Doğan Satmış
Bir ölüm ve bir öykü
700 sayfalık bir kitap söz konusu ise genelde herkesin ilk tepkisi, “Bu nasıl okunur?” olur. Gerçekten de 700 sayfalık bir kitabı okumak için, bir hayli zaman harcamak gerekir.
Peki okumak için bile bu kadar düşündüren 700 sayfalık bir kitabı yazmanın güçlüğünü hiç düşündünüz mü?
Bu işlerle alakalı bir kişi olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki çok zordur.
Hele bir de yazdığınız eser bir romansa, çok daha zordur.
Üniversiteden sınıf arkadaşım Ümran Düşünsel, iyi bir yazardı, imzalayıp gönderdiği ‘Halname 2016’ kitabı, (Ütopya Yayınları, Ankara, 2017) içindekilerle birlikte tam 698 sayfaydı, kitaplıkta hep karşımda duruyordu.
Dün Ümran’ın ölüm haberini alınca, kitaba yeniden göz attım ve beni çok şaşırtan bir bölümle karşılaştım. Şimdi kitaptaki sayısız öyküden birini, Ümran’ın affına sığınarak, bugünlerin moda deyimiyle intihal edeceğim, şöyle yazmış “Ölene Kadar” başlıklı öyküsünde:
“Pencere yoktu, saat de. Işıklar sönmüyordu hiç. Bilinci açıktı Mete’nin. Geçen zamanı kestiremiyordu ama. Hava karardı mı, sabah mı oldu, kaç gündür orada bilmiyordu. Yoksa gün de mi devrilmemişti hiç? Ona uzun mu gelmişti? Behice kendisinden sonra getirilmişti, onu biliyordu sadece. Soluk almıyordu, akciğerleri yetmiyordu getirildiğinde, “Sensiz nefes bile alamam” demesi boş değilmiş meğer.
Sonunda tuttuğu elin soğuduğunu fark etti Mete. Yatağa bağlayan cihazlar, hortumlar izin vermedi kalkmasına. Yatakları yan yanaydı. Yüzünü görebilsin diye karşısında olsun istemişti Behice’si. Hem elini daha sıkı kavrayabilirdi.
Soğumaya devam ediyordu.
Seslendi. Kendisi dahi duymadı sesini. Daha kuvvetli sıktı elini. Canı geçsin, kanına karışsın istedi.
Fark edip koştu nöbetçi doktor. Başkaları geldi peş peşe. Müdahaleyi görsün istemediler, perdeyi çekip yüzlerini ayırdılar. Gözlerini kapattı Mete. Bırakmadı karısının elini. Vermemekte direndi.”
xxx
Ümran’ın ‘Halname’ kitabındaki, ‘ondörtsıfırbeş’ numaralı ‘Ölene Kadar’ öyküsü sadece bu kadardı. Dün whatsup grubunda Ümran’ın ölüm haberini veren arkadaşlar, şu ayrıntıları da yazdılar:
“Ümran hastaydı, 29 Aralık’ta kendisini entübe ettiler, o hastanede yatarken, eşi Niyazi Davran 9 Ocak’ta evde ölmüş, oğlu, öylece bulmuş babasını ve 10 gün sonra da yani 19 Ocak’ta, Ümran’ı kaybetmişiz, hastanede yattığı için kocasının ölüm haberini alamamış, onun öldüğünü bilmeden aramızdan ayrılmış.”
Ümran’ın yukarda yazdığım öyküsüyle, yaşadıkları ne kadar birbirine benziyor.
İki eşin ölümü, küçük ayrıntılar dışında birebir yaşanmış gibi. Ben çok şaşırdım, yazarlık böyle bir şey, insan bilmeden geleceği kaleme alabiliyor.
xxx
Çok sık görüşmüyorduk. Bayramlarda kısa mesajlarla geçti uzun yıllar. Yine bir gün, bayram veya yeni yıl mesajı yollamıştı sanırım, yanıt verirken, sadece “Ben de” diye yazmışım telaştan olacak, çok da hatırlamıyorum. Bu kısa cevabımın onu kırdığını sonradan ortak bir dostumuza anlatmıştı, onu kırdığımı anlayınca çok üzülmüştüm.
Kendisini rahmetle anarken, yazdığım o kısa mesaj için de gecikmiş özrümü ifade etmeliyim.
Siz siz olun, dostlarınıza kısa mesajlar yazmayın, sonra bir gün pişman olursunuz ve iş işten geçmiş olur.
Sevgili Ümran ve eşi Niyazi, nur içinde yatsınlar.