Prof. Dr. Anıl Çeçen

Prof. Dr. Anıl Çeçen

Kültürel Çatışmalar Ve Kimlik Krizi

Kültür insanlığın yaptığı her şeydir . İnsan emeğinin ürünü olan  kavramlar,simgeler, varlıklar ,düşünceler ve her türlü  maddi olguların oluşturduğu bütüne genel olarak kültür adı verilmektedir . İnsan çalışan,üreten ve yeni maddeler ya da düşünceler üreten yapısı ile var olan kültürel yapıların  yaratıcısıdır. İnsanlığın gelişim süreci içinde bilgi üretimi ile kültürel yapılar arasında doğrudan  doğruya  ilişkiler kurulmuş ve  her türlü üretim bir araya geldiğinde ,insan toplumlarının değişim süreci içinde yeni kültürel yapılanmalar ile karşı karşıya geldikleri görülmüştür . Bilim hayatında var olan  birikim ve bunlar arasında gündeme gelen yeni yapılanmalar , toplumların içinde yaşadıkları kültürel ortamları etkilediği gibi, zaman içerisinde  toplumu  dönüşüme zorladığı  ve bugüne yönelik etkilenmeler yarattığı  her dönem gündeme gelen gelişmeler ile doğrulanmıştır. İnsan toplumları geçmişten gelen geleneksel kültürel yapıları içinde yaşamlarını sürdürürken ,bilimsel çalışmalar ve araştırmaların sonucunda ortaya çıkan yeni yapılar doğrultusunda  eskisinden çok daha farklı bir yeni kültürler   yavaş yavaş ortaya çıkmış  ve zaman içerisinde kendisini yaşayan toplumsal yapılara kabul ettirerek , eski kültürlerin  karşısına yeni kültürel  oluşumlar  olarak çıkmıştır.Tarihin her döneminde eskisinden çok farklı kültürel ortamlar birbirini izleyerek insanlığın bugüne kadar  gelişerek gelmesini sağlamıştır. Kültürel yapılar insanlığın geçmişinden gelen zenginlikler olarak bugünlere gelmiştir.

                Yeryüzünün her  bölgesinde  yayılan ve zamanla  ayrı  toplumlara dönüşen insan kalabalıkları  çok farklı kültürel yapılar ile karşılaştığı zaman ,geçmişten gelen farklı kültürel yapıların çekişme ve çatışma aşamalarına doğru   kaydıkları görülmektedir .Sonunda her ülkede işbaşına gelen siyasal iktidarlar  devletlerin insan unsurunu temsil eden  toplumsal yapıları,var olan rejimlerin sosyolojik tabanını oluşturma doğrultusunda  geçmişten gelen   karışık kültürel ortamları düzelterek, ülkenin kültürel  yapısında bir bütünleştirme çabası içine girdikleri görülebilmektedir .  Ülkeden ülkeye değişen durumlar dikkate  alındığında  var olan devlet yapısının homojen bir toplumsal temele dayandırılmaya çalışıldığı ve bu doğrultuda birbiri ardı sıra devreye sokulan bütünleştirme çabalarının  zaman içerisinde birbirine uyumlu kültürel oluşumlara doğru değiştiği görülmektedir. Ülkelerin ve devletlerin kendi iç alanlarında müdahale ederek oluşturmaya çalıştıkları homojenleştirme  girişimlerinin sonucunda ,ulus devletlerin çatısı altında ulusal kültür oluşumlarına doğru  geçildiği görülmektedir. Ne var ki , ülkelerin kendi iç koşullarının ürünü olan ulusal kültürlerin  zaman içerisinde dışa açılmaları ve evrensel kültür ile bir etkileşim   sürecine yöneldikleri  aşamada iç ve dış kültürler arasında karşılıklı etkileşim  kademeleri  ortaya çıkmakta ve bu nedenle de bütün kültürel yapıların  aralarında bulunan farklılıklar yüzünden ,çekişme ya da çatışma ortamlarına doğru sürüklendikleri görülmektedir . Bu tür gidişlerin sonucunda da kültürel çekişmeler  daha da ileri giderek  zamanla çatışma ortamlarına dönüşebilmektedirler.

                Değişik toplumların sahip oldukları özel koşullar ortaya birbirinden çok farklı kültürler ortaya çıkarabildiği gibi değişik toplumların ürettikleri kültürel yapıların da birbirlerinden farklılaşarak  uzaklaştığı da göze çarpmaktadır . Yerel kültürler arasındaki farklılıklar , ortaya kültürel görecelik kavramı ile ifade edilen  bir ayrışma olgusunu çıkarmaktadır .İnsanların  yaptığı her şeyin toplamı olan kültür, bir insanlar arası etkileşim  yaratarak  insan toplumlarının bütünleşmesine  çeşitli  katkılar da bulunmaktadır. İnsanlar kendi kültürlerini ürettikleri gibi zaman içerisinde biriktirerek ve koruyarak  toplumsal yaşamın insani boyutlarının belirlenmesinde  kültür alanının simgelerinden yararlanırlar.

İnsanların kültürün hem yaratıcısı hem de kullanıcısı konumundan gelen yaşam düzeni, her kültür kendi yapılanmasının özelliklerini taşıyan simgelere sahip olmuş ve kültürel çalışmalar yürütülürken kültür eserleri aracılığı ile simgesel birikimlerin süreklilik içerisinde kullanımlarına önem verilmiştir. Tüm insanlığın malı olan ortak  kültürel ögeler olduğu gibi,bir kültürden diğerine geçerken değişen ögeler  de vardır. Kültürün bir kısmı evrenselliğe doğru yönelirken diğer kısımları  ülkesel ya da ulusal özellikler doğrultusunda yerel  alanlar da etkinlik kazanabilmektedir .Batı emperyalizmi  bütün dünyaya yayılırken , kendi kültürünün önde gelen simgelerini kullanmış ve bu yoldan dünyanın diğer bölgelerinde uzun dönemler boyunca  etkinlik sağlanmıştır . Böyle bir durumun yaratılmasında batı dünyasında gerçekleştirilen bilimsel devrimlerin olumlu katkıları olmuştur. Çeşitli bilim dallarında yapılan araştırmalar ve deneyler bilimsel gelişmeleri beraberinde getirirken, kültürel alanda da  yakın etkiler ve dönüşümlerin önünü açmıştır .Bilgi üretimi ile kültür  üretimi aslında iç içe geçmiş olan süreçlerin bir bütünüdür .Batı hegemonyasının gündeme getirdiği  bilimsel gelişmeler, kültürel alanda dönüşümleri zorlarken  bu aşamada eski ve yeni kültürler ile birlikte iç ve dış kültürler ya da ulusal ve evrensel kültürler arasında  bir farklılaşma da kendiliğinden ortaya çıkarak , çok yönlü kültürel çatışmaların önünü açmakta ve kültürel zenginlikler giderek  kaos ortamına dönüşmektedir .

                Kültürler arasındaki farklılıklar zaman içerisinde çekişme ve çatışmalara dönüşürken ,dünya  düzeni açısından da yeni handikapları ortaya çıkarmaktadır. Emperyalizm ve sömürgecilik batı kültürünü  en üst düzeyde geçerli kılmaya çalıştığı için iç ve dış ya da ulusal ve evrensel  ve de  en üst düzeyde geçerli ya da en alt düzeyde geçersiz kültürler olarak,farklı kültürel yapılanmaların  tartışma alanına gelmesine yol açmaktadır . Farklılıkların çatışma ortamına sürüklediği  ayrı kültürel yapılar arasındaki yarışın hiçbir zaman kazananı olmamıştır, çünkü insanlık  zamanla bilinçlendikçe  hiçbir kültürün en üst düzeyde olması  ya da hiçbir kültürün diğerlerinden üstün olamayacağı gibi bir gerçeklik genel anlamda kabul görmeye başlamıştır . Gelişmiş ülkeler kendi ileri kültürlerini bütün dünya ülkelerine empoze ederken , insanlığın dünya kıtalarını ve adalarını keşfetme süreci içinde  geri kalmış bölgelerde de son derece özgün  yapılara sahip olan ileri düzeye gelmiş geleneksel kültürlerle de karşılaşılmıştır. Bütün yerkürenin keşifleri tamamlanınca hiçbir kültürün birbirinden üstün olmadığı ama aksine birbirlerinden çok farklı oldukları için dünya platformunu  bir çiçek bahçesi görünümünde rengarenk bir  ortama getirdiği anlaşılmaktadır .Birbirinden çok farklı özellikler taşıyan yeryüzü coğrafyaları , doğal olarak birbirinden çok farklı kültürel ortamlar yaratmakta  ve iklimler ile doğal yapıların etkinliği doğrultusunda insanların birbirlerinden çok farklı çizgilerde kavrama, anlama ,düşünme ve değerlendirme yeteneklerini  ortaya çıkarmaktadır. Böylece kültürel alanın doğal olarak göreceli  bir saha olduğu ve bu yüzden de  her kültürü diğer kültürler ile karşılaştırırken , görelilik kriterini öncelikle dikkate almak gerekmektedir .

                İnsanlar sanıldığı gibi sadece  doğrudan doğruya  fiziksel çevresi ile nesnel bir ilişki içinde değildir . İnsan maddi bir varlık olduğu gibi sahip olduğu manevi değerler üzerinden de  bir kültür ortamının belirlediği kimliklere sahip  kılınmaktadır.İnsanlar içinde yaşadıkları fiziksel çevreyi daha iyi anlamak ya da kendi yaşam biçimlerine uygun bir duruma getirmek için, toplumsal değer yargıları ile yakından ilgilenmekte ve bunlar üzerinden de kendi toplumlarının kültürel yapısının  farklı bir kimlik kazanmasına aracı olmaktadırlar. Kültürel alanın toplumsal yapı üzerine otururken kültürlerin simgelerinden  yararlanmaları  doğal olarak  öne çıkmaktadır. Gerçeklik ortamının özellikleri ile kültürel alanın simgeleri her zaman için uyumlu olmayabilir . Gerçek dünyanın  nesneleri ile uğraşmak genellikle kültür ortamının simgeleri ile ilgilenmekten  çok daha zor bir uğraştır . Düş dünyasının ürettiği  düşsel simgeler  kültür yaratma işini sürdürürken  ,var olan yaşam düzeninin dayandığı gerçeklikler, bütünüyle farklılıklar dünyası yarattığı için,kültürel alanda  istenmeyen  belirsizlikler ortaya çıkmaktadır. Nesnelere oranla simgelerle uğraşmak çok daha kolay bir iş olduğu için kültür alanındaki gelişmeler gerçeklik dünyasındaki yeniliklere oranla daha hızlı bir biçimde devreye girmektedir. Simgelerin en önemli özellikleri  çok daha büyük kavramları ya da geniş boyutları bulunan konuların ele alınarak açıklanmalarında önemli katkılara sahip olmalarıdır. Simgelerin fiziksel dünyada bulunan nesnelere  karşı çıkması ya da karşı çizgide bir varlık alanı yaratmaları söz konusu olamayabilir . İnsan için tek evren sadece fiziksel alan değil ama simgelerle ifade edilen diğer alanlar da  alternatif alanlar  olarak devreye girmektedir.  Dil, din, sanat , mitoloji ve efsaneler de  insanlık için alternatif evrenleri gündeme getirirken, kültür denilen çok yönlü alana doğru bir yöneliş gündeme gelmektedir . Farklı simgelerin ele alınışı ya da kendiliğinden ortaya çıkışları ,insanoğlunun birbirinden çok farklı evrenlerde  yaşadığının en açık göstergesi olarak görülmektedir.

                Kültürel yapıların dayanak noktası olarak gördüğü simgelerin birbirinden çok farklı olması  kültür alanında da homojen bir yapılanma yaratabilmeyi mümkün kılmamaktadır . Simgeler evreninin değişkenliği  ,insanoğlunun yer yüzünde toplumdan topluma farklılık gösteren simgesel  oluşumlar içerisinde yaşadığını göstermektedir . Bir simgenin insanlık için anlamlı olabilmesi için simgeler arasındaki bağlantıların düzenli olarak kurulması gerekir. Simgelerin birbirleriyle olan ilişkilerine dayanarak  anlam çıkarabilmek için her türlü bağlantıların  bir sistem içerisinde ele alınması gerekir . İçi boş kalıplar konumundaki simgelere anlam verilebilmesi için, belirli yaklaşımlar çerçevesinde  içerik  kazandırma çalışmaları yapılmaktadır . Simgelere anlam kazandırmak için her zaman için yeni düzenlemelere gereksinme vardır . Her simgesel sistem , kültürel ya da sanatsal kurgular  olarak  belirli doğrultular da  içerik ya da anlam kazanırken , ülkelerin toplum düzenleri içerisinde yer alan kültürel oluşumların da önleri açılabilmektedir . Kültürel yaklaşıma göre simgeler fiziksel gerçeklikten az ya da çok uzaklaşabilirler . Nesnelere oranla simgelerle oynamak daha kolay bir iş olduğu için onları ele alarak yeni anlatımlar ya da sanatsal eserler yaratmak mümkündür . Toplumun ve insanlığın çeşitli sorunlarının ele alınarak farklı anlatımlarla dile getirilmesi  düşünce boyutuna ulaşabilmektedir . İşte bu aşamadan sonra  bilim ile kültür arasındaki ilişki düzeni değişmekte ve farklı yaklaşımlar birbiri ardı sıra öne çıkmaktadır .Bu durumda kültürler arasında var olma yarışı çekişme üzerinden çatışma aşamasına gelebilmektedir .Her simgesel sistem özerk bir biçimde kendi yapısına ya da kurallarına göre değişim içindedir . Toplumsal yapıların kültürler arasındaki farklılıkları artırdığı açıkça ortaya çıkmaktadır . Evrensel olduğu öne sürülen kültürlerin  de bazen bir ülkeden diğerine önemli ölçülerde farklı çağrışımlar yaptığı  görülebilmektedir .Bir kültürden diğerine geçerken simgeler arasındaki eski ilişkiler   gelişerek  çok daha  farklı bir biçimde  değişme aşamasına gelmektedir.

                Genel anlamda insanlar içinde yaşadıkları çevreye uyum gösterecek biçimde kültürel çevre tarafından donatılırlar. Donanımı öngören eğitim süreci insanın doğumu ile başlayıp yaşamı boyunca sürüp gider. Davranış biçimleri birey tarafından  bazen bilinçli bazen de bilinç dışı yollardan kazanılır. İnsan kültürel çevresi ile sürekli   etkileşim  altındadır. İnsanlar bir yandan çevresinin kültürel değerlerini ,davranış biçimlerini ve kavramayı  kolaylaştırıcı simgeleri öğrenirken,  öte yandan da kişisel becerileri oranında öğrendiklerini  zenginleştirerek  yaşam çevresine sunarlar. İnsanlar içinde doğdukları toplum yapısının kültürel değerleri ve simgeleri ile  kendiliğinden karşı karşıya geldikleri aşamada, karşılıklı etkileşimler ile yeni kültürel bakış açıları ve değerleri devreye girerek  bu alandaki simgesel yapılanmanın daha da zenginlik kazanmasına yardımcı olurlar .Her insan kuşağı kendilerine kaldığı gibi  kültürü bir miras gibi kullanarak ve çeşitlendirerek ve zenginleştirerek yeni kuşaklara  bu yapıyı devrederler. Toplumda yaşayan bireylerin birbirlerinden çok farklı davranışlara yönelmesi  sosyal bir kaos ortamı yaratacağı için  bu aşamada kültürün işlevi bireylerin davranışlarını ortak bir zemin ve doğrultuda tutma çabası olarak tanımlanabilir. Her kültürel yapının kendine göre bir  insan modeli  tümüyle doğal karşılanması gereken bir durumdur. Bu yoldan ortaya çıkarılan insanlar  ,etkileşim aracılığı ile içinde yaşadığı kültürün evrimleşmesini sağlayan iç dinamiklere katkı vererek   içinde bulunduğu çevresini zenginleştirecek ve zamanla toplumsal yaşama katkıda bulunacak  ekonomik  bir değer yaratacaktır . Toplum içinde bu gibi gelişmeler ortaya çıkınca kültürün kurumlaşması ya da örgütlenmesi adı verilen bir gelişmeler  gündeme gelerek , daha kalıcı bir yapılanma içinde kültürün  yeni bir düzene kavuşturulması için çaba gösterirler .Kültür örgütleri büyük bir organizma olarak yapısallık kazanan toplumun sosyal çalışma ya da etkinlik  örgütleri olmak durumundadırlar. Kültür dünyasının uzantısı olarak gerçeklik kazanan kültürel yapılanmala , toplumların üst  ve alt yapıları ile uyumluluk içinde  oldukları aşamada,  sosyal sistemin çatısı altında varlıklarını daha güçlü bir konumda  sürdürebilmektedirler. Geleceğin kültürünün daha ileri bir düzeyde gelişebilmesi için toplumsal güç kazanma önemli bir unsur olarak  öne çıkmaktadır.

               İnsanlar ile örgütlerin  dayandıkları varsayımlar farklı olduğu için makro düzeydeki çalışmalarda bunlar arasındaki  ayrılıklar kendiliğinden  gündeme gelebilmektedir . Kültür örgütleri açık sistemler olarak sosyal çevreler ile yakın ilişkilerini sürdürmektedirler . Son  dönemlerde çok hızlı bir biçimde ortaya çıkan teknolojik yenilikler doğrultusunda  çevresel kültür alanında önemli değişiklikler  günışığına çıkmıştır. Bilim ve teknik  alanlarında  yaşanmakta olan hızlı değişim  belirsizlikleri artırdığı  için sosyal çevrelerin  yeniden oluşumunda  , gücü temsil eden bilgi  eskisine oranla daha çok belirleyici bir aşamaya  gelmektedir. Yeni gelinen bu aşamada kültürel farklılaşma kaçınılmaz bir biçimde örgütlerin  çalışmalarını da etkilemektedir. Yöneticiler böylesine ortamlarda  kültürel işlevlerini  ortak değerlere bağlı kalarak yürütmek  zorunda kalmaktadırlar. Toplum içindeki merkezlerin arasında bulunan güç mesafelerinin  böylesine durumlarda , kültürel değerleri eskisinden farklı bir biçimde ele almasıyla birlikte yeni kültür değerleri insanlığın gündeminde yerini almaktadır. Dünya haritasına bakıldığı zaman her ülkenin kendi kültürünü yaratarak evrensel alanda öne geçmeye çaba gösterdiği anlaşılmaktadır. Büyük gelişmiş ülkelerin sahip oldukları bilgi birikimi ile dünya ülkelerine yönelik bir kültür emperyalizmi içerisine girmeleri, dünyanın gelişim çizgisi üzerinde yönlendirici  baskılar yaratmıştır.Bir kültürün temel yaratıcısı olarak emperyalizm  her açıdan  etkin olarak kültürler arasındaki çatışmaları tırmandırmaktadır  Emperyal merkezler  diğer ülkeleri kendilerine bağlama doğrultusunda kültürü  siyasal baskı aracı olarak kullanmaktadırlar .

                Kültür açısından hava ve su kadar yaşamsal önem taşıyanana konulardan birincisi  özgürlük sorunudur . Burada özgürlüğün insanlarla  olan bağlantısı ile  toplumlar üzerindeki  yönlendirici etkilerinin  kültür dünyasını n biçimlenmesinde  birinci derecede yansımaları  olduğu söylenebilir .Ülkelerin siyasal sistemleri içerisinde özgürlük kavramı en önde gelen bir doğal hak olarak  görülmektedir. Özgürlüklere tam olarak sahip olmak isteyen toplumlar bu doğrultuda bağımsızlık savaşlarına kalkışarak  hedeflerine ulaşmaya çalışmışlardır . Tam anlamıyla özgürlükler düzeni kurulmadan kültür ve sanat özgürlüklerine normal koşullarda sahip olabilmek mümkün değildir.Özgürlüklerin politik olduğu kadar sosyal ve  düşünsel boyutları da olduğu ve böylesine bir bütünlük içerisinde konu ele alındığı zaman ancak   bazı sorunların  aşılabileceği anlaşılmaktadır.İnsanlığın gelişim süreci içerisinde batı dünyasının  gelişmişlik  düzeyine gelmesi  uzun mücadeleler sonucunda  gerçekleşmiştir . İnsan doğasına uygun bir yaşam biçimi  bugünün kültür dünyasını yaratmıştır. Kapitalist toplumlarda bireyciliğin öne çıkartılması beraberinde özgürlük sorununu da getirmiştir. Ne var ki , toplumsallığın ağır bastığı durumlarda ise  kitlesel yaşam düzenleri öne çıkmıştır. Halk yığınlarının bir toplum olarak birlikte yaşamalarıyla  öne çıkan bugünkü devlet yapıları ve siyasal düzenlerin devam edip gitmesinin hukuk devletlerinin ve kamu düzenlerinin öncelik kazanmasına  yol açtığı aşamalarda ise özgürlüklerin geride bırakıldığı ve daha çok düzenlilik içinde bir toplumsal yapı doğrultusunda  kültürel oluşumların gündeme geldiği görülmektedir .Kültür ve doğa ilişkilerinin belirli soyutlamalardan uzak tutulması,kültürlerin çeşitliliği ile  sosyal yapıların farklılığını daha belirgin olarak ortaya çıkarmaktadır. Toplumsal geleneklerin devam ettiği bir ortamda  kültürel alandaki yenilikler  öncelikle karşıtlık ortamlarına doğru gidişi örgütlemektedir.

                Bilimsel gelişmeler özgürlük ortam içinde gerçekleştiği gibi kültürel hak ve özgürlükler gelişme yolunda ilerleyebilmek  için de  bilim gibi ortak bir özgürlük alanı ararlar .Bilimin gelişmesi ile birlikte ilk çağlardan gelen  inançlar devre dışı kalmış ve bilimsel yaşama uygun bir çizgide yeni kültürel oluşumlar  ortaya çıkmıştır. Özgürlük genel anlamda bir  haktır ama bütün haklar özgürlük değildir. Özgürlük bütün hakların ortak kökeni olduğu kadar, kişilerin toplum içerisindeki hareket alanını   da belirlemektedir. Özgürlük kişilerin toplum içinde sahip olduğu bağımsızlık alanıdır.Kültür ise insanlığın temel taşı olarak toplumların geleceğini yönlendirmektedir . İnsanların içinden  geldikleri toplumsal yapıların birbirinden farklı ve özgün özellikleri  kültürel alanda belirleyici olmaktadır . İnsanların bilinç ürünlerinin toplamı  kültür kavramının karşılığını oluşturmaktadır . Kültürlerin yaratılmasını, aşılanmasını ve yeni nesillere aktarılmasını  eğitim disiplini  gerçekleştirmektedir . Kültür bir yaşama biçimi olarak, insanların doğal olaylardan ve zorunluluklardan kurtulmasıyla ortaya çıkmıştır . İnsanların düşünce ve yaratıcılık  etkinlikleri kültürleri yakından ilgilendirmektedir . Toplumları  ulus yapan ögelerin başında yer alan kültür olgusu yıllarca yaratıcılık ile beslenmiş ve günden güne de bilimsel gelişmelerin etkisiyle çağdaşlaşamıştır. Kültürler karmaşık bir yapıya sahip oldukları için toplumların kaynaşmasında vazgeçilmez rollere sahiptir . Kültürlerin çok yönlülüğü bireylerin  çok farklı çizgilerde topluma açılabilmelerini ve  değişim sürecine değişik katkılar ile katılma şanslarının da gerçekleşmesine destek sağlayabilmektedir . İnsan toplumlarının her şeyi barındıran çok yönlü yapılanmaları açısından kültür de benzeri bir yapılanma doğrultusunda sosyal oluşumlara katkıda bulunmaktadır .Bilgi,düşünce ve değer yargılarının bir araya gelmesiyle oluşan kültürel modeller  bir anlamda toplumsal geleneklerin bütünü olarak görünmektedir. Toplumsallaşma ve uluslaşma süreçlerinin belirginlik kazanması noktasında , kaynaklık yaparak destek olan kültürlerin  her türlü sosyal oluşum açısından belirleyici bir etkisi olmaktadır . Her toplum için , sosyal yaşam düzeni aynı zamanda  kültürel yaşam yapılanması olarak görülmektedir . Eğitim ve kültürün birbiriyle  çok yakın bir konumda olması nedeniyle eğitim kültürün yaygınlaşmasında birinci derece rol sahibidir.

                Küreselleşme akımı bütün dünyayı tek bir dünya devletinin çatısı altında toplamaya çalışırken , her şeyin küreselleşmesi aşamasında kültürel alanın da globalleşmesi  gündeme gelmiştir , Var olan ulusal kültürler dışlanırken , yüzlerce yıl öncesinden gelen geleneksel toplum ve devlet düzenlerinin karşıya alındığı ,hatta bunların zaman içinde tasfiye edilmesine çalışıldığı,yeni dönemde  siyasal ve askeri savaşlara benzer bir biçimde kültürel  çatışmaların da dünya kamuoyu önünde  gerçekleşmeye başladığı anlaşılmıştır . Küreselleşme akımı ile birlikte dünya küçülürken , çok çeşitli kültürlere gerek olmadığı ve bu doğrultuda  bütün dünya için geçerli olacak tek bir küresel kültürün oluşturulmasına öncelik verilmiştir. Yerel sınırların aşıldığı ,yer ve zaman kavramlarının önemsizleştiği , farklı kültür yapılarının dışa açılarak birbirleriyle çok yönlü ilişkilere girdiği  bir küresel kültür oluşturma dönemine geçilmiştir . İletişim alanında gerçekleştirilen devrim niteliğindeki yenilikler, küresel kültüre geçiş aşamasında son derece belirleyici olmuş ve bunun sonucunda iletişim araçları ile birlikte küresel kültür hem oluşturulmuş hem de bütün dünya ülkelerine yayılmıştır . Bütün dünyayı tek bir küresel köy olarak tanımlamaya çalışan küresel emperyalistler , sahip oldukları ekonomik ve teknolojik güçleri kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak  küresel bir kültürü insanlığın önüne sermek için yıllarca yoğun çabalar göstermişlerdir . Ulusal devletlere karşı çıkan bir çizgide gündeme gelen küreselleşme akımı  , ulusal kültürleri dışlayarak  bunların yerine her yerde geçerli olacak bir küresel kültürün yaratıcısı olmaya çalışmıştır . Merkezden çevreye yayılan batı kültürü kurulmakta olan küresel kültürün çekirdeği olarak işlenmiş ve  yeni oluşturulan küresel değerler batı kültürü üzerine  inşa edilmeye çalışılmıştır .Küreselleşme akımı baskıcı bir biçimde sürdürüldükçe , bu doğrultuda bir homojenleşme eğilimi  ortaya çıkmış ve bütün insanlığın tek tip bir kültürel oluşum içerisinde yerini almasına çalışılmıştır . Her alanda küreselleşme emperyalizmin baskılarıyla sürdürüldükçe , kültür alanında da dışarıdan yönlendirmeli ve baskıcı bir oluşum süreci örgütlenerek , tekdüze  bir sisteme dayanan dünya devletine giden yol açılmaya çalışılmıştır . Medya yolu ile bütün dünyaya pazarlanan küresel kültür oluşumu bugünün   bütün ulus devletlerin kültürel yapılarını  dışlayarak, kapitalizmin demir yumruğu altında  her yerde geçerli kılınmaya çalışılmaktadır.

Ulus devletler ile birlikte ulusal kültürler devam ederken  küresel kapitalizmin bütün dünyaya tek bir devlet ile birlikte tek bir kültür empoze etmesi  bugünün dünyasında önemli bir kültür çatışması yaratmıştır .Şimdiye kadar, iç-dış, alt-üst ,yerli-yabancı gibi farklı kimlikler üzerinden kültürel çatışmalar devam ederken , son dönemde ortaya çıkartılan küreselleşme akımı çerçevesinde şimdi de ulusal-küresel ayırımı çerçevesinde yeni bir tür kültürler arası çatışma ortamı yaratılmıştır. Her kültürün özgün olduğu ve birbirinden çok farklı değerler taşıdığı ve hiçbir kültürün diğerinden üstün olamayacağı gibi bilimsel doğrular devam etmesine rağmen ,eskiden bu yana devam eden kültürler arası çatışma ortamına bir de ulusal ve küresel kültürler arasındaki çelişkilerin eklenmiş olması, insanlık açısından kabul edilemeyecek bir olumsuz durumdur .Kültür alanında geçmişten gelen çelişki ve çatışmalar devam ederken,   bir de ulusal ve küresel çatışmaların ciddi biçimlerde çatışma ortamları yaratması yeni bir kaos ortamını da beraberinde getirmiştir. Soğuk savaş sonrası dönemi bir kaos ortamı olarak değerlendiren küresel merkezler,  kültür alanını da kendi hegemonya alanı olarak seçtikleri bu yeni  aşamada , kaosu derinleştiren yolda  emperyalist yollarını sürdürmek istemektedirler . Bu amaçla tam bir  çıkarcı ve komplocu  siyaset sonuna kadar zorlanmaktadır.

Çatışan kültürlerin çok ciddi boyutlarda kimlik krizleri yarattığı birçok ülkede  göze çarpmaktadır . Özellikle beş yüz yılı bulan bir geçmişe sahip olan ulus devletlerin, kendi toplumları ile birlikte ortaya çıkardıkları ulusal kültürlerinden vazgeçmelerinin kolay kolay mümkün olamayacağı son zamanlarda ortaya çıkan gelişmeler ile birlikte anlaşılmaya başlanmıştır. Tarihsel dönüşüm süreçlerinde ortaya çıkmış olan ulus devletlerin kendi ulusal toplum  yapıları ile yüzlerce yıl birlikte yaşamaktan ileri  gelen  ortaklıklarının görmezden gelinmeyecek bir kenetlenme yarattığı görülmekte ve  küresel saldırılara karşı  ulus devletler kendi ulusal toplumları ile işbirliği yaparak direnmektedirler. Ulus devletlerin yüzlerce  yıllık birlikte yaşamaktan ileri gelen ulusal kimliklerinin gurur ve onur ile sürdürüldüğü bir aşamada ulusal kültürlere saldırılması çok büyük rahatsızlık yaratmaktadır . Bir ulusun oluşumu sırasında o toplum içinde var olan vatandaşlar  uluslaşma ile birlikte ulusal kimliklerine kavuşmuşlardır . Dış güçlere ve emperyalist devletlere karşı bir ulusal kurtuluş savaşı verilerek kurulmuş olan  ulus devletlerin kahraman vatandaşları , bağımsızlıklarını kazandıktan sonra  ulusal kimliklerini  bir gurur ve onur yansıması olarak taşımayı sürdürmeye çalışmakta ve hiçbir biçimde bu ulusal kimliklerinden vazgeçmeyerek  bu statülerini sonuna kadar korumaya çalışmaktadırlar . Böylece ulus devletlerin ulusal vatandaşları  , küresel emperyalizmin tek dünya devletine yöneldiği yeni aşamada hem ulusal kültürlerine hem de ulusal kimliklerine sahip çıkarak ve gerektiğinde ulusal bir dayanışma içinde hareket ederek, küresel emperyalizmin  bölücü ve yıkıcı saldırılarına karşı her yönden direnişe geçmektedirler .Bu çerçevede bugünün ana çelişkisi  olarak ulus devletler ile küresel şirketler  çatışmasının  ortaya çıktığı  yeni  aşamada , ulus devlet kimliği ya da ulusal vatandaşlık küreselci kimliğine ters düşmekte  ve  küreselcilerin seçtiği ya da satın aldığı işbirlikçi kadroların küresel kimliklerinin daha henüz dünya halklarını temsil eden bir aşamaya gelemediği görülmektedir.

Her kültür farklı koşulların sonucu olduğu için hiçbir kültür birbirine benzememektedir. Bu  nedenle de kültürel yapılar arasında her zaman için çelişkiler ,çekişmeler ve çatışmalar doğal olarak  ortaya çıkmaktadır. İç-dış,alt-üst ,geleneksel-modern ,yerel-ülkesel , ulusal ya da küresel ayırımları devam ettiği sürece, farklı  kültürlerin çatışma içinde olması kaçınılmazdır. Hiçbir kültürün üstün olmadığını bilerek bütün kültürlere eşit mesafede durulduğu zaman , kültürler arasındaki çatışmaları sona erdirecek bir hoşgörü ortamı yaratılabilecektir . Bugünün ana meselesi olan emperyalizmin küresel kültür dayatmasına karşı, bütün ulusal ve ülkesel kültürlerin kendini koruma ve direnerek var olma hakları olduğunu bir kez daha tekrarlamakta ulusal yarar vardır .Kültürler çekişir ,çatışır ama birbirlerini yok edemez . Her kültürel yapının birbirine saygılı davranmasının güvence altına alınması uluslararası kültürel mirasları koruma sözleşmeleri doğrultusunda kaçınılmazdır.İnsanlık tarihi boyunca sürüp giden savaşların devletlerarası  rekabet yarattığı noktalarda , devletler karşı tarafa zarar vermek için kültür eserlerine saldırmakta ve bunların yıkılmasına giden yolda bombalamalar ile insanlığın ortak mirası olan kültür eserlerini yok etmektedirler. Çağdaş uygarlık  düzenleri geçmişin birikimi üzerine  kurulu olduğu için, kültür adına ne varsa bunların koruma altına alınması ve müze ya da kültür merkezi  gibi yerlerde saklanarak gelecek kuşaklara zarar görmeden aktarılmaları ,bilimsel bilgi birikimi için gerekmektedir . İnsanlık adına geçmişin kültür mirasına sahip çıkılırken, bugünün siyasal ortamında savaş gibi sıcak çatışmaların kültürel yapılara zarar vermesi  kesinlikle önlenmelidir.

Her kültür bir toplumsal yapılanma olarak ,toplum içinde yaşamını sürdürmekte olan insanlara  o toplumun kimliğini kazandırmaktadır. Aynı toplum içinde birlikte yaşayan  ve birbirinden çok  farklı  değişik kimliklere sahip olan  vatandaşların, kimliklerinin birer kültürel zenginlik olarak kabul edilmeleri ile birlikte, çağdaş demokratik rejimler gerçeklik kazanabilmektedir. Bu durumun tersi bir doğrultuda  herkes kendi alt kültürüne uygun bir toplum düzeni  kurmaya kalkıştığı zaman  ise kültürler arası çekişmelerin çatışmaya dönüştüğü  ve zamanla güçlü toplumsal kesimlerin kendi  kültürlerini esas alan ulus devletleşme sürecine yöneldikleri görülmektedir .Ulus devletler toplumun büyük kesiminin kültürüne bağlı olarak kurulurken , aynı toplum içinde yaşayan diğer grupların kültürel yapıları da demokratik düzen anlayışı çerçevesinde  varlıklarını koruyabilmektedirler .Bu gibi durumlarda egemen kültürel yapının diğer kültürlere karşı  hoşgörü göstermesi ile birlikte  ,daha küçük toplum kesimlerinin içinden çıkacak olan azınlık kültürlerinin de,  bölücülükten uzak durarak  çok kültürlü bir yaklaşım çizgisinde  önce birlikte yaşamayı ve daha sonra da bir toplumsal mutabakat çerçevesinde, barış içinde birlikte yaşamayı  savunmaları ile  ülke, bölge ve dünya barışı açısından  toplumsal barışın korunabilmesi için zorunlu bir durum olarak acilen öncelik kazanmaktadır .Eğer  var olan devlet düzenleri içinde barış içinde birlikte var olma süreci başarıyla gerçekleştirilebiliyorsa, o zaman her ülkenin durumuna göre ,var olan devlet düzeni çatısı altında gündeme gelen ortak yaşam düzeninin, zaman içerisinde oluşturabileceği kültür ortamı içinde devlet gerçekliğine dayanan  bir ortak vatandaşlık kültürü oluşturulabilmekte ve siyasal kimlikler de bu ortak kültürel kimlik temel alınarak tanımlanmaktadır . Çatışan kültürlerin  iç ve dış savaşlara dönük olumsuz gelişmelere yol açmasının önlenebilmesi   ve zaman içinde kimlik krizlerinin ülke düzenlerini bozmaması için , kültür zenginliğinin yarattığı hoşgörü ortamları   acilen  demokratik siyasal düzenlere dönüştürülmelidir . Böylece  barış içinde birlikte  var olma ve yaşama  şansı uygulanarak  tüm insanlığa barış getirecektir .

 

Önceki ve Sonraki Yazılar