Sam Amca, Ülkeleri ve Bizi Değiştiriyor!
N Gazete yazarı Emre Aygen'in yeni yazısı...
Dünyada Amerika kıtasını keşfettiğimizde ‘yenidünya düzeni’ üzerinde doğan yepyeni bir hayattan söz ettik. Avrupa ülkelerinin teker teker ele geçirdiği bu kıtada büyük kazançlar sağlandı. O kazanç Avrupa ekseni çerçevesinde kazanılmış değerlerdi. Sonra Amerika Birleşik Devleti oluştu. Bildiğimiz güçlü Avrupa devletlerinin yanı sıra Osmanlı İmparatorluğu dahi bu kıymetli alanlarda çıkar peşinde koşsa da elde kalan pek bir şey yoktu.
Özellikle II. Dünya Savaşının sona ermesinde en büyük gücün, Amerika Birleşik Devletleri’nin olduğunu kanıtlayarak devam etti. Ancak, 1985 yılında büyük rakibi Rusları pes ettirmesiyle imparatorluk hayallerini gerçekleştireceğini sandı. Onları en çok kızdıranlar Çinlilerdi. ABD’nin o kadar kolayca egemenliği altına alacakları henüz belli değil. Şimdi gelelim kendi memleketimize.
Atatürk’ü kaybettiğimiz yıllarda Milli Şefli bir dönemi II. Dünya Savaşını sıkıntılarını zorlukla atlatabilmiştik. Ne var ki, Emperyalist ülkelerin ticari kazançlarını artırmak için ele geçirdikleri ülkelere uyguladığı muamele orda yaşayan insanların tıpkı Mustafa Kemal Paşa gibi egemenliklerine kavuşabilmek için önlerindeki örneği temel almışlardı. Bunu gerçekleştiren ülkeler de olmuştu. Ancak milyonlarca insanın ölmesinden sonra kurulan Birleşmiş Milletler Teşkilatı ve ona bağlı olarak ABD-Rusya çatışmasının soğuk savaş denilen kapalı politikalar Türkiye’yi de NATO çerçevesinde daimi bir ülke olarak sıfatlandırdı. Bu çok partili yaşama girdiğimiz dönemde Demokrat Partinin iktidarının bize getirdiği yeni bir yol olarak sunuldu.
Oysa biz, Kurtuluş Savaşını kazanabilmemizde en büyük destek Sovyetler Birliği ve ilk Devlet Başkanı Lenin ile gerçekleşmişti. Görünüşte, ABD’nin ittifak üyesiydik. Ancak NATO üyesi ülkelerden sadece Türkiye Genel Kurmay Başkanımızın senede iki kez Sovyetler Birliğindeki meslektaşı ile doğrudan görüşme yapan ülke bizdik. Türkiye’nin gerçek gücünün ne olduğunu doğrudan ortaya çıkaran kişiler de çok az çıktı ve ne anlama geldiği Türk Halkına bir türlü söylenmeyen bir durum oldu.
Bu güne geldiğimiz durum ise sadece kendi memleketimizde yaşanılan bir değişim değil. Söz konusu değişim, Avrupa ülkeleri, Asya, Kuzey Afrika ve benzeri ülkelerde de yaşardı. Avrupa kıtası bu değişimin ilk örnekleri idi. Ardından “Büyük Orta Doğu Projesi” adı altında Türk Hükümetini Cumhuriyet adına “Eş Başkanı” sıfatı verildi. Ne var ki, Kuzey Afrika ve Orta Doğu ülkeleri kana bulandı.
Şimdi bizim başımıza gelenlerle Avrupa ülkelerinin ne alakası var diyeceksiniz. Görünüşte öyle diyebilirsiniz. Lakin yaşanan değişimin nasıl gerçekleştiğini ülke ülke olarak size aktaracağım.
Buna geçmeden önce rahmetli Turgut Bey, (Turgut Özal) 12 Eylül öncesi ABD’deki Dünya Bankasında yıllarca çalıştı. Recep Tayyip Erdoğan’ın içeriğini değiştirdiği Devlet Planlama Teşkilatı’nda görev yapmıştı. Ailemin dostları idi. İyi bir dostlukları vardı. Turgut Bey, ABD’den geldikten sonra dünya değişiminin nasıl yapılacağına dair iki-üç Amerikalı Bilim adamları kitaplar yazmıştı. Turgut Bey bu kitapları örnek olarak gösterip Türkiye’nin yakın gelecekte nasıl değişeceğini anlatıyordu. Rahmetli Süleyman Demirel’in Başbakan olduğu Adalet Partisinin son iktidarında Turgut Bey DPT’nin başındaydı. İşte o dönemde değişim başlamıştı. Turgut Bey 24 Ocak kararları ile Türk ekonomisinin bilindik yöntemlerinden artık vaz geçildiği beyan ediliyordu. Bunun üzerine 12 Eylül günü Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren TRT ekranına çıkarak askeri darbenin gerçekleştiği ilan edilerek TBMM, Hükümet, Cumhurbaşkanı lav edildi ve “Sıkı Yönetim” yürürlüğe girdi.
Peki, 80’lerde Avrupa ülkelerinde neler oluyordu? Örneğin Fransa’da. II. Dünya Savaşında Fransa’nın kurtuluşunda büyük roller üstlenen Albay De Gaulle Cumhurbaşkanı olduktan sonra Türkiye’nin de üyesi olduğu NATO’nun Askeri Kanadından ayrılmıştı. Sebebi neydi? Fransız ekonomisinin yükselmesi için “Miraj” jet uçakları yada İngilizlerle anlaşarak 6 saatte Paris’ten New York’a giden Concorde uçaklarının yapılmasına neden olmuştu. Biz ise Demirağların uçak fabrikalarını çoktan kapatmıştık. Atatürk döneminde birçok ülkeye ihraç ettiğimiz bomba fabrikamızı da soba fabrikasına çevirerek Türkiye’nin yeni yeni oluşan sanayii ilerlemelerini çoktan çöpe atmıştık. Sosyalist Mitterand ve Sağcı Chirac’ın ardı ardına Cumhurbaşkanlıkları sona erdikten sonra De Gaulle ekolü sona erince nereden bulunduğu belli olmayan yeni Fransız Cumhurbaşkanları derhal NATO’nun askeri kanadına geri dönerek ABD’nin egemenliğinin altına çoktan girmiş oldular.
Bizde ise, Turgut Bey’li iktidarlar devam ederken, bir tek DSP Genel Başkanı rahmetli Başbakan Bülent Ecevit döneminde 1963 yılında Ankara’da Avrupa Birliği ile ortak üye olma Antlaşmalarının son adımı sayılan Helsinki Sözleşmesi ile üyeliğin gerçekleştirilmesi yerine getirilmesi gündeme gelmişti. Koalisyonun iki ortak Partilerin Başkanları Devlet Bahçeli, rahmetli Mesut Yılmaz sayesinde gerekli yasalar Meclisten çıkartılmayınca ülkemizi AKP’ye teslim etmemizle bitti.
Hani gıpta ettiğimiz Alamancının her ay Almanya’da aldığı maaşın aynısını almak artık bir kere daha gerçekleşmeyecek bir fırsat olmaktan vaz geçilmiş, olmuş bitmişti.
Bu güne geldiğimizde de iktidar ve destekçisi parti ve muhalefet partilerin hepsi Cumhurbaşkanımızın sık sık söylediği yeni açılım siyaset sahnesi bu günkü haliyle değişse bile bize kapattığımız Demirağ uçak fabrikalarını geri getirmeyecek. Katar ile anlaşma yaptığımız Tank fabrikalarımız yeniden bizim olacak mı? Hayal aleminden ayrılmamız gerekiyor.
Salı günü İstanbul’daki Kartal’da İlçe Kuruluşu yapacak olan Yenilik Partisi Genel Başkanı ve Ardahan Milletvekili Öztürk Yılmaz, bu işleri sona erdireceğiz, çıkar fırsatları ile Türk ekonomisinin içinde bulunduğu açmazı biz ayağa kaldıracağız ve bunu Türk Halkının gücüyle yaratacağız derken kulak misafiri olmak ve hepimizin aklımızı başımıza alma zamanıdır.
Dünya, ABD’nin tüm ülkelere şöyle veya böyle yollarla gerçekleştiren tırnak içindeki değişimi bizim tarafımızdan sunulacak değişimlerle eski yerine getirecektir. Hiçbir siyasi Parti, eğer iktidara gelindiğinde bile Amerikaların bize yaptırdığı yöntemlerle değiştireceklerini söylüyorlar. Bu yöntem bile tüm kıtalarda dikte ettirilen yöntemler yürürlükten kaldırılması zorunludur. Bu değişim de Halkın kararı ile olur. Onun için tüm ülkelere ve kendi ülkemize de neler yaptırıldığını hepimize anlatmamız hepimizin görevidir. Siyaset Türkiye’yi Atatürk ilkelerine geriye dönmekle aklımızı başımıza alacağımızdan eminim. Hodri meydan! (E.A)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.