Ahmet Tan
Truva atı.. Tank sonatı
Reis, “Truva Sonatı”nı ayakta alkışladıktan sonra, Türkiye, artık bir başka Türkiye’ye gebedir.
Doğum en geç 31 Mart sabaha karşıdır. (Gerçi, Allah muhafaza, tarih manidardır!)
Reis’in yaman bir “sonat sever” olduğuna..
Fazıl Say’ın ise o kadar da keskin bir muhalif olmadığına, tanık olduk.
Bakmayın siz Akit’in, “Küfürbaz Say, itibar takiyesi yapıyor” manşetine.
Fitne - fesat ülkemizin realitesidir.
Yandaş olsun olmasın, kimin ne olduğunu ve itibarı da takıyyeyi de en iyi Reis bilir.
FETÖ’ye değilse bile, Say’a pabucunu ters giydirir.
Gerekirse deli-bozuk Trump’ın adamı Senatör Graham’ı koluna takar ve Truva Sonatı’nı dinlemeye götürür.
İyi ki de götürür.
“Son 16 yılda kültür sanat alanında istediğimiz yere gelemedik!” itirafından sonra, Hacıbayram’a mevlit dinlemeye götürecek değildi elbet.
Bu sayede..
Atatürkçü ve laik feryatları konçertolarından ziyade ses getiren Fazıl Say üzerinden, toplumda ılıman bir hava esebileceği umudu belirdi çok şükür.
Seçim korkusuyla denebilir. Olsun. Ülkenin huzuru için çok hayırlı bir gelişme.
Külliye’de bir “opera salonu” bulunduğunu da öğrendik.
Reis, acaba klasik Batı sanat müziğine hayrandı da mahalle baskısı yüzünden bunu şimdi mi itiraf ediyor?
Yoksa yüzde 2.6’lık oy farkının ters döndüğünü mü fark etti?
Konuyu dağıtmadan devam edelim.
Reis’in hayranlığı belki de Abdülhamid’in yönetim tarzı kadar, yaşam tarzına. Bu sütunlarda da tarihsel kaynak da belirterek yazmıştık:
“Kızları için klasik Batı müziği orkestrası kurdurdu. En büyük zevki kızlarının piyanoda çaldığı klasik Batı müziği eserlerini dinlemek ve icra ettikleri İspanyol danslarını seyretmekti. Yıldız Sarayı’nda iki ayrı tiyatro salonu vardı. Paris’ten Sarah Bernhardt’ın oyunlarını sahneye koyduruyordu.” (22.07.2017, Cumhuriyet)
Taksim’dekini beklerken, meğer Külliye çoktan operaya kavuşmuş. (Muhtarlar yaşadı. Yemekten sonra ya Fındıkkıran ya Fukara’nın Düğünü.)
Dileyelim Külliye operamız, CHP Genel Merkezi mescidi kadar iç barışa hizmet edebilsin!..
Fikirler zikirler
Nadir Nadir’in yazarlarına öğüdü idi:
“Kişilerle değil fikirlerle uğraşın!.”
Merhum Başyazarımıza saygısızlık sayılmazsa, arada sırada fikirlerle değil kişilerle de “uğraşmak” gerek.
Reis’in kişiliğinde hâşâ, bir sorun yok.
Gençlerin diliyle, kendisine değil, fikrine - zikrine “takıkız”.
O da çok iyi bilir ki, “Üslubu beyan, ayni ile insandır!”
Beyanları yüzünden de, binlerce vatandaş hapislerde, mahkeme kapılarında.
Evet, takıntı çok tehlikeli. Reis’e “âşık” olduğunu söyleyen malum işadamına, savaşın eşiğindeyken devletin tank fabrikasını “devretmek” kadar tehlikeli. O “âşık” işadamının arkasında, bir de “Reis sevdalısı şeyh” varsa daha da tehlikeli.
Hele de o Reis sevdalısı, Reis’e 500 milyon dolarlık bir Boeing 747 uçağı hediye/hibe etmiş ise tehlike daha da büyür.
Bu hediye / hibe ile tank fabrikasının “25 yıllığına devri” arasında bir bağ var mı?
Bu soru, Emir’in eteğinin altında tank paleti aramak sayılmaz. Çünkü orada devenin pabucu aranır.
Siirtli, yani Hanımköylü Ethem Sancak’ın “aşkının” nedeni açık. Kendisi zengin, ama daha da zengin olmak istiyor. (“Varidatım yeterli değil” diyor. Bu lafı “varlığım” anlamına kullanıyor. Ama yanlış kullanıyor. Varidat, “gelirler” demek. Gelirini artırmanın yolu Reis’e âşık görünmekten geçiyor. (Aşk kendi kullandığı sözcük. Mevlana ile Şems’vari, insani ve ruhani bir aşk imiş. Yine de Reis tarafından doğrulanmadıkça aşkın düzeydeki bu aşırı aşka inanmak zor.)
***
Ethem Arapça “Karayağız At” demek.
Reis’in artık çok mesafeli de olsa atlara ilgisini biliyoruz.
Ama “Babayiğitler”i çok seviyor. Ethem Bey “yerli otomobil imal etmek” için devlete taahhüt veren 5 babayiğitten biri.
Hatta birincisi. Kendisini her fırsatta “Eski Sosyalist yeni Müslüman” diye tanıtması da Reis’i etkiliyor.
Artık eski ayları kırpıp kırpıp yıldız yapmıyorlar belki ama, eski sosyalistleri kırpıp kırpıp demek tank fabrikatörü yapıyorlar.