimi yadsınırken diğer taraftan giderek alfabenin değişmesini açıkça isteyen dini vakıflardan, halkın parasıyla hizmet satın alınmaktadır.
Sağlıklı insan gelişmesinin önkoşulu olan karma eğitim karşıtlığı o kadar iliklere işlemiş ki kadın üniversitesi saçmalığı gündeme getirilerek, konu 2019’da Resmi Gazete’de yayınlandı.
TV programlarının çok büyük bir bölümü siyasal İslam kültürünün, insanı bağımlı kılan, özgür düşünmesini ve yaşamasını sınırlayan yönlerini toplumun ortak aklına yerleştirmeyi adeta iş ediniyor.
TV dizilerinde, -doğru bir tutumla-, sigara ve içki görüntüsü engellenirken diğer yanda toplumda, hemen her gün silahlı çatışmalar yaşanırken TV dizilerinde silahlar dizi dizi boy gösteriyor!
Özgürlük, eşitlik ve barış iyice kullanımdan uzaklaşırken, ölüm akıl almaz bir biçimde kutsanıyor.
“Öteki dünya” günlük yaşama aşırı bir biçimde yerleştiriliyor.
Dahası “helal gıda” gibi başka kültürlerden alıntı kokan kavramlar kol gezerken, “hak arama yolları” kapanıyor.
“Beka, iltisak, istikşaf” gibi sözcüklerin karşılığını kaç kişi biliyor?
Özellikle “dava” gibi her gün kullanan ancak içeriğini açıklama gereği duyulmayan kavramları kalıcı biçimde kullanıma sokan iktidar, günlük söyleminde “insan hakkı” yerine “kul hakkı”nı, “suç” yerine “günah”ı yerleştirmiş bulunuyor.
En üzücü yanı ise muhalefetin de -ne yazık ki- bu söylemlere ayak uydurmasıdır.
Devletin varlık nedeni olan “gelir-gider hesaplarının” görülmesi de artık “Sayıştay” yerine “öteki dünya”ya bırakılıyor.
…ve “halk” artık kullanılmıyor; “ulus” gibi güzelim Türkçe kavramlar unutuluyor, giderek “millet” gibi yerleşik sözcüğün yerine bile “ümmet” yerleştirilmek isteniyor.
Sonuç olarak kültürel yozlaşmanın yoğunlaşması, yalnız yerel kültürün evrensel kültürden kopuşuna neden olmakla sınırlı kalmıyor.
Ülkemizin insanı kendi öz diline gitgide yabancılaşıyor ve bu durum da kuşaklar arasında büyük, onarılmaz kopukluklar yaratıyor.
Kültürel bölünmüşlük, toplumsal birliği yıkıma götüren bir biçimde derinleşiyor.
Mustafa Kemal Atatürk, güzel dilimize ilişkin bakınız neler söylemişti:
- “Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.” (1931)
- “Gaye, bugünkü ve yarınki Türk'ün medeniyetini kucaklayacak en güzel ve en ahenkli Türkçe'dir.” (1932)
- “Zengin sözlüğümüzün toplandığı gün, milli varlığımız en kuvvetli bir dal kazanacaktır. Bizim milliyetçiliğimizin esası dil birliğinin korunmasıyla mümkün olacaktır.” (26 Eylül 1938)
Cumhuriyet’imizin 98. yılını kutlarken, gelmiş geçmiş en büyük dünya liderinin aziz hatırası önünde minnet ve saygı ile eğiliyoruz.
Aşkım TAN
28.10.2021-Ankara
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.