Prof. Dr. Anıl Çeçen
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 2023'Ü GÖREBİLİR Mİ?
Yirminci yüzyılın önde gelen ulus devletlerinden birisi olan Türkiye Cumhuriyeti, hızla yüz yıllık tarihine tamamlama süreci içinde yoluna devam etmekte ve üç yıl sonrasında yüzüncü yılını onurla kutlayabilmenin çabası içinde geniş kapsamlı bir yüzüncü yıl programını, bugünkü hükümetin girişimi ile hayata geçirmeye çalışmaktadır. Türk devleti bir cumhuriyet rejimi olarak kurulduktan sonra gelişmesini sürdürmüş ve batının ileri gelen devletleri ile yarışarak, çağdaş uygarlık düzeninin önemli bir halkası olmak için, bugüne kadar elinden gelen her yolu deneyerek başarı hedefine ulaşmaya çalışmıştır. Ulusal kurtuluş savaşı sırasında Türkiye’nin silahlı kuvvetlerine ilk hedef olarak kurucu önder tarafından Akdeniz gösterilmiş, bugün de ülkenin ekonomi, teknik, siyaset ve sosyal alanda çalışan kadroların ilk hedef olarak dünyanın önde gelen ülkeleri arasında ilk on kategorisine girmek, başlıca hedef olarak ilan edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş olan Kuvayı Milliye ordularına verilmiş olan sinyalin, bugün de devam ettiği ve kurtuluş savaşı sonrasında cumhuriyetin ilanı ile yeniden kuruluş aşamasının gündeme alındığı bilinmektedir. Şimdi de üçüncü aşama olarak, çağdaş uygarlık düzeni içinde Türklerin hak ettikleri yüksek düzeyi elde edebilmeleri için kalkınma ve gelişme hedefine ulaşabilme amacının bir temel ulusal ödev olarak, Türk ulusunun yeni cumhuriyet kuşaklarının önüne konulduğu ilgili resmi makamlar tarafından dile getirilmektedir. Bu durumun açıkça gösterdiği gibi, Kuvayı Milliye hareketi ile yola çıkan Türk ulusunun, en son hedef olan Türkiye Cumhuriyeti’nin dünyanın en gelişmiş ülkeleri arasında yer alabilmesi doğrultusunda bu ulusal mücadeleyi bugün de canla başla yürüterek, Atatürk’ün kurucu önder olarak çizmiş olduğu yol haritasına uygun bir tarzda ülke yönetimini geleceğe taşıdığı, artık yaşanan gelişmeler aracılığı ile giderek kesinlik kazanmaktadır.
Türk devletinin kuruluş aşamasında cumhuriyet rejiminin sonsuza kadar devam edeceği ve bu doğrultuda planlı ve programlı bir gelişme çizgisi içinde devleti yönetenlerin ülkeye hizmet edecekleri, yola çıkarken kurucu kadronun gelecek cumhuriyet kuşakları için ortaya koyduğu bir ana misyondur. Türkiye yola çıkış aşamasında çizilmiş olan bu doğrultuda kararlı bir biçimde yoluna devam ederken, ulusal kurtuluş savaşı sırasında Türk devletinin kuruluşuna karşı çıkan emperyalist, Siyonist, düşman ve rakip kesimler, geleceğin dünyası yeniden biçimlenirken gene eskisi gibi Türkiye karşıtlığı siyasetlerini öne çıkararak, Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılına ulaşmasını önlemeye çalışmaktadırlar. Nitekim bu doğrultuda Türkiye Cumhuriyeti ile ilgili olarak yüz yıllık parantez değerlendirmesi başlığı ile olumsuz bir yaklaşım geliştirilerek , cumhuriyetin yüzüncü yılını göremeyeceği ifade edilmiştir .Doğu Anadolu’da bir başka ulus devletin kurulamayışını dikkate alan gayrimüslim ve bölücü bir yazarın bu tür yazı ve konuşmaları , ulusal kamuoyunu uzun yıllar karıştırarak Türk vatandaşlarının moralini bozmuştur .Türkiye’nin çağdaş uygarlığa ulaşma hedefinde daha iyi bir geleceğe sahip olabilmek üzere sürdürdüğü yoğun çalışmalarına bu gibi çamurlar atılmaya çalışılmıştır . Bugün doğu Anadolu’da iki küçük Kafkas ülkesi arasında savaş ortamı devam ederken, yeniden eski Türkiye karşıtı politikaların ısıtılarak öne çıkartılmaya çalışıldığı açıkça göze çarpmaktadır. Çeşitli kitapları ile görüşlerini ortaya koyan bu gayrimüslim yazar , birinci dünya savaşının özel koşulları nedeniyle kabul edilmiş olan Türkiye haritasının gelecekte değişeceğini ,yeni oluşacak olan dünya dengelerine göre merkezi alanda yer alan ülkelerin sınırlarının yeniden çizileceğini dile getirirken ,bu çağın süper gücü olan ABD’nin zenci ve kadın bir dış işleri bakanı Orta Doğu ve Asya bölgelerinde yirmi iki devletin sınırlarının değiştirileceğini açıkça söyleyerek , bölgedeki Türk ve Müslüman devletlerini resmen tehdit etmiştir . Doğu Anadolu’da başka bir kimliği esas alarak farklı bir devlet kurmak isteyenlerin temsilcisi olan bu gayrimüslim yazarın görüşleri, geçen asırda geliştirilen emperyalist politikaların devamı olarak, yeni Sevr dayatmalarının açık bir göstergesi olmuştur. Bölge devletlerinin sınırlarının değişeceği söylemi, burada yer alan devletlerin hepsinin geçici siyasal yapılanmalar olarak görüldüğünün ifadesi olmuştur. Osmanlı sonrası için merkezi alanın yeniden yapılandırılması doğrultusunda geliştirilen emperyalist yaklaşımların ve projelerin hemen hemen hepsi, içlerinde Türkiye Cumhuriyeti’nin de yer aldığı bütün bölge devletlerinin geçici siyasal yapılanmalar olduklarını her fırsatta ileri sürmüşlerdir.
Yeni bir dünya düzeni kurma doğrultusunda farklı etnisite ve din anlayışına dayalı yeni ulus devletler oluşturmak isteyen batı emperyalizmi ve İsrail siyonizmi ortaklığının Türkiye’nin ulusal birliği ve bütünlüğünü tehdit eden saldırı ve baskıları sürdürülürken , yeni dünya düzeni oluşturma gerekçesinin arkasına sığınan bölücü ve sömürücü girişimlere batının önde gelen başkentlerinde devam edilmiştir .Batılı emperyalist ve Siyonist merkezler bu doğrultuda Türkiye Cumhuriyetini ikinci bir Kuvayı Milliye savaşına doğru zorlarlarken , Türkiye’den yana tavır alan ve bu doğrultuda Türk devleti ile milletinin ulusal çıkarlarını korumaya çalışan Türk toplumunun önde gelen aydın temsilcileri zaman zaman konuşarak yaptıkları çıkışlar aracılığı ile, Türk kamuoyunu bilgilendirmeye çalışmış ve Türkiye’nin emin adımlarla yoluna devam ederken, ne gibi çıkmaz ve sorunlar ile karşılaşacağını iyiniyetli uyarılar olarak yönetim mekanizmalarına yansıtmaya çaba göstermişlerdir . Bu konuda milliyetçi, ulusalcı, Atatürkçü ve cumhuriyetçi toplum kesimlerinin önde gelen temsilcilerinin sürekli olarak uyarılarda bulundukları bir gerçektir. Düşman kesimlerin olumsuz tavırlarına karşı Türkiye için, dost ve müttefik kesimlerin iyi niyetli uyarıları da kamuoyu önünde bozulmuş olan eski dengelerin yeniden kurulabilmesi yolunda yardımcı olmuştur. Bu noktada dostça uyarıların en başlarında yer alan eski bir söyleşiyi esas alarak, cumhuriyetin yeni bir yıldönümünde ulusal bir muhasebe yapılmasına yönelmek, Türkiye’nin ulusal çıkarlarının korunabilmesi açısından önemli bir yarar sağlayacaktır. Türkiye düşmanları her yerde konuşurken ve her türlü çamuru çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ne atmaya çalışırlarken, Kuvayı Milliye zaferinin sahibi olan Türk ulusunun önde gelen temsilcileri de bu haksız saldırılara karşı gerçekleri dile getirerek ve kazanılmış haklara sahip çıkarak, çağdaş dünyanın önde gelen bir cumhuriyet devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza kadar var olabilmesinin yollarını açmaktadırlar.
Bundan 12 yıl önce o zamanlar düzenli bir aylık dergi olarak yayınını sürdüren “2023 “ isimli derginin yazarlarından birisi olarak Doç. Dr. Durmuş Hocaoğlu aynı dergide kendisi ile Türkiye’nin geleceği ile ilgili olarak yapılmış olan bir söyleşinin başlığını “ 2023 SENESİNDE TÜRKİYE MEVCUT OLMAYABİLİR.” biçiminde bir cümle ile ifade etmeye çalışmış ve bu söyleşisi üzerinden ,cumhuriyetin gelecekteki genç kuşaklarına Türk ulusu için çok önemli ve Türk devleti için de yaşamsal anlamda önemli bir mesaj vermiştir .Türkiye Cumhuriyetinin yüzüncü yılına ulaşamayacağı ve bu süreç içinde parçalanarak bir yıkım senaryosu ile karşı karşıya kalacağını, milliyetçi ve gelenekçi bir bilim adamı olarak söyleşisinde vurgulayarak dile getirmiştir . Tarih ve diğer sosyal bilimleri çok iyi bilen bir uzman bilim adamı kimliği ile konuşan bu uzman öğretim üyesinin vefatından on iki yıl sonra belirtilen söyleşisi bugün ele alındığında, daha o zamandan günümüzdeki siyasal gelişmeleri açıkça gördüğünün uluslararası konjonktürün son dönemlerdeki gelişmeler aracılığı ile aşama aşama öne çıkmasıyla birlikte, Doç. Dr. Durmuş Hocaoğlu’nun ne derece haklı olduğu bir Türk bilim adamı olarak ülkemizdeki sosyal ve siyasal bilimler alanındaki ulusal birikimin gerçeklere dayanan önemli bir temsilcisi olduğu görülmektedir .
2023 isimli bir siyasal bilim dergisinin, derginin isminin kaynağı olan 2023 yılı hakkında, derginin yazarlarından birisi ile söyleşi düzenlemesi sayesinde, Doç. Dr. Hocaoğlu’nun bugünlere ve geleceğe dönük olarak Türkiye’nin durumu ile ilgili değerlendirmesi, ulusal kamuoyunun bilgisi çerçevesinde gündeme gelmiştir. Hocaoğlu açıkça 2023 yılında Türkiye Cumhuriyeti diye bir devletin olmayacağını ve bu doğrultuda Türk Devleti’nin yüzüncü yaşına erişerek bir yüzyıllık ilk dönemini tamamlayamayacağını dile getiren olumsuz yaklaşımlarla, Türk ulusunun moralini bozabilecek ve geleceğe dönük ciddi bir hesaplaşma ile karşı karşıya getirecek bilimsel bir tavrı kamuoyunun önüne getirmektedir. Her şeyin bittiği bir aşamada ve en umutsuz noktada Düveli Muazzama denilen büyük batı emperyalizmine karşı çıkarak , savaşarak ve direnerek geleceğini kurtaran bir ulusun kurmuş olduğu ulus devletini bir yüz yıllık oluşum döneminden sonra ikinci yüzyıla doğru bir yaklaşım ile umut verici bir çizgide değerlendirmesi gerekirken , bunun tümüyle aksi bir olumsuz çizgide Türkiye Cumhuriyetinin yüzüncü yılını göremeyeceğini ifade etmesini bugün için normal karşılamak pek mümkün görünmemektedir . Söyleşi sahibi bilim adamının geçmişi ve bir ömür boyunca ürettiklerine bakıldığında Türkçü ve milliyetçi çizgiden ayrılmadığı göze çarpmakta ve bu nedenle de Türkiye’nin dostu ve savunucusu olarak görülmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Yazar ömrünün son döneminde Sovyetler Birliği gibi bir süper devletin dağılmasından çok etkilendiği ve iki kutuplu dünyanın sona ermesi aşamasında, artık her şeyin olabileceği gibi bir düşünceye sahip olduğu ve bu nedenle de koskoca Sovyetler Birliği’ni yıkan batı emperyalizminin zamanı geldiğinde dünyada her devleti yıkabileceği gibi bir karamsar duyguya kapılarak, bir ulus devlet olarak Türkiye’nin de batılı emperyal güçler tarafından yıkılabileceğini anlatmaya çalışmaktadır. Sovyet imparatorluğunu tek bir kurşun atmadan çökerterek dağıtanların, benzeri senaryoları istemedikleri devletlere ya da karşılarına çıkan siyasal örgütlenmelere karşı da yapabilecekleri tarihin ortaya koyduğu gerçeklerdir. Bu noktada akşamdan sabaha çok şeyin değiştiği gibi gelecek hakkında kuşkulu bir yaklaşım, en azından gerçekçi bir bakış açısı olarak bilimsel arayışlara yön verebilmektedir.
Uluslararası alandaki gelişmelerin hepsinin belirsiz olması ve bu alandaki güç merkezleri arasındaki rekabet ve çekişmelerin insanlığı önceden nerelere götüreceğinin belli olmaması ve hiç akla gelmeyen durumların dünya gündemine ansızın girmesi ile birlikte belirsizlikler süreci bütün dünyayı kaotik durumlara doğru sürüklemektedir. Siyasal gelişmelerin tüm insanlığı bir kaosa sürükleyeceği gibi bir durumu yansıtan Latince bir ata sözünün, bugünkü dünya parasının üzerinde yer alması da gelecek açısından insanlığa önemli bir mesaj vermektedir. Buna göre , dünya bugün olduğu gibi eğer yönetilemez bir kargaşa ortamına sürüklenirse, o zaman tüm olayları büyük bir kaos yaratmaya yönelik olarak yönlendireceklerini ve böyle bir kaos ortamı sayesinde var olan bütün düzenleri yıkacaklarını , böylesine büyük bir yıkımdan sonra yeni dünya düzeninin kurulabileceğini söyleyenlerin bu gibi girişimleri istedikleri zaman devreye soktukları artık iyice belli olduğuna göre, önümüzdeki dönemde bir gün Türk ulusu uyandığı zaman Atatürk Cumhuriyeti diye bir devletin ortadan kalktığını görebilecektir . Milliyetçi ve muhafazakar bir bilim adamının böylesine bir durumu açıklığa kavuşturarak Türk ulusunun dikkatini çekmeye çalışması, Atatürk çizgisinde bağımsızlık mücadelesi yapan laik toplum kesimleri açısından, üzerinde düşünülmesi gereken yeni bir durumu gözler önüne sermektedir. Demokrat görünümlü batıcı liberal çevreler ile tutucu görünümlü muhafazakar ümmetçi kesimlerden böylesine bir tam bağımsızlıkçı yaklaşımın öne çıkarılamaması üzerinde, Türk ulusunun artık iyice bir düşünmesi gerekmektedir. Doç. Dr. Durmuş Hocaoğlu milliyetçi ve muhafazakar çizgisi ile Türk ulusunu ve devletini geleceğin belirsizliği doğrultusunda dostça uyararak böylesine olumsuz bir durumu önleyebilmek için acilen önlem alınmasını istemektedir . Bu açıdan, Türkiye Cumhuriyeti’nin bugünkü yöneticilerini böylesine acil bir ulusal görev beklemektedir.
Durmuş Hocaoğlu, söyleşisi sırasında Türkiye’nin özel durumunu gündeme getirerek ve ülkede o dönemde yaşanmış olan 28 Şubat olaylarının da etkisiyle de dinci kanadı ikiye ayırarak milli görüş taraftarları ile, beynelmilel ümmetçileri birbirinden farklı kategoriler çerçevesinde ele alarak değerlendirmelerini sürdürmüştür. Ona göre milli devletin devamı için milli görüş taraftarlarının siyasal iktidar içinde yer almaları gerekmektedir. Dinci akımların milliyetçi çizgilerden uzaklaşmaları sürecinde var olan ulus devletlerin siyasal düzenlerinin fazlasıyla tehlikeye girdiği ve bu nedenle de dünyanın çeşitli bölgelerinde meydana gelen siyasal istikrarsızlıkların yansıması olan sıcak çatışma olayları birbirini izleyerek devam etmektedir. Liberal ve dinci akımların uluslararası çizgide olması ya da muhafazakar ya da gelenekçi kesimlerin beynelmilel bir yol izlemeleri gibi gelişmeler karşısında, çağımızın bütün ulus devletleri gibi Türkiye’de önemli bir siyasal handikapın içinde kendisini bulmuştur. Küreselcilik döneminde büyük tekelci şirketlerin ortağı olarak hareket eden tarikatların yönetiminde, tek tanrılı dinlerin tıpkı sermaye düzeni gibi küreselci bir yaklaşım içerisine girmeleri nedeniyle, ulus devletler ile milletler zamanla önce gerilemeye başlamışlar ve daha sonra da şirketler ile tarikatların ortaklığıyla ile devletler ile milletler yavaş yavaş dünya siyaset sahnesinden silinmeye başlamışlardır. Bir toplum bilimci olarak Durmuş Hocaoğlu böylesine bir gerçekliği yıllar öncesinden görerek hem milletini hem de devletini bu açıdan uyarıyordu.
Küreselcilik döneminde batının önde gelen merkezleri , sürekli olarak ulus devletlerin tasfiye edilmesine yönelen politikaları destekleyerek , batılı okullarda okutup yetiştirdiği batı blokunun çıkarlarına bağlı politik kadrolar aracılığı ile kendi siyasal yaklaşımlarına uygun düşen programları uygulatarak , ulus devletlerin tasfiyesi işlemlerini yeni dünya düzeni programlarına uygun olarak beş kıta üzerinde tamamlatmaya çalışıyorlardı .Diğer ulus devletlerde olduğu gibi var olan devlet düzenlerini tasfiye etmek amacıyla yeni yeni siyasal partiler kurdurularak ,dıştan destekli iktidarların işbaşına gelmeleri sağlanıyordu . Emperyalizm ile iş birliği içinde çalışan siyasal kadrolar uluslararası kapitalist sistemin çarklarını çevirmek doğrultusunda ellerinden gelen girişimleri tamamladığı noktada, var olan devletleri tasfiye etme operasyonları bütün dünya ülkelerinde hız kazanıyordu. İslam dünyasının yetiştirdiği İbn-i Haldun gibi siyasal bilimcilerin Endülüs imparatorluğundan gelen birikimi modern zamanlara taşımasını bile görmezden gelen emperyalistler, bir an önce geçmişin uzantısı olan bugünkü dünya düzenini ortadan kaldırabilmek için her türlü girişimi yerine getirmeye çaba gösteriyorlardı. Osmanlıcılık, İslamcılık ve batıcılık gibi eski politikalarla imparatorluğun ayakta kalamayacağını görenler, geçen yüzyılın son döneminde Osmanlı sonrası içinde hem ulus devleti hem de cumhuriyet rejimini bir bütünsellik içerisinde Türk ulusunun önüne yeni bir alternatif olarak koyuyorlardı. Ulus devletler çağı din devletleri dönemini geride bırakırken, ulusal egemenlik ve halk iktidarları doğrultusunda cumhuriyet rejimleri birbirini izleyerek dünya devletleri içinde örgütleniyorlardı. Osmanlının son döneminde dine dayalı bir proje düzen kurtarıcı olarak devreye sokulamadığı için , ulus devletler çağı çizgisinde bir ulus devlet olarak Türkiye cumhuriyeti tarih sahnesine çıkartılıyordu .Orta çağ sonrasında gündeme gelen modernizm halk kitlelerini dini topluluklar olmaktan çıkartarak , bilimin ışığında çağdaş uluslar olmaya doğru yönlendiriyordu .Böylece Türkiye Cumhuriyeti eskisinden çok farklı bir yapılanma olarak farklı bir siyasal dönemin sonucunda olarak dünya tarihinde ve coğrafyasında yerini alıyordu .
İslam devletlerinde bir İttihadı İslam yaklaşımı doğrultusunda Büyük bir İslam imparatorluğu arayışı devam ederken, tüm Müslümanlara İslam dayanışması öneriliyor ve bütün Müslümanlar tek bir millet olarak kabul ediliyordu. Böylece etnik ve kültürel ayrılıklara dayalı ulusal yapılar ve bunların devletleri ortadan kaldırılmaya çalışılırken, bütün Müslüman ülkeleri bir araya getirecek büyük bir İslam imparatorluğu tıpkı orta çağ döneminde olduğu gibi öne çıkarılarak, eski devlet yapılarının parçalanmasıyla oluşturulmuş olan ulusal devletlerin tasfiye edilmesi gündeme getiriliyordu. Böylesine bir dönüşüm noktasına gelindiğinde İbn-i Haldun’un siyasal toplum yapılanmasını açıklamak üzere ortaya koymuş olduğu asabiye teorisinin kurallarına, geçen yüzyılda uyulmadığı için ulus devletlere geçiş aşamasında önemli yanlışlar yapılıyordu. Emperyalizmin dinleri dünya egemenliği için siyasallaştırarak kullanmak amacıyla öne çıkarması, İbn-i Haldun’un asabiye teorisine ters düşüyordu. Geçmişin birikimini bugüne taşımış olan bu büyük bilim adamı, eserlerinde milli asabiyenin dini asabiyeye oranla daha öncelikli ve güçlü olduğunu vurguluyordu. İmparatorlukların çöktüğü bir aşamada insan toplumlarının birlikte yaşayacağı yeni bir düzen olarak ulus devletler, milli asabiyenin dini asabiyeye oranla öncelikli olduğunu kanıtlar bir biçimde kendiliğinden devreye giriyordu. Bu sürecin sonunda parçalanmalar aracılığı ile iki yüz civarında ulus devletin dünya haritası üzerinde ortaya çıkması sağlanıyordu. Batı kapitalizmi dünya egemenliği doğrultusunda orta çağ din devletlerinden krallıklara ve imparatorluklara doğru bir kayma gösterirken, laiklik olgusu gündeme gelerek devletlerin dinlerin ötesinde ulusal bir yapılanmaya doğru dönüşümünün önünü açıyordu.
Durmuş Hocaoğlu söyleşinin bir yerinde kozmopolitan Müslümanlık ile vatansız Müslüman kavramları üzerinde önemle durarak, küresel değişim içinde dinin yerini belirlemeye çalışmıştır. Ona göre İbn-i Haldun’un iyi anlaşılmasıyla dünyanın bugün içinden geçtiği değişim süreci daha geniş bir biçimde değerlendirilebilecektir. Küreselleşme aşamasına gelmiş olan uluslararası büyük sermaye, kendi kontrolü altında büyük bir dünya imparatorluğunu, kozmopolitan bir din anlayışı içinde oluşturmaya çalışmaktadır. Tekçi ulus devlete karşı çoklu bir kozmopolitan toplum yapısını esas alan küresel imparatorlukçular farklı etnik toplulukları bölgesel egemenlik düzeni içinde bir araya getirmeye çalışırken, kozmopolitan Müslümanlığı bir anlamda beynelmilel dincilik olarak devreye sokmaya çalışmışlardır. Kozmopolitan bir beynelmilelcilik öne çıktığı zaman, Müslümanların tek bir ülke ya da vatana bağlı olmaları geride kalacak ve küreselcilerin söylediği gibi vatansız bir dindarlık ya da İslamcılık veya Hrıstiyanlık söz konusu olabilecektir. Kuruluş anayasasında devletin dini
İslam olarak belirtilirken, bir Müslüman çoğunluklu devlet olarak böylesine bir yapılanma mümkün görülüyordu. Cumhuriyetin ilanı ile batı tipi cumhuriyet devleti modeli öne çıkmış ve daha sonraki anayasa değişikliklerinde devletin temel ilkelerinden birisi olarak laiklik bir yasal düzenleme olarak yeni anayasalarda kalıcı yerini almıştır. Bir anlamda yeryüzü vatandaşlığı olarak da tanımlanan kozmopolitizm, küreselciler tarafından ulus devletlere zorla kabul ettirilmeye çalışılırken, dünya düzeni iki yüz ulus devletten, iki bin eyalet devletine geçişinin tamamlanacağı yeni bir aşamaya doğru gitmektedir. Böylece devlet merkezleri ortadan kaldırılırken, bütün devletler finans-kapital denilen merkezi sermaye yönetiminin hegemonyası altına çekilmeye çalışılmaktadır. Küreselci para babaları ulusalcı vatanseverliği ve vatandaşlığı özgürlükçü düzenler açısından tehdit olarak gördükleri için, bu iki kavramı reddederek kozmopolit bir siyasal düzeni açıktan savunmaktadırlar.
Hocaoğlu’na göre, ülkedeki entelektüel birikimin bu gibi değişimleri anlayabilecek düzeyde olmasına rağmen, sömürgecilik ilişkilerini geliştirme önceliği yüzünden batı emperyalizminin baskıları ile Türk aydınlarının öne çıkarak topluma yol ve yön göstermelerinin önü kesilmek istenmektedir. Terör yolu ile toplum ve aydınlar korkutularak baskı altına alındığı aşamada, ulus devleti savunmak giderek zorlaşmaktadır. Emperyalizm bütün dünya egemenliğinde kozmopolitizmi kendi çıkarlarının ideolojisi olarak öne çıkarırken, ulus devletler ve ulusalcılık gerilemekte ve bu yüzden de cumhuriyet rejimleri tarih sahnesinde son dönemlerine doğru gelmektedirler. Edirne’den Ardahan’a kadar bütün Anadolu’yu kucaklayan ulusal cumhuriyet devletinin önümüzdeki dönemde batının kozmopolitizm girişimleri ve saldırıları ile fazlasıyla uğraşacağı bugünden görülmektedir. Atatürk cumhuriyeti Rusya’da olduğu gibi devrim komiteleri ile değil ama halkın içinden seçilen milletvekillerinin katıldığı bir meclis düzeni içerisinde kurmaya dikkat ederken , o aşamaya kadar görülmemiş bir kahramanlık yaratarak bir ulusa öncülük yapmış ve bir cumhuriyet rejiminin de kurucu önderi olmuştur .Kuvvetler Birliği prensibi ile hareket eden Atatürk, ülkeye bir ulusal birlik düzeni getirmeye çalışmıştır .İşin başında bu gibi çalışmalar tamamlanarak ulus devlet kurulduğu için daha sonraki aşamada cumhuriyet rejimi ilan edilmiştir . Cumhuriyet eski imparatorluk ahalisinin hızla uluslaşmasını sağlayarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş bir devlet olarak dünya sahnesine açılmasını sağlamıştır. Atatürk’ün bir ulusal kahraman olarak cumhuriyeti kurduğu gibi bugün de Atatürk Cumhuriyetini sahip olunan siyasal birikim doğrultusunda yeniden kuracak kahramanlara ülkenin ihtiyacı bulunmaktadır. Doç. Dr. Durmuş Hocaoğlu’na göre, ülkenin içine sürüklendiği tasfiye sürecini durduracak, emperyalizmin dünya ile birlikte ülkeyi de kaos ortamına düşürülmesinin önüne geçecek ve Atatürk Cumhuriyetini yeniden kuracak bilgili ve güçlü bir öndere olan ihtiyaç her geçen gün daha da büyümektedir. Emperyalist batı ülkelerinde yetiştirilerek devşirilen işbirlikçi kadroların, sömürgeci merkezlerle işbirliği yaparak ülkeyi tasfiye aşamasına getirmelerine artık bir son verilmelidir .Yaşanan gelişmeler sonucunda bugün için Türklerin geçmişten gelen her şeyleri var ama cumhuriyeti yeniden kuracak bir kahramanlarının olmadığı açığa çıkmıştır .Günümüzde Atatürk gibi kahraman olabilecek bir liderin ortaya çıkmasıyla , cumhuriyet devletinin gelecekte yoluna devam edebileceği söylenmektedir . O’na göre her şeyi göze alabilecek cesur bir liderin ortaya çıkmasıyla birlikte Türkiye bugünkü siyasal çıkmazından kurtulabilir. Halkın içinden çıkacak ve toplumun bütününde var olan potansiyel enerjiyi ülkenin her noktasına taşıyacak bir kahraman önder küreselleşme görünümünde tasfiye edilen devleti yeniden kurarak, Atatürk cumhuriyetinin geleceğe dönük bir biçimde yoluna devam etmesini sağlayabilecektir. Türk ulusu cumhuriyet devletinin ayakta kalması sayesinde sahip olduğu varlığını geleceğin dünyasına taşıyabilecektir.
Kozmopolitizm ve etnik köktencilik gibi akımların güçlenerek Türkiye Cumhuriyeti ulus devletini ve üniter cumhuriyet rejimini yok etmemesi için, Türklerin gerçek bir ulus kimliği ile hareket etmesi gerekmektedir. Yeryüzünün önde gelen ulusları ayakta kalmak ve kendilerini koruyarak yollarına devam etmek doğrultusunda kararlı olarak hareket etmelerinin, Türkler tarafından örnek alınması sorunun çözümünde ilk atılacak adımdır. Dünyanın süper güçlerinin küresel hegemonya için merkezi alana gelmeleri ve bu bölgede kendine bağlı yeni yapılanmalar oluşturması tarih boyunca birbirini izleyen dönemlerde görülmüştür. Bugün de benzeri bir değişim sürecinin öne çıkmasıyla ABD ve İsrail ikilisi bu doğrultuda hareket ederek, tarihin tekerrür ettiği gibi bir durumu öncelikle kanıtlayabilmenin arayışı içine girmişlerdir. Doğu ve batı bölgeleri arasındaki göçlerin yaşandığı ve ortaya çıkan yeni rejimler doğrultusunda dünya haritasının değiştiğini artık bütün ilgili kesimlerin görmesi gerektiği anlaşılmaktadır . ABD ve SSCB gibi iki büyük kutup başı devlet yapılanmasının karşıt merkezler oluşturduğu bir aşamada, ulus devletler oluşumu tamamlanarak evrensel dünya düzeni yeni ulus devletlerin birlikteliğine bağlanmıştır. Böylesine bir yapılanma çerçevesinde giderek büyüyen tekelci şirketlerin genişlemesi ile ulus devletler ve üniter cumhuriyetler hedef ülkeler ve rejimler konumuna sürüklenmişlerdir. Artan dünya nüfusu yeni göç dalgaları ya da yerleşim girişimlerini gündeme getirdiği zaman, insanlık bu gibi taleplere karşı yeterince duyarlılık gösterememesi yüzünden, ciddi bir siyasal çözüm alternatifi ortaya konamamaktadır.
Doç. Dr. Durmuş Hocaoğlu’nun on iki yıl önce ortaya koymuş olduğu bu tavra göre, beynelmilel dincilerin iktidara gelmesiyle birlikte milli devletler tehlikeye düşmüştür. Yeni dönemde ulusal yapılar sarsılmış ve ulus devletler yarı yarıya tasfiye edilmiş gibi bir olumsuz durum ortaya atılınca, millici ve ulusalcı bütün toplum kesimlerinin var olan kamu düzenleri ile birlikte kazanılmış haklarının korunabilmesi doğrultusunda ortak hareket etmeleri kendiliğinden gündeme gelmiştir. Bugün gelinen noktada herkes yarını ve geleceği için kendisini güvence altına alacağı bir devlet yapılanmasına sahip olmayı ve devletin çatısı altında kendisini güvence altına almayı istemektedir. Bu tür bir toplumsal talep siyasal bir tavır olarak gelişirse, o zaman cumhuriyet rejiminin toplumsal tabanını oluşturan ulusal ya da halkçı bir sosyal örgütlenmeye gidilerek, cumhuriyet tarihine olumlu bir katkı sağlamasını beklemek doğru bir tavır olarak dikkate alınabilir. Türkler, dikkatli yaşarlarsa cumhuriyetin yüzüncü yıldönümünü birkaç sene içinde kutlayabilecekleri gibi aynı zamanda cumhuriyet devleti üzerinden yeni ilişkiler ağı oluşturarak, devlet tasfiyeciliği girişimlerine dikkatle karşı koyabileceklerdir. Siyasal gelişmeleri yakından izlemeye devam edebilirlerse, alınacak önlemlerle Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılına ulaşması ve bu doğrultuda cumhuriyet rejiminin geleceğe dönük bir çizgide kurumlaşmasının sağlanması mümkün olabilecektir. Önemli olan Türk ulusunun vermiş olduğu mücadele ile kurulmuş olan ulus devlet ve halkçı cumhuriyet rejiminin geleceğe yönelerek, kurumsallaşmış bir yapıda yoluna devam edebilmesinin sağlanmasıdır. 2023 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti’nin hak ettiği bir düzeyde yüzüncü yılını görebilmesi için sağlam ve kalıcı adımların şimdiden atılmasında ülkenin geleceği açısından büyük bir ulusal yarar vardır. Durmuş Hocaoğlu’nun söylediği gibi, ulus devletin tasfiyesine dönük birtakım girişimlerin ya da adımların dış baskı ve yönlendirmeler aracılığı ile tırmandırılmasına karşı çıkılması, kazanılmış hakların korunabilmesi açısından ciddi bir güvence sağlayacaktır.
Bir sosyal bilimcinin ortaya çıkarak on beş yıl sonrası için olumsuz bir kehanette bulunması, bilimsel açıdan üzerinde durulması gereken önemdedir. Yaşamda en gerçek yol gösterici olarak bilimi esas alan Türk toplumu, yüzüncü yılına yaklaşan cumhuriyet dönemi içerisinde karşı karşıya kaldığı bütün zorlukları, kurucu iradeden gelen bilimsel yaklaşımlar çerçevesinde çözerek ilerlemek durumundadır. Sosyal bilimciler tıpkı siyaset bilimciler gibi gelecekte yaşanabilecek olayları ya da gelişmeleri önceden tahmin ederek toplumu ve insanlığı her zaman için uyarmak durumundadırlar . Hiçbir toplum kendiliğinden dağılma ya da çözülme aşamasına düşmek istemez. Hiçbir devlet ya da kamu düzeni birden yok olmak ya da yıkılmak durumu ile karşı karşıya kalmayı istemez. Bu nedenle Türk ulusu ve Türkiye Cumhuriyeti devleti sahip oldukları güç potansiyelini kullanarak ayakta kalabilmenin yollarını arayacaklardır. Bu doğrultuda olumsuz koşulların önlenmesi ya da ortadan kaldırılması, Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılına ulaşabilmesi açısından öncelikli bir durum arz etmektedir. Her türlü olumsuz koşula ve dıştan güdümlü engellere rağmen, Türkiye Cumhuriyeti kurucu iradeden gelen bir var olma ve yaşam savaşını antiemperyalist çizgide sürdürerek hem yüzüncü yılını hem de daha sonraki yüzlerce yılı görmeyi başaracak derecede güç sahibidir. Türk devleti ve silahlı kuvvetleri ülke güvenliği açısından üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirdiği sürece, Türk ulusunun herhangi bir biçimde gelecek açısından umutsuz olması gibi bir olumsuz durum önümüzdeki dönemde söz konusu olamaz. Dünyanın çok büyük bir değişim dalgasına sürüklendiği yeni dönemde büyük devletler ve diğer siyasal yapılanmalar kendi güvenliklerini öncelikli olarak sağlama almanın arayışı içinde olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti de bu doğrultuda var olabilmenin, ayakta kalabilmenin ve yoluna devam edebilmenin hem arayışı içinde olacak hem de beklenmedik gelişmelere karşı da gerekli olacak her türlü önlemin alınmasına öncelik verecektir. Geleceğin dünyasını şimdiden görmeye çalışan bilim adamlarına da ulusça kulak verilmesi ile onların bilimsel bilgi birikimlerinden ileri gelen uyarılarına da dikkat ederek oluşturulacak evrensel dayanışma düzeni içerisinde, tüm insanlık ile birlikte daha güvenli bir yaşam düzeni kurulacaktır.