TARİHİN TEKERRÜRÜ VE İDLİP’İN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Bir önceki yazımız “Yüz yılın hesabı” başlığını taşıyordu. ‘Millet olarak geçmiş en azıdan son yüz yılın hesabını, muhasebesini ne kadar yaptık, yapıyoruz?’ sorusunun cevabı üzerinde durmak zorundayız.
Hatta millet olarak yüz yıllık hesap ve muhasebenin yanında son bin yıllın tarih, ekonomi, sosyal- kültürel ve dini geçmişi de masaya yatırmak gerekmektedir?
Oysa tarih ibret alınmadıkça tekerrür eder. Suriye ve Doğu Akdeniz olayları çıktığı günden bu yana tarihin tekerrürden ibaret olduğunu gösteren olaylara şahit oluyoruz.
Yaşadıklarımız, çevremizde olup biten olaylar bizi geçmişe götürüp nelerle karşı karşıya kaldığımızı daha iyi anlamamızı sağlayacaktır.
İşte bu noktada en azından son yüz yılın, normal şartlarda da son bin yılın her açıdan bilinmesi kaçınılmazdır. Özellikle İstanbul’un Fethi’nden sonraki dönem ve 1490 yılı Avrupa ve Papalığın stratejilerinin bilinmesi gerekir. Savaşlar tarihini” aşarak ekonomik, sanayi-üretim stratejileri, teknoloji, sosyal-kültürel açılardan çok önemli dönüm noktalarının günümüze yansımalarını masaya yatırmakta fayda var.
Aynı zamanda sonrasında Osmanlının kapıldığı hastalığın ölümcül hale getiren batı virüsünün köklerine inilmezse kaçınılmazdır.
Daha da önemlisi Osmanlının kapıldığı hastalığına çare olarak gördüğü ve sarıldığı ne kadar batı tedavisi metotlarının nasıl hastane virüsüne dönüştüğünü de iyi okumak gerekir. 1700’lü yıllardan sonra ayakta kalmak için Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya-Avusturya, İtalya arasındaki çıkar çatışmalarının dengesinden ibaret hayatta kalışımız ve kaçınılmaz sonu iyi irdelememiz lazımdır.
Son 10 yıl içinde Suriye özeli üzerinden Ortadoğu’da şahit olduğumuz ve içinde bulunduğumuz olayları sözünü ettiğim dönemlerdeki çıkar amaçlarından ayrı görmek safdillik olur.
Türkiye’nin aynen Osmanlı gibi Avrupa-ABD eksenli ve Rusya çerçeveli çıkar dengelerinin orta yerinde kaldığını görüyoruz. Bir durumda karşımızda olan devlet başka bir durumda yanımızda, bir durumda yanımızda olan başka bir devlet başka bir durumda azılı düşmanımız ve çatışma halinde…
2015 Kasım’ında Rusya ile yaşadığımız uçak krizi ve sonrasında başlayan bahar havası ortada. Hatta 15 Temmuz darbe girişimi sırasında Rusya’nın oluşan algısı belli. Hatta Erdoğan’ın darbe haberini aldığı söylenen “Enişte” ve darbeyi önlemedeki konumu… Çok az kişinin bildiği özel ayrıntılar bir kenara bırakılırsa Rusya’nın darbenin bastırılmasındaki algısı yani.
Fakat 15 Temmuz sonrası Fırat Kalkanı harekâtı ile Zeytin Dalı Hareketlerinden ABD’nin bölgesel etkinliğine karşı Rusya ile işbirliğimizin Barış Pınarı Harekâtı ile nasıl tersine dönmeye başladığı ortadadır. Barış Pınarı Harekâtında bizi Suriye’de dizginleyen ve engelleyen ne hikmetse Rusya oldu. Şu anda sınırımıza dayanan 4 milyon sığınmacı olayı ile birlikte İdlip’te sıcak savaş noktasına geldik Rusya ile. Bir de bunun üzerine Libya’da Hafter konusunda karşımıza dikilmesi.
Şimdi Osmanlı döneminde 1700’lü yıllardan itibaren düştüğümüz durumun tekerrürüne düşmemek için çok dikkatli olmak zorundayız. Bugün İdlip ve Libya’da yaşadıklarımız tarihin tekerrürü gibi bir durumu ortaya çıkarmıştır.
Bizim bugün denge politikaları ile yola yürüme ihtimalimiz yoktur. Ne Rusya’nın ne ABD’nin ipleri ile inilecek kuyularımız yoktur.
Dünyanın yaşadığı her açıdan sıkıntılı bugünkü durumdan yola çıkarak Osmanlının düştüğü hatalardan ders çıkararak tam tersi üretim odaklı stratejik hamleleri hayata geçirmemiz gerekmektedir.
NATO’nun bir dönem ambargo uyguladığı patroitlerin yerine S400’leri değil kendi ikame sistemlerimizi, F35 ambargosu yerine SU’lar değil kendi ikame üretimlere yönelmeliyiz.
100 milyar dolar ile NATO şemsiyesini genişletmek yerine bu miktar ile daha yerli 100’lerce üretici işletmeyi neden devreye almayız bilmiyorum.
Bugün dünyada savunma sanayindeki istihdam oranları ABD’de toplam istihdam içinde uç ürünlerle birlikte 1/3 oranında Rusya’da %03’ün üzerinde iken ülkemizde %003’leri bulmadığı bilinmelidir. Bugün elimizde bir tek ASELSAN, bir tek TAİ, bir tek TUSAŞ, bir tek TEİ, bir tek SAGEM, bir tek İHA firması vardır.
Her türlü teknolojiyi geliştirme imkânı varken Çok kısa zamanda savunma sanayinde istihdam oranlarını önce %1’e ardından da %5’leri hedeflememiz gerekir. Elimizde bu teknolojilerle üretilen numuneler olabilir. Ama seri üretime hazır farklı alternatifleriniz olmazsa hiçbir şey ifade etmez.
Kısaca Osmanlının 1700’lü yıllardan itibaren düştüğü hatalardan sıyrılıp tarihin tekerrürden ibaret olmadığını ispatlamak zorundayız.
Kalın sağlıcakla…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.