Çidem Ayözger Ergüvenç

Çidem Ayözger Ergüvenç

YİNE BİR YILBAŞI YAZISI

Gökyüzü gri; ağaçların çıplak dalları, üstlerine düşmüş olan karın ağırlığıyla belki de ömürlerinde ilk kez alçakgönüllülükle eğiliyor. En büyük ziynetleri olan yapraklarıyla süslü oldukları zaman sanki yerin göğün tek hâkimi onlarmışçasına takındıkları gururlu hallerinden eser yok. Oysa yağan kar onları nasıl da güzelleştirmiş.

Çocuklar el değmemiş kar kümeleri ile kendilerine yaraşır biçimde çeşitli oyunlar oynuyor, birbirlerine kartopları atıyor, kardan adam yaparken büyükleri onlara yardımcı oluyor. Giysileri nasıl? Üstlerinde abla, ağabeylerinin küçülmüş ama hâlâ kendilerine büyük gelen, yer yer sökülmüş hatta yırtılmış paltoları, ayaklarında artık kendilerine küçük gelen, ayak parmaklarının içinde ikiye katlandığı ama yine de onları soğuktan koruyan çizmeler onları mutsuz kılmayı başaramıyor. Yanakları soğuktan kıpkırmızı, çatlamış. Başlarında şapka yok, kulakları donmasın diye naylon torbayı ikiye katlayıp eşarp gibi bağlamışlar. İyi ki naylon torbalar var; delik eldivenlerinin üstüne geçirdiler mi ellerinin ıslanması sorunu çözümleniyor hemencecik. Çocuk işte, yine de çok mutlu anın tadını çıkarıyor. Gökten ay dedeyi indirsen yanında güneşi de isteyen tatminsiz varsıl çocuklar gibi değiller; onlar da mutlu olabiliyor.

Oyun oynamak onları acıktırmış; eve gidip bir şeyler yemek istiyorlar. Yılbaşı gecesi için hazırlanan yemekleri atıştırmasınlar diye anneleri saklamış. Bir parça ekmek ve kendilerine sayıyla verilen üç, beş zeytinle karınlarını doyurduktan sonra yine sokağa fırlıyorlar. Arkadaşlarının birinin elinde üstüne salça sürülmüş kocaman bir dilim ekmek; kıskanıyorlar mı? Hayır, ama çok imreniyorlar.

Örneğin içlerinden birinin öğleden sonra bahçede odun kırması lâzım, gece ısınmaları gerek. Ne olsa yılbaşı, bu gece soba cayır cayır yanacak. Oyun faslı çoktan bitmiş, görev de tamam artık annesine çalıştığı yerden verilmiş eski telefonla oyalanma zamanı; keyifler gıcır.

Yılbaşı armağanlarını açma heyecanı? Böyle bir şey hiçbir zaman yaşamamış ki.

Akşam kutlamasına büyükanneler, büyükbabalar davetli. Gariban yaşlılar torunlarına, evlâtlarına armağan alacak halde değiller. Yaşlılardan bir çift evde börek yapıyor, hem de yılbaşı şerefine kıymalı! Öbürleri büyücek bir kangal sucuk alıp götürüyor. Çocuklar için en güzel armağan, istedikleri gibi yiyecekler. Bilmiyorlar ki o elleri kolları bağlı yaşlılar kendilerine bu ikramı yapabilmek için belki kaç akşam sade suya çorba ya da ekmek peynir yemek zorunda kalmış.

Gecenin bir vakti kapı çalınıyor. Komşulardan biri bir tabak kabak tatlısı getirmiş. Anne, baba pek seviniyorlar çünkü kendileri ancak bir avuç tahin pekmez alabilmiş. Çocuklarda bir düş kırıklığı ki sormayın. Hem kabak tatlısını hiç mi hiç sevmiyorlar, hem de boş tabak verilmez diye anneleri o güzelim hem de kıymalı börekten bir tabak yapıp veriyor.

Baba bir devlet bankasında gişe memuru, hani şu elinden her gün on binlerce lira gelip geçen, maaşı yetmediğinden hafta sonları taksicilik yapanlardan; aslında emekli olabilir ama o zaman maaşı yarıya inecek. Anne ev işlerine gidiyor, gündelik gittiği için dolgun günlük alıyor ama sigortası yok.

Bir sosyal devlet aranıyor; işçilerin, memurların birbirlerinden farklı muamele görmediği, emeklilerin onurlarıyla, kimseye muhtaç olmadığı yaşayabildiği bir ülke.

Ama yine de kazanan kazanıyor. Yine, yeniden ve her zaman Atatürk’ümün hem Türkiye’de bir kez daha, hem de yalnız Suudi Arabistan’da değil tüm dünya huzurunda kazandığı gibi.

Fenerbahçe, Galatasaray ve başta Beşiktaş olmak üzere diğer tüm takımlar, bize harika bir yeni yıl armağanı verdiniz. Güzel bir 1 Nisan sürprizine yol açtınız; Ne Mutlu Türküm Diyene!

Demeyenler? Eh! İllâki bir görecekleri vardır.

Tüm okurlarımın yeni yılını kutlarım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum